İsrâiloğulları bir asırdan daha fazla Tevrâttan mahrum kalmışlardı. Üzeyr Aleyhisselâm kavminin hâline bakıp üzülüyor, onların Tevrat’a tekrardan kavuşmaları için dua etti. Allah Hz. Üzeyr’in duasını kabul ederek Tevrat’ı ezberlemesine vesile kıldı

Kudüs’ün sokaklarında çocuklar oynuyordu. İnsanlar geziyordu. Hiç kimse kendisiyle ilgilenmedi. Gördüğü insanları ve mahalleleri tanımadı. Şehri sesizce dolaştı. Şehri dolaştıkça Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünü kavradı. Esikede evinin bulunduğu semte doğru yol merkebini dehledi.

O anda Üzeyr Aleyhisselâm’ın oğlu da çocuklarını ve torunlarını toplamıştı. Onlara şöyle diyordu:

-“Gidin! Dedenizi araştırın”

-“Yıllardır soruyoruz. Bilen, gören ve yerini duyan yok. Yaşadığını sanmıyoruz.”

-“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Siz gidin O’nu araştırın.”

Çocukları büyük bir ümitle sokağa çıktılar. Bütün şehri taradılar. Şehirdeki bütün yabancılara ve yolculara Üzeyr Aleyhisselâm’ı sordular. Akşam üstü yorgun ve argın olarak evlerinin yoluna düştüler. Kendi aralarında konuşuyorlardı:

-“Göremedik!”

-“Görmemiz lazımdı.”

-“Neden?”

-“Babamız bize büyük bir ümit vermişti!”

-“Göremedik, babamızın yüzüne nasıl bakacağız?”

-“Allâhım! Bize yardım et,” diye dua ederek utana sıkıla evlerine doğru yol aldılar. Her zaman kapının önünde durup, Üzeyr Aleyhisselâm’ın yolunu bekleyen yaşlı ve kör dâdılarına merhametle baktılar. “Bekle! Elbette bir gün gelecektir.” diye mırıldandılar.

Üzeyr Aleyhisselâm’ı sokaklarında gördüler. Tanımadılar. Sokaklarında gezmekte olan yabancıya dikkatlice baktılar. Hayret ettiler. Kıyâfeti, çağın giyimine benzemiyordu. Yaşlı bir insanda değildi. Elli yaşlarında görünüyordu. Kendisine yanaştılar ve:

-“Ey yolcu! Bizim Üzeyrimizi gördün mü?”

-“Hangi Üzeyri?”

-“Dedemiz! Şüreyhâ oğlu Üzeyri?”

-“Ne oldu dedenize?”

-“Yüz senedir kayıp?”

-“Bu gün göreceğinizi nereden biliyorsunuz?”

-“Babamız! Bize ümit verdi. O’nu aramaya bizi gönderdi.”

Üzeyr Aleyhisselâm onlara şefkat ile baktı. Onların kendisini aramakta olan torunları olduğunu anladı. Belki sevinç ve heyecandan bayılmamaları için; Üzeyr Aleyhisselam;

-“Evet, benden sonra gelecektir,” dedi.

Çocuklarından biri bu mujdeyi işitince sevindi. Kendinden geçti ve sesi çıktığı kadar:

-“Ey müjdeci şâd ol!” diye haykırdı.

Diğeri Üzeyr Aleyhisselâmı tanıdığı için kendinden geçti ve kardeşine şöyle bağırdı:

“-A! Sersem! Bu dedemizdir.

Müjdenin yeri değil, haberimiz olmadan biz madene kavuşmuşuz, dedi ve düştü, bayıldı.” (1) Üzeyr Aleyhisselâm Onların kendi torunları olduğunu anladı. Merkebinden indi. Başlarını okşadı. Kapının önünde durdu. Yaşlı, kötürüm ve kör bir kadın kapıda duruyordu. Üzeyr Aleyhisselâm kadına sordu:

-“Kimin evidir?”,

-“Üzeyr’in evidir.”

-“Üzeyr nerededir?”

-“Tam yüz senedir, Üzeyr’den bir haber alamadık. Hayatından şüphe etmekteyiz.

-“Sen kim sin?”

-“Ben onun hizmetçisiydim.”

-“Üzeyr’i görseniz tanır mısınız?”

-“Tanırız.”

Üzeyr Aleyhisselâm, tane tane konuştu;

-“Üzeyr, benim!”

Yaşlı kadın sanki gözleri görüyormuşcasına başını kaldırdı, kör gözlerini Üzeyr Aleyhisselâm’a dikti ve hayretle sordu:

-“Anlayamadım! Ne dedin?”

Üzeyr Aleyhisselâm olgun bir sesle tekrarladı:

-“Ben Üzeyr’im. Yani yüz senedir, kaybolan Üzeyr benim.”

Kadın;

-“Üzeyr Aleyhisselâm duası kabul edilen bir kişiydi. Eğer sen Üzeyr isen, dua et, Cenab-ı Allâh, gözlerime nur, dizlerime kuvvet, vücuduma sağlık ve selâmet versin. Seni göreyim, Üzeyr olup olmadığına o zaman inanırım.”

Üzeyr Aleyhisselâm dua etti. Kadın sağlık buldu. Gözlerine kavuştu. Üzeyr Aleyhisselâm’a baktı, baktı.

-“Evet, dedi. Sen Üzeyr’sin.

Koşup Üzeyr Aleyhisselâm’ın yüzonsekiz (118) yaşındaki oğluna haber verdiler. Bütün mahalleli başlarına toplandı. Şehir çalkalandı.

-“Üzeyr gelmiş”, diye Kudüs’ün dağları yankılandı. Hazret-i Üzeyr’in yüz sene öldükten ve yüz sene ölü kaldıktan sonra tekrâr yeniden dirilmesi çok kısa bir anda bütün Kudüs’te yayıldı. Hadiseyi duyan Üzeyr Aleyhisselâm’ın evine koştu. Herkes büyük bir merakla Üzeyr Aleyhisselâm’a bakıyordu. Üzeyr Aleyhisselâm hâlâ kırk-elli yaşlarında bir genç; oğlu ise tam yüzonsekiz yaşında ak saçlı ve ak sakallı bir ihtiyardı. Torunları bile kendisinden daha yaşlı görünüyordu.Büyük bir ibret tablosu. Her kafadan bir ses çıkıyordu:

-“Evet bu Üzeyr’dir.” Kimi de:

-“Hayır! Bu genç adam Üzeyr olamaz. Üzeyr şu anda yüzelli yaşlarında bir ihtiyar olması gerekirdi.”

Kimide, Cenab-ı Allâh’ın hikmeti karşısında hayretini gizleyemiyordu, “Maşâallâh, Subhânallah,” diyordu. Üzeyr Aleyhisselâm’ın oğlu;

-“Babamın sırtında hilâla benzer bir siyah ben vardı,” dedi. Yüzbinlerce insanın gözü önünde Üzeyr Aleyhisselâm’ın sırtını soydular. Oğlunun dediği gibi sırtında hilal gibi bir ben vardı. O’nun Üzeyr Aleyhisselâm olduğuna kimsenin şüphesi kalmadı.

YAHUDİLER ALLAH’A İFTİRA ETTİ

İsrâiloğulları bir asırdan daha fazla Tevrâttan mahrum kalmışlardı. Danyâl Aleyhisselâm’ın Kudüsten ayırılıp Huzistân’a gitmesi ve orada Sus (şimdi ki, Tarsus) şehrinde vefat etmesiyle onlara ilâhî emir ve yasakları teblîğ edecek bir kimse kalmamıştı. Üzeyr Aleyhisselâm’a kavminin hâline bakıp, onlara acıyor ve onların hidâyeti için ağlıyordu. Yine bir gün Üzeyr Aleyhisselâm kaybolmuş olan Tevrâtı kendisine göstermesi için ağlarken bir melek (Cebrâil aleyhisselam (2) geldi.

-“Ne istiyorsun?”

-“İlim, Tevrât’ın Musâ Aleyhisselâm’ın ilmini istiyorum.”

Elinde bir bardak su vardı. O suyu Üzeyr Aleyhisselâm’a içirdi. O andan itibâren Tevrât, Üzeyr Aleyhisselâm’ın kalbine nakş olundu. Ezberden Tevrât’ı okumaya başladı.

Kendisine irşâd görevi verildi. İsrâiloğullarını Hazret-i Musa’nın dinine dâvet etme, insanları hakka güzelliğe ve adâlete çağırma vazifesiyle geri döndü. İsrâiloğullarına irşâd göreviyle geldi. Büyük bir aşk ve şevk ile halka;

-“Ben size Tevrâtı öğretmem için gönderildim,” dedi.

Halk sordu:

-“Hani Tevrât?”

Üzeyr Aleyhisselâm bütün Tevratı ezberden okudu. Halk inanmadı.

-“Tevrat’ı Hazreti Musa ve Yûşâ Aleyhisselâm dan başka ezbere bilen yoktu. Senin okuduklarının Tevrât olduğuna inanmıyoruz,” dediler.

Biri;

-“Babam, dedemden fetret zamanında filan bağda bir Tevrat nüshasını gömdüğünü söylerdi,” dedi. Denilen bağa gittler. Bağı kazıdılar. Tam yetmiş deve yükü olan Tevratı oradan çıkarıp getirdiler. Üzeyr Aleyhisselâm’ı karşılarına oturttular.

Üzeyr Aleyhisselâm, ikibinden fazla âlimin ve bütün halkın huzurunda Tevrât’ı ezberden okudu. Onlarda yüzünden ta’kip ettiler. Bu okuma işi günlerce ve hatta aylarca sürdü. Üzeyr Aleyhisselâm okudukça İsrâiloğullarının O’na karşı olan sevgi ve saygıları artıyordu. Üzeyr Aleyhisselâm bütün Tevrâtı ezbere okudu. Sordular.

-Sana Tevrâtı ilham eden kim?”

-“Allâh!”

Üzeyr Aleyhisselâm’ın Yer yüzünde tamamen unutulmuş olan Tevrâtı aslına uygun olarak ezbere bilen olsa olsa Allâh’ın oğludur. Allâh oğlundan başkasına Tevrâtı ilham etmez, düşüncesine kapıldılar. Câhil insanlar,

“Yahudîler, Üzeyr Allâh’ın oğludur, dediler.” (3) Ve küfre girdiler. Yahudiler kâfir oldular.

HZ MERYEM’E DİL UZATTILAR


Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Kudüs’te Mescid-i Aksâ’nın imamı idi. Tevrâtı okutur, vaaz eder ve halkı irşâd ediyordu. Dünya hayatını kazanmak içinde marangozluk yapardı. Evini ve ailesini marangozluk ile geçindirirdi. Hazret-i Meryem’in annesi Hanne, eğer bi çocuğu olursa onu Mescid-i Aksâ’nın hizmetine vereceğini söyledi. Bu adaktan sonra Allâh ona kız çocuğu verdi. Bu kıza Meryem adını koydular. Hazret-i Meryem’i Mescid-i Aksâ’ya götürüp, Zekeriyyâ Aleyhisselâm’a teslim ettiler. Zekeriyyâ Aleyhisselâm ona özel bir oda tahsis etti. Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Hazret-i Meryem’in teyzesinin kocasıydı. Yemeklerini o götürüp ikrâm ederdi. Zekerriyâ Aleyhisselâm yüz yaşının üzerinde ve eşi Eysâ hanım da yaşlanmıştı. Çocukları yoktu. Zekeriyyâ Aleyhisselâm dua etti. Cenab-ı Allâh ona Yahyâ Aleyhisselâm’ı verdi. Eysâ hanımın Yahyâ Aleyhisselâm’ı doğurmasından altı ay sonra, Hazret-i Meryem babasız olarak isa Aleyhisselâm’ı doğurdu. Yahudîler, Hazret-i Meryem’i kötü kadın olmakla itham ettiler. Kendisine yemek götürüp getiren, Zekeriyyâ Aleyhisselâm hakkında da hoş olmayan sözler söylemeye başladılar.


YAHUDİLER HZ ZEKERİYYA’YI ŞEHİT ETTİLER

Yahudîler, Zekeriyyâ Aleyhisselâm’a iftira etmekle kalmadılar, o yüce peygamberi şehid etmek için harekete geçtiler. Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Yahudîlerin elinden kurtulmak için firar etti. Yahudîler bağırdılar: Yakalayın” Bunun üzerine bütün Yahudîler o yüce peygamberin ardına düştüler. Yahudîlerin o yüce peygambere hakaret ettiğini gören hayvanlar, ağladılar. Nebâtât ağladı. Allah’ın kudretiyle bir ağaç dile geldi:

-“Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana gel de seni saklayayım!”diye seslendi.

Bunun üzerine Zekeriyyâ Aleyhisselâm iki yarılan ağacın içine girdi. Ağaç tekrâr kapanarak eski halini aldı. Fakat Şeytan, Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ın elbisenin bir parçasını çekere, ağacın dışında bıraktı. Onu takip eden Yahudîlere:

-“Ey Yahudîler! Zekeriyyâ bu ağacın içindedir!” dey seslendi.

Yahudîler, Şeytana güldüler. Biri:

-“Hiç böyle şey olur mu? Bir insan nasıl ağacın içine girsin. Ağacın içine giren ölür,” dedi.

Şeytan, dışarıda bıraktığı elbiseyi gösterdi.

-“Bakınız!” diye seslendi.

Bütün Yahudîler, dönüp Şeytana baktı. Şeytan, Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ın cübbesinin ucunu göstererek:

-“Zekerriyâ bu ağacın içindedir”, dedi. Yahudîler, birbirlerine dönüp sordular:

-“Onu nasıl öldüreceğiz?” Bu sorunun cevabını bulamadılar. Şaşkınlıklarını yine Şeytan bozdu:

-“Testere ile kesin!”

-“Olur mu?”

-“Neden olmasın?”

Yahudîlerden biri koşup evinden bir testere getirdi. Ağacı ortadan ikiye biçmeye başladılar. Bıçkı kördü. Bir türlü kesmiyordu. Yahudîlerden biri bağırdı:

-“Keskin bir testere getirip bizi yormasaydın olmaz mıydı?”

Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ı kör bir bıçkı ile doğradılar. Bıçkı Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ın mübârek bedenini keserken canı çok acıdı. Sabretti. Bir ara “ah” diye inlemeye teşebbüs etti. Bu esnada Cenab-ı Allâh, Zekeriyyâ Aleyhisselâm’a sabır ve metânet göstermesini emretti. Yahudîler, kestiği ağacın içinde Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ın mübârek kanları akmaya başladı. O yüce peygamberin mübârek kanını gören Yahudîler, rahatladılar.

HZ MERYEM EMİN ELLERDE

Hazret-i Meryem, masum kadın. İffetli kadın. Cenab-ı Allâh'ın lütfüne mazhar olmuş mutlu kadın. Mescid-i Aksâ'ya vakfedilen kadın. Cenab-ı Allâh'ın kitabında övdüğü faziletli kadın. Hazret-i Meryem'in babası imran İsrâil oğullarının büyüklerindi. Çocuğu yoktu. Eşi Hanne, dua etti. Bir çocuğunun olması için hep dua ediyordu. İmran'ın karısı Hanne arzusuna kavuşmuştu. Hamileydi.

Şöyle dua etti:

-"Ey Rabbim! Bu karnımdaki yükü, kendimden alâkasını keserek, Sana adadım. Senin yolunda hizmet etmek üzere, Beyt-i Makdis'e vakfettim.Bu adağımı kabul buyur. Sen muhakkak en iyi şekilde işitir ve niyetimi çok iyi bilensin.” (O zaman erkek çocukları, Mescid-i Aksâ'ya vakfetmek âdetti.) Hanne, çocuğunu doğurduğunda hayâl kırıklığına uğradı. Kız doğurmuştu. Yine de adağından vazgeçmedi ve şöyle dua etti:

-"Ey Rabbim! Evlâdımı kız olarak dünyaya getirdim. Muhakkak ki, sen ne doğurduğumu ve erkeğin dişi gibi olmadığını daha iyi bilirsin. Bu yavrunun ismini "Meryem" koydum ve onu, onun zürriyetini, huzurundan, rahmetinden kovulmuş olan Şeytanın şerrinden, Sana havâle ve emânet ettim. Onu ve zürriyetini Şeytanın şerrinden koru…" diyerek Hazret-i Meryem'i Mescd-i Aksâ'ya getirdi. Oraya teslim etti. Hazret-i Meryem'e bakmak için vazifeliler birbirleriyle yarıştılar. Mescid-i Aksâ'nın imam'ı olan Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Hazret-i Meryemin eşi Eysâ'nın yeğeni olduğunu söyledi. Gerçekten, Hazret-i Meryem'in annesi Hanne ile Hazret-i Zekeriyyâ'nın Eysâ hanım kardeştiler. İleride Meryem büyüdüğü zaman, yanına girip çıkmada nâmahremlik olmasın diye alken, dinen ve âdeten kendisine Hazret-i Meryem'e bakma vazifesinin kendisine verilmesinin şart olduğunu söyledi. Diğer vazifeliler, Zekeriyyâ Aleyhisselâm'ın sözlerini kabul etmediler.

Kur'a çekmeye karar verdiler. Mescd-i Aksâ'nın yirmi altı rahibi ve reisleri Hazret-i Zekeriyyâ ile birlikte mukaddes saydıkları şeria nehrine gittiler. Tevrât yazdıkları kalemlerini nehre bıraktılar. Hepsinin kalemi teker teker suyun dibine battı. Zekeriyya Aleyhisselâm besmele çekerek kalemini suya bıraktı. Zekeriyyâ Aleyhisselâm'ın kalemi suyun üzerinde kaldı. Râhibler büyük bir şaşkınlıkla Zekeriyyâ Aleyhisselâm'a baktılar. Bunun üzerine, Hazret-i Meryem'i yetiştirmek vazifesi, teyzesi Eysâ ile kocası Hazret-i Zekeriyyâ 'ya kalmış oldu. Zekeriyyâ Aleyhisselâm, yıllarca Hazret-i Meryem'e baktı. Onu maddeten ve manen terbiye etti.

ALLAH’IN (C.C) HZ MERYEM’E YEMEK İKRAMI

Hazret-i Meryem "Mihrâb" denilen, yüksek bir hücredeydi. Orası yedi kapının ardında bir yerdi. Zekeriyyâ Aleyhisselâm'dan başkasının girip çıkması mümkün değildi. Zekeriyyâ Aleyhisselâm, yemek ve su gibi ihtiyaçlarını karşılamak için Hazret-i Meryem'in odasına gittiğinde yanında çeşit çeşit meyveler, sebzeler ve yiyecekler gördü. Kış mevsim'inde yaz meyve ve sebzeler; Yaz mevsiminde kış, meyve ve sebzelerini odasında görüyordu. Bir defasında sordu: Ey Meryem! Bu rızık sana nereden geliyor?" O da: Allâh tarafından! Şüphesiz ki, Cenab-ı Allâh dilediği kimseyi hesapsız bir şekilde rızıklandırır," diye cevap verdi.


KAYNAKLAR:



(1) Şehr-i Mesnevî, Tahirü’l-Mevlevî c. 13 s. 846-847, Bu hadiseyi Mevlânâ Hazretleri şöyle anlatmaktadır.

-“Hey yolcu acaba bizim Uzeyrimizden haberin var mı? diye sordular.

“Biri (babamız) dede ki: Bugün, muradınıza erer, ümitsizlikten onu görürsünüz.”

-“Uzeyr Aleyhisselam; Evet, benden sonra gelecektir, dedi. Çocuklarından biri bu müjdeyi işitince sevindi.”

-“Ey müjdeci şâd ol! diye haykırdı. Diğeri Uzeyr Aleyhisselâmı tanıdığı için kendinden geçerek:”

“-A! Sersem, müjdenin yeri değil, haberimiz olmadan biz madene kavuşmuşuz, dedi ve düştü, bayıldı.”
(2) Ebû Suûd Efendi, İrşâdu’l-akl-i Selim ilâ mezâyâ Kur’ân-i Kerim, c.4, s.59
(3) Tevbe:9/30