Arzuları doğrultusunda ilâhî emir ve yasaklar getirmeyen peygamberlere her türlü kötülüğü yapan Yahudîler, Dâvud Aleyhisselâm’a da iftira etti

Dâvud Aleyhisselâm bir gün sarayında ibâdet ettiği bir zamandı. Sarayın kapıları kapalıydı. Önünde nöbetçiler vardı. Kimsenin izinsiz içeriye girmesi mümkün değildi. Tanınmayan iki kişi âniden Dâvud Aleyhisselâm'ın yanına giriverdi. Dâvud Aleyhisselâm'ın huzuruna giren bu iki kişi Hazret-i Cebrâil ile Hazret-i Mikâil'den başkası değildi. (2) Bu beklenmedik hâl karşısında Dâvud Aleyhisselâm, telâşa kapıldı. Endişelendi. Korkuya kapıldı. Mülkünde ihtilâl olduğunu sandı. Kendisine baskın yapılıyor sanarak korkmuştu. (2) Bunun üzerine o iki melek:

-"Ey Davud! Korkma! Biz birbiriyle dâvâları olan hasımız. Birimiz diğerine haksızlık etti, zulümde bulundu. Onun için sana muhakeme olmaya geldik. Sen aramızda hak ile hükümde bulun ve aşırı gitme," dediler.

Dâvud Aleyhisselâm, kendilerine sordu:

-"Dâvânız nedir?"

Biri:

-"Ey Dâvud! Bu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan dokuz dişi koyunu vardır. Benim ise tek bir dişi koyunum var. Böyle iken o, bana :"O tek bir koyunu da bana ver, benim nasibime bırak," dedi. Bu konuda bana ağır basarak, galip geldi. Lisanı kuveetli olduğu için cevapta beni bastırdı," dedi. Dâvud Aleyhisselâm, dâvâcıyı dinledi. Dâvâlıyı dinlemeden hemen hüküm verdi:

-"Kardeşin senin bir tanecik koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle; sana zulmetmiştir. Hakikaten bir cemiyette yaşayan insanlar; kardeşler, ortaklar, arkadaşlar ve yoldaşlardan bir çoğu, mutlak birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip sâlih amel işleyenler başka. Onlar pek azdır." Dâvud Aleyhisselâm'ın dâvâcının bu açıklaması ve iddiası üzerine, işi tam incelemeden, olayın detaylarına inmeden ve şahitlerinin olup olmadığın sormadan ve dâvâlıyı dinlemeden, merhametini ortaya koymakta acele ederek, hemen hükmünü verin açıklayınca o iki hasım misâfir (o iki melek) birbirlerine bakıp gülüştüler. Ve âniden ortadan kayboldular. Dâvud Aleyhisselâm, bu hâlin, kendisine ilâhî bir tariz olduğunu anladı. Secdeye kapandı. Her iki tarafı dinlemeden hüküm verdiği için tevbe etti. İstiğfârda bulundu. Göz yaşları döktü.

Adâlet makamında bulunan, halkın arasında hüküm veren, hâkim ve peygamberin hüküm verirken elbette iki tarafı dinlemesi, şahit ve delilleri incelemesi gerekiyordu. Hukukta merhamete yer yoktu. Dâvud Aleyhisselâm kendi hâline günler üzüldü. Tam kırk gün göz yaşı döktü. Cenab-ı Allâh onun için cennette güzel bir makam olduğunu şöyle beyan etti.

-"Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.

-"Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır." (3) Bu hadisenin ilâhî bir sevk ile mülkünde ihtilâl olmadığını anladı. Fakat Yahudîlerin bu konuda çirkin, kötü ve tehlike iftiraları var

HZ DAVUT’A ATILAN İFTİRALAR


Arzuları doğrultusunda ilâhî emir ve yasaklar getirmeyen peygamberleri öldüren, kendilerine nasihat eden sâlih insaları idam eden ve arzuları doğrultusunda fetvâ vermeyen âlimleri öldüren Yahudîler, Dâvud Aleyhisselâm'a büyük bir iftira ettiler. O yüce peygamberi, insanlığın önünde küçük düşürmek ve onun haşa bayağı bir insan olduğu yaygarasını yaydılar. Yahudîlere göre bir çok eşi iolan Dâvud Aleyhisselâm'ın, halkından Urya adındaki bir şahsın eski nikâhlısı veya nişanlısı Sâbiğ adındaki hatunu çıplak olarak görmüş, onu almak için Uryâ'yı savaşa gönderip orada şehid olmasını temin etmiş ve bu şekilde Sâbiği icdivaç ettiğini yaydılar. Bunu bütün kitaplarında yazdılar. Yahudîler Kur'ân-ı Kerimde geçen iki hasım hadisesinin de bu kadın ile ilgili olduğu fikrini yaydılar. Mahtık, usulu fıkıh ve akâid ilminden yoksun olan bazı câhil Müslümanların Yahudîlere kandığı ve onların o çirkin hikâyelerini sohbet meclislerinde anlattıklarına ne yazık ki, az da olsa rastlanıyor.

İKİ HASIM KISSASI

İki hasım kıssası Kur'ân-ı karimde şöyle anlatılmaktadır. "Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o, zikir ve tesbih ile bize yönelmişti. Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi. Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik. Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı. Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar. Biri: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi" diye anlattı. Davud dedi ki: "Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten bir cemiyette yaşayanların çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az." Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi, rüku ederek yere kapandı, tevbe ile Allah'a yöneldi. Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır. Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır. (4) Bu mübârek âyetlerde Yahudîlerin çirkin iftirâlarına cevep vardır. Yahudîlerin çirkinlikleri ve iftiralarını bu mübârek âyetler, cevap verdiği; Dâvud Aleyhisselâm'ın büyüklüğünü ortaya koymaktadır.

YAHUDİLERİN İFTİRALARINA CEVAP


Yahudîlerin iftıraların uydurmalarını akıl ve mantık kabul etmediği gibi İslâm dini asla kabul etmez.

1- Yukarıdaki âyetlerde beyan olunan âyetlerde Yahudiler, Yahudîlerin iftıralarına cevaptır. Çünkü orada Yuhudîlerin dedikleri manada hiçi bir kelime yoktur. Davud Aleyhisselâm, iyi kul olduğu cennetlik olduğu beyan edilmektedir.

2- Peygamberlerin sıfatlarından biri de "ısmet"tır. Peygamberler, insanın şerefini düşüren, kötü davranış ve hareketlerden muaftırlar. Allah'ın koruması altındadırlar. Bir peygamberin yabancı bir kadını çıplak görüp kendisine tutulduğu ve onun kocasını savaşa gönderip, öldürülmesini sağlayarak onun eşiyle evlenmesi Yahudî mantığından başka hiçbir akıl ve mantık kabul etmez.

3- İki hasım geldiği zaman, sadece birini dinleyip hüküm vermenin yanlış olduğunu beyan etmektedir.

4- İnsan ne kadar sağlam surlar içinde olursa olsun, her zaman Allah'ın kudreti kendisine ulaşabilir. Dâvud Aleyhisselâm, büyük surlar ve sağlam duvarlı yapıları olan sarayının korumasını binlerce askerlere yaptırıyordu. Cenab-ı Allah, meleklerini göndererek, Dâvud Aleyhisselâm'a ne kadar sağlam surların arkasında olursa olsun yine Allah'ın gözetiminde ve Cenab-ı Allah'ın kudretinin kendisine ve bütün insanlara ulaşabileceğini bize bildirmek için bu hadiseyi beyan buyurdu.

5- Meleklerin "Hüküm verirken aşırı gitme" sözlerinden anlaşılacağı üzere, bu hadise insanlığa hak ve hukukun önemini hüküm verme konumunda olan devlet adamları, idâreciler, hâkim ve yargıçların çok dikkatlı olmaları gerekli olduğunu beyan etmektedir.

6- Mantık, usul-u fıkıh ve Akâid ilmine göre, Yahudilerin hikâyeleri tamamen uydurma ve asılsızdır.

HZ ALİ’NİN (R.A.) FETVASI


Hazret-i Alinin hilâfetinin son yıllarında bir çok kıssacılar çıkmıştı. Kursîler de yalan-yanlış hikâlere anlatıyordı. Sahabelerden duyduklarını söyleyerek, eskilerin masalların anlatıyorladı. Bu kıssacıların çoğu da kalben iman etmedikleri ol halde, İslâm kısvesine bürünmüş kötü niyetli Yahudîlerdi. Sözde Müslüman olmuş Yahudiler, cami, cemaat ve değişik toplantılarda, hep hikâye, masal ve kendilerinin uydurdukları çirkin şeyleri anlatıyorlardı. Maksatları, Müslümanları, dinden, imandan, Kur'ân'dan ve sünnetten uzaklaştırmaktı. Kıssacıların Dâvud Aleyhisselâm, hakkında Kur'ân-ı kerim, sünnet ve İslâm akâidine aykırı şeyler anlattığını duydu. Hazret-i Ali (r.a.) devrin âlim ve fakıhların topladı. Şöyle buyurdu:

-"Her kim Dâvud Aleyhisselâmın hadisesini kıssacıların uydurdukları şekilde konuşur ve anlatırsa ona yüz altmış değnek vururum."buyurdu. (5) Yine Hazret-i Ali (r.a.)

-"Çünkü peygamberlere iftira etmenin cezası yüz altmış değnektir ." Buyurdu. (6)

İslâm büyüklerinden, Kâdı ıyâz, Muhyiddin Arabî, imam Gazalî, imam Rabbanî hazretleri gibi büyük zâtlar, yazmış oldukları kitaplarında, Müslümanları Yahudîlerin, Dâvud Aleyhisselâm hakkında uydurdukları bu çirkin hikâyeye karşı duyarlı olmaya çağırdılar. İftira dan dillerini korumalarını söylediler. Peygambere iftira eden kişi dünya ve âhirette rezil olur buyurdular. (7)

YAHUDİLERİN CUMARTESİ YASAĞINI ÇİĞDEDİ

Dâvud Aleyhisselâm'ın döneminde Yahudîlerden yetmiş bin kadarı Kızıldeniz sâhilindeki Eyle kasabasında yaşıyordu. Hazret-i Musa'nın şeriaitına göre, Cumartesi günü ibâret günüydü. Cumartesi günü, zararî ihtiyaçlarının dışında çalışmak yasaktı. Eyle kasabasının geçimi balık üzerineydi. Eyle kasabasın sularında bol miktarda balık bulunurdu. Halk Cumartesi günü, tatil yapıp ibâdetle uğraştıkları için, sâhilî serbest bulan balıklar, sahile akın ediyorlardı. Balıklar o gün, avlanmanın olmadığın hissettikleri için, olsa gerek o gün sahile koşuyorlardı. Sahil balıklar ile doluyordu. Cumartesi günü, sahile dolan balıkları gören Yahudîlerin gözleri kamaşıyordu. İçleri gidiyordu. Cumartesi günündeki bu balık akını, insanlara câzip geldi. Dinlerinin emrine uyarak onlara dokunmuyorlardı. Yahudîler, balıkları avlanmanın yollarını araştırdılar. Fasık ve sapık Yahudîler, balıkların sahile gelmeleri gelmeleri karşısında hırslarını tutamadılar. Dinlerinin emirlerini ihlâl ederek, bazı hilelerle haram günde balık avlamaya başladılar. Memleketin âlimleri, Yahudîlere nasihat ettiler. Gözleri dünya hırsı bürümüş olan Yahudîler, âlimlerin seslerine kulak vermediler. Kendilerine nasihat eden âlimlere işkence ve zulüm ettiler.

-"Biz nasihatçıları sevmeyiz," dediler.

Yahudîler, büyük bir yaygara kopardılar.

-"Artık Cumartesi yasakları kaldırıldı."

Bu yaygarayı her tarafa yaydılar. erçek mü'minler inanmadılar. Fakat, kalblerinde dünya malına karşı hırs olan Yuhadîler, Cumartesi günü, yasakları çiğnediler. Halk ikiye bölündü. Bir kısım sâlih mü'minler. Diğer kısım, Cumartesi günün kutsiyetini çiğneyen Yahudîler. Sâlihler, Yahudîlerin kendi sözlerinin dinlemediklerini görünce uzlete çekildiler. Âlimler, nasihatlarını bırakmadılar. Kendilerine,

-"Bu fasık kavmelere neden bu kadar nasihat ediyorsunuz? Bırakın bu Yahudîleri?" denildiği zaman, âlimler:

-"Bizim vaaz ve nasihatimizin iki sebebi vardır.

Birincisi İyiliği emretmek ve kötülükten vazgeçirmeye çalışmak (emr-i bi'l-maruf ve nehyi anıil-münker) hayat sahabi olan her mü'minlere farz-i kifâyedir. Bu insanlara doğru yolu anlatmamız gerekir. Yoksa yarin ahirette Cenab-ı Allah, bizden bunun hesabını sorar. Toplumun kötülüklerini görüp onlara nasihat etmeyen ve doğru yolu göstermeyen âlimler, Allâh'ın lânet ve gazabına uğrar. İkincisi: Umitsizlik asla caiz değildir. Dünya da ümitsizliğe kapılmamalıyız. Toplum ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, onların tevbe ve hidâyetleri için çalışmalıyız. Allah'dan ümid kesilmez. Bunlara doğru yolu anlatmalıyız. Belki vaaz ve nasihat ile içlerinde biri yola gelir. Hidâyet bulur. Cehennemden kurtulur. İnsanların hidâyetine sebep olmak ibâdetlerin en büyüğüdür. Biz son nefesimize kadar insanlara Allah'ın emir ve yasakları tebliğ etmeye çalışacağız. Bu bizim vazifemiz" Alimler, büyük bir aşk ile onlara Yahudîlere doğru yolu anlattılar. Fakat Yahudîler, daha da ileri gidip azgınlaştılar. Dinden çıktılar. Kâfir oldular. Mürted oldular. İyiler ile kötülerin bir arada yaşamaları zorlaşınca şehri ikiye böldüler. Eyle kasabasının ortasından büyük bir duvar çekildi. Büyük bir sur. Berlin duvarı gibi. İki sene Yahudilere mühlet verildi. Küfürlerinden vazgeçmeyen, Yahudîlere Dâvud Aleyhisselâm lânet okudu. Eyle kasabasının Yahudîleri "maymun" oldular. Her taraftan "uşt uşt" diye kovulan hakir ve zelil maymunlar oluverdiler. Bir rivâyete göre, yaşlıları hınzır (domuz) gençleri maymun şekline döndüler. (8) Yahudîlerin, bu kötülüklerini görüp, onlara doğru yolu anlatmayan ve "bana ne" deyip; "neme lâzimcılık" felsefesini güdenlerde aynı felâkete uğradılar. Sadece çok az bir kısım kurtuldu. Maymun ve hınızır olan Yahûdiler, sahralara çıkıp başı boş dolaştılar. Üç gün sonra hepsi helak oldu. Yağmurlu bir fırtına gelip, leşlerini sürüleyip, denize doldur.

DAVUT ALEYHİSSELAM’IN VEFATI


Yahudîlerin, bunca işkence, kötülük ve zulümlerine karşı Dâvud Aleyhisselâm, memleketini genişletti. Fetihler yaptı. Kızıldenizden Fırata kadar geniş bir arazı'ya sahip oldu. İnsanlara, Allah'ın emir ve yasaklarını öğretti. Bir çok şehirler kurdu. Kudus-u şerifi, siyâsî ve ruhâni merkez hâline getirdi. Mescid-i Aksâ'nın inşaatına başladı. Ümmetinin âlim, Sâlih ve faziletli insanları ile birlikte sırtında taş taşladı. Dâvud Aleyhisselâm, Mescid-i Aksâ'nın inşaatını bitirmeden vefat etti.Vefatındı yetmiş veya yüz yaşındı olduğu rivâyet edilir.

KAYNAKLAR:

(1) İslâm tarihi, c. 1, s. 221
(2) İslâm tarihi, c. 1, s. 222
(3) Sâd: 38/ 25, 26
(4) Sâd 38/17-26
(5) İslâm tarihi, c. 1, s. 222
(6) Ruhul-Beyan, c.8, s. 20
(7) Ruhul-Beyan, c.8, s. 20
(8) İslâm Tarihi, c. 1, s. 226, Osmanlı yayınevi

Yahudi mezalimi -5- Firavun Kıbtiler’in teklifini kabul ettiYahudi mezalimi -5- Firavun Kıbtiler’in teklifini kabul etti