Hârun Aleyhisselâm da Hz. Musa gibi Yahudilerden çok eziyet gördü. Sapkınlıkta sınır tanımayan İsrailoğulları, kendilerini hidayete çağıran Hz. Harun’u dinlemedikleri gibi onu yaş yağmuruna tuttu

Musa Aleyhisselâm Tur-i Sinâ çıktığı zaman, yerine Hârun Aleyhisselâm'ı halife tayin etmişti. Sâmiri, İsrâiloğullarını sapıttı. Altından bir heykel yaptı. Buzağı heykeli Onlara: Ey Yahudiler! Sizin Rabbiniz budur," dedi. Hârun Aleyhisselâm, Yahudilere: Ey İsrâiloğulları, bu heykel ilahınız değildir. Allah'ın misli yoktur. O bir heykel değildir. O doğmamış ve doğrulmamıştır. Yazık etmeyin kendinize puta tapmayın," dedi. Yahudiler, Hârun Aleyhisselâm'ı dinlemediler. Hârun Aleyhisselâm'a karşı çıktılar. Hârun Aleyhisselâm'ı taşladılar. Yahudilerin bu sapıklığını Cenab-ı Allah, Musa Aleyhisselâm'a bildirdi: Allah, doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı" dedi. Hemen Musa Aleyhisselâm, öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü. Yahudileri topladı. Onlara şöyle dedi: Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Size bu süre mi çok uzun geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi, bana olan vaadinizden caydınız?" Yahudiler:

-"Biz sana verdiğimiz sözden, kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o (Kıbtî) kavminin süs eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Onları (ateşe) attık. Sâmirî de (kendi mücevheratını) böylece atmıştı," dediler. Nihayet Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: "İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur, ama o unuttu" dediler. Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu. And olsun ki Harun daha önce onlara:

-"Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.

Onlar cevap olarak şöyle dediler:

-"Musa bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaya elbette devam edeceğiz."

Musa Aleyhisselâm, gelince kardeşine şöyle dedi:

-"Ey Harun! bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni engelleyen ne oldu?"

"Neden benim yolumu takip etmedin, benim emrime karşı mı geldin?"

Harun Aleyhisselâm:

-"Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı (saçımı) tutma. Ben senin 'İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözüme bakmadın' diyeceğinden korktum." dedi.

Hz. Musa bu defa Sâmirî'ye dönerek:

-"Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi.

Sâmirî:

-"Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi.

HARUN ALEYHİSSELAM’IN VEFATI

Harun Aleyhisselâm, Hazret-i Musa'dan önce vefat etti. Hârun Aleyhisselâm, Tîh çölünde vefat etti. (1) Tîh vadisinde geçen kırk senenin sonlarına doğruydu. Hârun Aleyhisselâm, kardeşi Hazret-i Musa ve kendi oğulları ile birlikte Tûr dağında gezintiye çıkmışlardı. Önü yeşillik ve içi nurlu bir mağara gördüler. Azrail Aleyhisselâm, gelip, burada bulunan çok güzel bir taht üze­rinde ruhunu teslim alacağını söyledi. Hârun Aleyhisselâm, kardeşi Hazret-i Musa’ya oğulları hakkında vasiyet etti. Hayatta olan annesi ve kavminin diğer ferdlerine selâm gönderdi. Âhiret âlemine göçtü. Musa Aleyhisselâm, yeğenleri, göz yaşları arasında namazını kılıp çıktıktan sonra; melekler, mağaranın kapısını kapattılar. (2)

HZ HARUN’UN MEZARI GİZLİ TUTULDU

Yahudilerin taşkınlıkları meşhurdur. Yahudilerin taşkınlıkları yüzünden Hârun Aleyhisselâm'ın mezarı gizli tutuldu. Bir rivâyete göre, Hârun Aleyhisselâm hacca gitti. Mekke'ye vardı. Kâbeyi ziyâret etti. O yüce makam tavaf etti. Şam'a dönerken Medine'de hastalandı. Orada vefat etti. Yahudiler, kendisini çok seviyordu. Yakınlarına:

-"Beni burada gömün," dedi.

-"Neden?"

-"Yahudiler, sonra gelip kabrimi açmasınlar," diye cevap verdi.

Hârun Aleyhisselâm, Medine'de vefat etti. Harun Aleyhisselâm'ı Uhud dağının eteğine defnettiler. (3) Hârun Aleyhisselâm, insanlara Tevrât'ı okur ve hükümlerini anlatırdı. Musa Aleyhisselâm bir yere gideceği zaman O, İsrâil Oğullarının başında vekil olarak kalırdı. Kubbetu'z-Zaman (4), Hârun Aleyhisselâm'ın uhdesindeydi. İsrâiloğullarının kurbanlarını Hârun Aleyhisselâm keserdi. Tevrât o açardı. Hârun Aleyhisselâm, imam ve halefeydi. Hârun Aleyhisselâm, 80 sene Peygamberlik yaptı. Hârun Aleyhisselâm, 123 yaşında iken vefat etti.

HIZIR ALEYHİSSELÂM

Hızır Aleyhisselâm, İsrâiloğullarından değildir. Ama Yahudilerden çok eziyet gördü. Hızır Aleyhisselâm, Hazret-i İbrâhim’in dedesinin amca oğludur. (5) Hızır Aleyhisselâm’ın Babası bir hükümdârdı. (6) Babasının Melkân idi. Hızır Aleyhisselâm’ın annesinin adı Elhâ idi. (7) Nemrudların, erkek çocukları öldürdüğü bir dönemde Hızır Aleyhisselâm’ın annesi onu gizlice bir mağarada doğurdu (8) Hızır Aleyhisselâm’ı, annesi mağarada do­ğurdu. Onu büyük tevekkül ile Allâh'a teslim etti. Hızır Aleyhisselâm'ı bir koyun emzirdi, onu mağarada bulan çoban evine götürüp besledi. (9) Takdîri İlâhî, Hızır Aleyhisselâm, babasının açtığı bir im­tihanda, güzel yazısı, iyi ahlakı, temiz aklı ve yüksek zekâsı ile onu baba ve annesine kavuşturdu. (10) Anne ve babasına kavuştuktan sonra, iyi bir eğit gördü. Daha sonra memleketinden hicret etti. Gurbette yaşadı. Zülkarneyn Aleyhisselâm'a (11) vezir oldu. Onunla beraber dünyanın fethine çıktı. Batı ve doğuya seferler düzenledi. Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı sed yaptılar. Levhi mahfuz'da yazılan olan Fatiha sûresini gördü. Ona aşık oldu. Fatiha sûresinin Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine ineceğini öğrenince, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine ümmet olmak için dua etti. Ab-ı Hayat suyundan içti. Musa Aleyhisselâm ile olan arkaşlığı Kur'an-ı kerim haber vermektedir.


İSRAİLOĞULLARI’NIN HAK DİNE ÇAĞIRDI

Hızır Aleyhisselâm'a fiilen peyamberliğin verilmesi. Peygamberlik, Hızır Aleyhisselâm’a verilen en büyük mertebe. İnsanlara yol göstermek görevlerin en büyüğüdür. Hidâyetin kaynağı olan peygamberlerde insanların en şe­reflisidir. Yûsuf Aleyhisselâm’dan (12) sonra yeryüzünü yine küfür bulut­ları sarmıştı. Kapkara bulutlar. Yer yüzü zifiri karanlık olmuştu. Göz gözü görmüyordu. İnsanın değeri kalmamıştı. Hazret-i İbrâhim’in getirdiği Hanif dini insanların arasında unutulmuştu. Hazret-i İsmail, İshak, Yakub, Yusuf ve diğer peygamberler birer birer insanla­rın zihnin­den silinmişti. Allâh inancı kalmamıştı. İnsanlar putlara, heykellere ve efendilerine tapmaktaydı. Kimide Ay’a, Güneşe ve Yıldızlara iba­det etmekteydi. Peygamberlerin Yüce Allâh’dan getirmiş olduk­ları ilahi ahkam, hidayet, nur ve ili­min yerini küfür, zulüm, hak­sızlık ve cehâlet almıştı. Yûsuf Aleyhisselâm ile kardeşlerinden sonra Hızır Aleyhisselâm’a nübüvvet (peygamberlik) verildi. (13) Hızır Aleyhisselâm yıllarca İsrâiloğullarını hak dine ça­ğırdı. Kendisi İsrâiloğullarından olmamasına rağmen İlâhî takdîr onu İs­râiloğullarına Peygamber olarak göndermişti. Hızır Aleyhisselâm yıllarca İsrâil oğullarını Allâh’ın da­vetine çağırdı. Yahudîler ona iman etmediler. Hak ve adâleti kabul etmediler. Zulme ve haksızlığa devam ettiler.

KAYNAKLAR:


(1) İbni Esîr, El-Kâmil fit-Tarih c. 1, s. 188; İbni Kesîr, Kısasu’l-Enbiyâ, c.2, s. 191

(2) İslâm Tarihi, c. 1, s. 195, Osmanlı yayınevi
(3) Mir'ât-ı Kâinât, c. 1, s. 224
(4) Kubbetuz'-Zaman, İsrâil oğulları, Tih çölünde iken, boyu, üç, eni ve yüksekliği onar arşın olan kubbeli bir çadır ve kubbenin etrafında boyu yüz, eni elli, yüksekliği beş arşın olan bir duvar yaptırdı. Sandığın içine, gökten inen şerefli levhaları koydu. Tevrat orada bulunurdu. Kubbe-i Zaman'a aynı zamanda, Beytül-Emed ve Beytül'Mukaddes'te denirdi. Kubbe-i Zamanın üzerine ilâhî bir nur inerdi. Musa Aleyhisselâm ve Hazret-i Hârundan başkası oraya giremezdi. Kubbetu'z-Zamanın görevlisi Hârun Aleyhisselâmdı. İsrâil oğulları kurbanlarını orada Hârun aleyhisselâm'ın gözetiminde keserlerdi. Kubbetuz'Zaman İsrâil oğullarının kıblesiydi. Namaz için oraya dönerlerdi. Musa Aleyhisselâm ve Hazret-i Hârun oraya girdiği zaman gökten bir nur inerdi üzerlerine… Kısasu'l-Enbiya, c. 2, s. 158, ibni kesir
(5) Hadis Ansiklopedisi 12/ 180 İbrâhim Canan.

Hazret-i İbrâhim’in Urfada doğduğu ve ateşe atıldığı tevatur derecesinde kuvvvetli rivayeti kabul ettiğimize göre, Hızır Aleyhisselâm’ında Urfa topraklarında doğduğunu kabul etmemiz gerekir.
(6) İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, (terc. ), I/ 53.
(7) Kemâleddin Demirî, Hayâtü’l-Hayevân el-Kübrâ, (Daru İhyâü’t-Türâs el-Arabî, Beyrut , I, 270. Kurtubî, bu ismin “Elmâ” olduğunu nakleder. Bkz. Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, (Daru’l-Fikr, Beyrut 1995), 10/416.
(8) Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 10/416; Demirî, Hayâtü’l- Hayevân el-Kübrâ, 1/ 270.
(9) Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 10/416; Demirî, Hayâtü’l-Hayevân el-Kübrâ, I/ 270.
(10) el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, ( Kurtubî Tefsiri): 10/416 Ebû Abdullah, Muhammed bin Ahmed El-Ansâri, Kurtubî, Daru’l-Fikr
(11) Zülkarneyn Aleyhisselâm; doğuya, batıya seferler yapan ve Dünya’nın fatihi olan bu cengâver ve sâlih bir zâttır. O, beyaz-kırmızı benizli, iri başlı, iri gözlü olup, güzel ahlaklı, çok doğru sözlü, hakka karşı, hüşü’ sahibi, halka karşı mütevâzi, alçak gönüllü, dünya malından kaçınan ve kendi elinin emeği ile geçinen bir kişiydi. Zühd ve takvâ sahibi olan Zülkarneyn Aleyhisselâm, dünyaya hükmeden bir hükümdâr olmasına rağmen, zenbil örerek eşini ve çocuklarını geçindirirdi. Evine devletin mal ve parasını asla sokmadı. Kur’ân-ı kerim; Zülkaraneyn Aleyhisselâmın kimliğinden çok kişiliği üzerinde durmaktadır. Hızır Aleyhisselâmın teyzesinin oğlu ve salih bir kişiydi. Peygamber veya veli olduğu ihtilaflıdır... Cenab-ı Allâh, Ona yeryüzündeki insanlara emir ve yasaklarını tebliğ vazifesini verdi... Nuh Aleyhisselâmın oğlu Yasefin soyundan olan Zülkarneyn Aleyhisselâm, Semûd kavminden sonra, Hazret-i İbrâhimin döneminde yaşamış ve Halilullah ile birlikte haccetmiştir. Teyzesinin oğlu olan Hızır Aleyhisselâmı kendisine vezir ve ordularına komutan tayin eden Zülkarneyn Aleyhisselâm uzun bir süre cihâd etti. Batı ve doğuyu fethetti. Cenab-ı Allâh onun emrine “zulmet”, “nur” ve “bulutları” vermişti. İstediği zaman arzuladığı yeri karanlıklar içerisinde bırakabiliyordu. Ordusu ile beraber bulutların arasına girerek, rüzgarların yardımıyla istediği yere rahatlıkla gidebiliyordu. İnsanları dine davet etti. Adalet, ile insanlar arasında hükmetti. Ye’cüc ve Me’cüc seddini inşa etti. Semûd kavminden sonra Nemrutların zamanında doğan, Zülkarneyn Aleyhisselâm, binaltıyüz (1600) yıl yaşadı, bunun beşyüz (500) senesini Hızır Aleyhisselâm ile birlikte kâfirlerle savaşmak ile geçirdi. Mekke’de vefat etti. Mir’at-i Kâinât:1/338, Ruhu’l-Beyan:5/290

(12) Yusuf Aleyhisselâm, Yakub Aleyhisselâm’ın oğlu ve Mısır halkına gönderilen peygamberdir. Annesinin adı Râhil’dir. Küçük yaşta iken annesi vefat etti. Öksüz kaldığı ve küçük olduğu için babasının ona olan şefkatını kıskanan kardeşleri onu önce bir kuyuya attılar, sonra “kölemizdir”, diyerek onu az bir para karşılığında sattılar. Gömleğine kan sürüp, babasına, “senin oğlunu kurt parçalıyıp yedi” dediler. Yusuf Aleyhisselâm, Mısır’da saraya satıldı. Onu satın alan Kıtfîr (veya İzfîr) adında ki, Mısır azîzî, (maliye bakanı) eşine, “buna iyi bak, bunun yüzünden ileride fayda göreceğimizi umuyorum”, dedi. Yusuf Aleyhisselâm, çok güzeldi. Onu gören şehrin kadınları farkına varmadan ve acı hissetmeden ellerini kesebilecek kadar güzel ve nurânî yüzlüydü. Azizin eşi Züleyhâ, onu günah işlemeye çağırdı. Yusuf Aleyhisselâm, bu kötü isteğe boyun eğmediği için hapse atıldı. Uzun süre zindanda kaldı. Cenab-ı Allâh, ona ilim, hikmet ve rüyâlarını tabirini öğretti. Kendisine peygamberlik verildi. Sonra Mısır’a Azîz (Maliye Bakanı) oldu. Mısır ve civarında kıtlık başgösterdi. Yusuf Aleyhisselâm, almış olduğu isâbetli ekonomik ve politik kararlarından dolayı ülkeyi, iktisâdî sıkıntı ve bunalımlardan kurtardı. Memleketi sağ salim olarak düzlüğe çıkarttı. Kendisinden buğday almaya gelen kardeşleri aracılığıyla babasını yanına aldırdı. Kardeşlerini bağışladı. Yusuf Aleyhisselâm, sıddîk ve iffet timsâliydi. Yusuf Aleyhisselâm, hakkında daha geniş bilgi almak için Yusuf sûresine bakınız.
(13) Mir’ât-ı Kâinât :1/225 Hızır Aleyhisselâm için, Beni İsrail Peygamberlerindendir diyen alimlerin görüşleri doğrudur. Ama Hızır Aleyhisselâm, İsrailoğullarından değildir. Hızır Aleyhisselâm Hazret-i İbrâhimin zamanında doğmasına rağmen Yusuf Aleyhisselâmdan sonra nebi olmuştur. İbni İshâk ise, Allâh’ın İsrailoğullarına kendilerinden Nâşiye b. Emvas (Emûs?) adında birini halife yaptığını ve onunla birlikte Hızır Aleyhisselâmı İsrâiloğullarına Peygamber olarak gönderdiğini açıklamaktadır. Bakınız: İslâm Tarihi el-Kâmil Fit-Tarih Tercümesi, c. 1, S.153, İbnü’l-Esir. Bazı tarihi eserlerde Ermiyâ Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm birbirine karıştırılmaktadır. Halbuki, Ermiyâ Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm farklı farklı kişilerdir... Ermiyâ Aleyhisselâm; İsrâiloğullarına gönderilen peygamber (nebî)lerdendir. Şa’yâ Aleyhisselâm’ın şehid edilmesinden sonra azgınlıkları ve isyanları iyice artan İsrâiloğullarına hak yolu bildirdi. İsrâiloğullarının başında bulunan Nâşiye bin Emvâs adlı hükümdâra ve Yahudîlere iman edip günahlarından tövbe etmedikleri takdirde Cenab-ı Allâh’ın onların başına kan döken, zâlim bir kulunu müsallat edeceğini bildirdi. Yahudîler Ermiyâ Aleyhisselâm’ı hapsettiler. Buhtunnasr Kudüsü ele geçirdiği zaman onu serbest bıraktı. Mısır’a gitti. Buhtunnasr’ın elinden kaçıp Mısır Firavununa sığınan Yahudîlere nasihat etti. Bu elim hadiseden ibret almalarını söyledi. Yahudîler yine O’na kulak asmadılar. Buhtunnasr; Mısır’ı istilâ ettiğinde Mısır’daki bütün Yahudîleri esir ettiği hâlde ona karışmadı. Ona emân (güvence) verdi. Arzu ettiği yere gitmesi için serbest bıraktı. O’da kendini ibâdete verdi. Hızır Aleyhisselâm ise, Hazret-i İbrâhim’den önce Urfa topraklarında doğup, âb-ı hayatı içerek, uzun bir ömre sahip olmuştur. Hızır Aleyhisselâm’ın Hazret-i Musa ile olan seyâhatini Kur’ân-ı kerim haber vermektedir. Halbuki Ermiyâ Aleyhisselâm ise Hazret-i Musa’dan asırlarca sonra dünyaya gelmiştir. Bu konuda geniş bilgi için Ermiyâ Aleyhisselâm hakkında geniş bilgi için “Üzeyr Aleyhisselâm” isimli kitabıma bakınız.