Yûşâ Aleyhisselâm’ın Yahudilere, “Musa Aleyhisselâm’ın getirmiş olduğu İlâhî kitab’a iman edip, içindeki emir ve yasaklara uyun” demesine rağmen Yahudîler, Tevrâtın emir ve yasakları bize çok ağır geliyor” diyerek inançsız kavim olduklarını bir kez daha göstermiş oldular

Musa Aleyhisselâm, Tur halkının olduğu yere vardı ve orada dur­du­lar. (1) Orada konakladılar. Musa Aleyhisselâm Tûr-i Sînâ’ya çıkmaya hazırlandı. Tûr-i Sînâ’ya çıkarken, Hârun Aleyhisselâm’ı kavmi­nin başında bı­raktı. Yanına hâs talebesi, Yûşâ Aleyhisselâm ve sâlihlerden yetmiş kadar kişiyi aldı. Yûşâ Aleyhisselâm’ın;

-“Yetmiş kişiyi almaya ne gerek var?” sorusuna:

-“Yetmiş kişiyi yanıma almazsan korkarım beni yalan­lar ve getir­miş olduğum ilâhî emir ve yasakları ka­bul etmezler” diye cevap verdi.

Musa Aleyhisselâm’a on emir (2) ve Tevrât[ (3) verildi.


YAHUDÎLERİN ALTIN VE GÜMÜŞE TAPMALARI

Musa Aleyhisselâm’ın Tûr’daki çilesinin son günlerine doğru, Sâmirî (4) İsrâil Oğullarını saptırdı. Sâmirî, İsrâil Oğullarının ellerindeki altın ve mücev­herâtı hile ile topladı. Onları kuvvetli bir ateşte eritti. Daha sonra bir buzağı yaptı. Bir takım mehâret ve hile­lerle ona ses ve hareket verdi. İsrâil Oğulla­rını topladı ve onlara:

-“İşte bu, sizin Rabbinizdir. Musa’nın da Rabbi budur, bunu arayıp bulmak için Tûr’a gitti. Geliniz buna tapı­nız!” diye seslendi.

Yahudîler ona inandılar. Hak yoldan saptılar. Hârun Aleyhisselâm, onlara mâni olmaya çalıştıysa da dinlemedi­ler. Hatta onu öldürmekle tehdid ettiler. Buzağıya tapan Yahudîlerin çoğu öldürüldü. Daha sonra tevbe edenler bağışlandılar. (5)


İNANÇSIZ KAVİM

İsrâil Oğulları büyük bir hasretle bekledikleri kitablarına kavuş­muş­lardı. Ellerinde Tevrât gibi İlâhi bir kitab vardı. Fakat Yahudîler, Tevrât’a inanmak istemedi­ler. Yahudîler, Mısır’da Hazret-i Musa’nın elinde dokuz bü­yük mücize’yi gördüler. Denizin kendilerine yol verişini yaşadılar. Tîh sahrâsında cezâya çarpıldılar. Cezâlı oldukları halde gökten kendilerine kudret hel­vâsı ve bıldır­cın eti indi. Taştan oniki pınar fışkırdı. Sıcak yaz günlerinde bulutlar onlara gölgelik oldu. Bu mü’cizelere rağmen, iman etmediler. Allâh’ın varlığını ve birliğini tam olarak kabul etmedi­ler. Musa Aleyhisselâm’ın peygamberliğini tasdik etmedi­ler. Tevrât’ı ağır buldular. Yûşâ Aleyhisselâm, halkı toplayarak,

-“Musa Aleyhisselâm’ın getirmiş olduğu İlâhî kitab’a iman edip, içindeki emir ve yasaklara uyun,” diye uyardı. Yahudîler:

-“Tevrâtın emir ve yasakları bize çok ağır geliyor” de­diler.

Tevrâtın hükümlerine göre amel etmekten kaçındılar.

Musa Aleyhisselâm dua etti. Tûr dağı başlarının üzerine kaldırıldı. Yahudîler, bü­yük bir şaşkın­lıkla Tûr dağına baktılar. Dağ yerden kopa­rılmış ve başlarının üzerine kaldırılmıştı. Onlar bü­yük bir şaşkınlıkla başlarının üzerindeki dağa bakıyor­lardı ki, bir ses yükseldi:

-“Ateş! Ateş geliyor! Üzerimize!

Yahudîler büyük bir korku ile ateşe baktılar. Alev alev yanan bir ateş dağı yüzlerinin yamacından, kendilerine doğru geliyordu. Yahu­dîler daha da heyecanlandılar. Bü­yük bir şaşkınlıkla önlerindeki ce­hennem gibi yanan ateşe baktılar. Korkuya kapıldılar. Arkalarına doğru kaçmak istediler. O çöl adetâ deniz oldu. Tuzlu bir deniz getirildi. Önlerinde ateş, arkala­rında tuzlu deniz ve üstlerinde Tûr dağı vardı… Kaçabile­cekleri bir yer yoktu

Onlara:

-“Ey İsrâil Oğulları! Size verdiğimiz kitabı ve içindeki emir ve ya­sakları kuvvetle tutunuz ve ona sımsıkı sarılı­nız ve söz dinleyin,” de­nildi.

Musa Aleyhisselâm’ın adına Yûşâ Aleyhisselâm ayağa kalktı. Dağ, ateş ve deniz üçgeninde şaşkına dönen Ya­hudîlere seslendi:

-“Ey İsrâil Oğulları: Üzerinizde dağ, önünüzde ateş, arkanızda de­niz… Eğer İlâhî emirleri kabul etmez ve size verilen Tevrât’a sırt çevi­rirseniz belâ’ya uğrarsınız. Ya şu dağ üzerinize bırakılacak! Yahut şu denizde boğula­caksınız! Ya da ateşte yakılacaksınız!” ihtârı üze­rine, Yahûdiler, işin ciddiyetini kavradılar. Kaçabilecekleri bir yerin de olmadığını iyice anladılar. Mecbûren kabul­lendiler. Yüzlerinin yarısı üzerine secdeye kapandılar. Secde hâlinde, üzerlerindeki dağı gözucuyla süzdüler. (6)

İsrâil Oğulları:

-“Yâ Musa! İşittik ve itaat etti. Kabul ettik! Kabul et­tik. Eğer te­pe­mizde dağ, önümüzde ateş ve arkamızda tuz denizi olmasaydı sana itaat etmezdik!” dediler. (7) Yahudiler, ancak bu şartlar altında iman ettik dediler. Canları kurtuldu.

KENAN İLİNE YOLCULUK

Kırk yıl süren bir yolculuk. Ken’ân İli, (8) Yakûb Aleyhisselâm’ın memleketidir. Ken’ân diyârının en büyük şehirleri, Erihâ, Nablüs ve Kudüs ol­du­ğundan hemen karşılarına gelen Erîha şeh­rine doğru gittiler. (9) Mısır’ı fetheden, Yûşâ Aleyhisselâm ile Kâlib bin Yuknâ kuman­da­sındaki iki tevhid ordusunun dönmesi üzerine Musa Aleyhisselâm, İsrâil Oğullarına Ken’ân ille­rine doğru hareket etme emrini verdi. Ken’ân illeri, mukaddes topraklar. Musa Aleyhisselâm o mukaddes topraklara yerleşme emrini al­mıştı. Fakat buraları o zaman Amâlika kabilele­rinden bir takım zor­baların elinde olup onları oradan çarpışarak çıkarmak gerekiyordu. (10) Ken’ân iline Cebbâr bir kavim olan Amalikâ kâfirleri yerleşmişti. Mukaddes topraklara, ana yurdu ve baba ocağına girebilmek için hiç şüphesiz Amâlika’lılar ile sa­vaşmak gerekiyordu. Musa Aleyhisselâm, Filistin’deki bu Cebbârlar deni­len Amalika kâfirlerinin hallerini araştırmak için, İsrâil Oğullarından ve içlerinde Yûşâ Aleyhisselâm ile Hazret-i Kâlib’in bulunduğu on iki kabilenin temsilcilerin­den meydana gelen bir keşif kolu gönderdi. Bunlar gidip düşmanın kuvvet ve kalabalığını yerinde görecek ve araştıracaklardı. Amâlika’lılardan gördüklerini dönüp Musa Aleyhisselâm’a an­lattılar. Musa Aleyhisselâm, taktik ge­reği, görüp işittiklerini halka anlat­mamalarını istedi. Yûşâ Aleyhisselâm ile Hazret-i Kâlib dışında diğer görevliler gördüklerini halka anlattılar. Asırlarca esâret ve zulüm altına yaşayan İsrâil oğullarının millî duyguları körleşmişti. Şuursuz ve ruh­suz bir toplum haline gelmiş­lerdi. Tembel, yorgun ve bitkin bir insan portresini çizen Yahudîler, endişeye kapıldılar. Korktular. Musa Aleyhisselâm, savaş için almış olduğu ilâhî emri kendile­rine tebliğ ettiği zaman, Yahudîler, mukad­des yurtları için olsa bile savaşamayacaklarını şöyle dile getirdiler:

-“Ey Musa! Orada cebbâr bir kavim var. Biz on­larla nasıl baş edebiliriz? Sonra halimiz ne olur? Sen git, Rabbinle beraber orada savaş. Biz burada oturup sizi bekliyeceğiz,” (11)

YAHUDİLER SALİH İNSANLARI TAŞLADI

Yûşâ Aleyhisselâm, hayretle Yahudîlere baktı. Yahudîler, Allah’ın emirlerine karşı geliyordu. Peygamberlerini dinlemiyorlardı. Yahudîler, kendileri için, her türlü tehlikeyi göze alan peygam­berlerine saldırmak üzereydiler. Yûşâ Aleyhisselâm, oracıkta bulunan büyükçe bir kayanın üze­rine çıktı. Müzzafer bir komutanın edası ve gür sesiyle seslendi:

-“Yahudîler!”

Yahudîler, Musa Aleyhisselâm’ı bırakıp, Yûşâ Aleyhisselâm’a döndüler. Yûşâ Aleyhisselâm, sözlerine devâm etti:

-“Zâlimlerin üzerine kapıdan girin. Oraya bir kere gir­diniz mi? (savaşa bir başladınız mı?) artık muhakkak gâlipsiniz (zafer sizindir). Eğer mü’minler iseniz Allâh’a tevekkül edin (O elbette sizi başarıya ulaştıracaktır). (12) O anda Kâlib Aleyhisselâm’da topluluğun içinden çı­kıp, Yûşâ Aleyhisselâm’ın yanına geldi. Gür sesiyle ba­ğırdı:

-“Ben de Yûşâ Aleyhisselâm’ın sözlerini tasdik ediyo­rum. Korkmayın, şehre girin, düşmanlara saldırın, Allaha tevekkül edin. O sizlere yardım edecektir,” dedi. Yûşâ Aleyhisselâm, sözlerine devam etti.

–“Korkmayın! Allâh’a tevekkül edin! Allâh sizleri, Fira­vun’un zulmünden kurtardı. Denizde sizlere on iki yol açtı. O sizi burada yal­nız bırakmayacaktır.”

Yahudîler, Yûşâ Aleyhisselâm ile Kâlib bin Yuknâ’yı taşlamaya başladı. Kendilerine doğru yolu gösteren ve Cenab-ı Allâh’ın kitabında öv­düğü o değerli insanları (13) taşa tuttular. Yahudîler, bir tarafta Yûşâ Aleyhisselâm ile Hazreti Kâlibi taşa tu­tarlarken büyük bir kızkınlıkla Musa Aleyhisselâm’a döndüler:

-“Yâ Musa! Onlar (Cebbârlar) orada (şehirde) ol­dukça biz hiçbir zaman oraya girmeyiz. Haydi sen ve Rabbin gidin de ikiniz harbedin. Biz burada oturacağız!” dediler. (14) Yahudîler Yûşâ Aleyhisselâm ve Hazreti Kâlibi taşla­yıp; Musa Aleyhisselâm’a karşı gelerek Allâh’a isyân edince. (15) Musa Aleyhisselâm kırık kalbiyle dua etti: Musa (Aleyhisselâm): “Ya Rabbi! Ben kendimle (Ha­run ve iman eden din) kardeşimden başka kimseye sâ­hip olamıyorum. Artık bizimle bu fâsık kavmin arasını sen ayır!” dedi. (16) Bunun üzerine Cenab-ı Allâh:

-“Artık burası (arz-ı mukaddes) kırk yıl onlara haram kılınmıştır. Oldukları yerde sersem sersem dolaşsınlar. Bu fasıklar kavmine sen acıma!” buyurdu.(17) Vatan ve hürriyet için savaşı göze almayan tembel Yahudîlere Cenab-ı Allâh, dünyâyı dar etti. İlâhî cezâ’ya çarpıldılar. Yahudîler, İlâhî buyruğu kabul etmediler. Peygamberlerinin sözlerine kulak vermediler.

KAYNAKLAR


(1) Nişâncızâde, Mir’ât-i Kâinât, 1/202
(2) Musa Aleyhisselâm’a inen on emir;

1. Şirk koşmamak, yalnız Allâh’a ibâdet etmek,

2. Allah’ın ismine, emir ve yasaklarına hürmet etmek,

3. Altı gün çalışıp bir gün dinlenmek, ibâdet etmek,

4. Hırsızlık etmemek,

5. Adam öldürmemek,

6. Zinâ etmemek,

7. Anne ve baba’ya itaat etmek,

8. Yalan söylememek,

9. Haram yememek ve özellikle komşunun hiçbir şeyine tamah etmemek,

10. Yalan yere şahitlik etmemek gibi İnsanlık için faydalı emirleri kapsıyordu.
(3) Musa Aleyhisselâm’a verilen dört büyük kitab’tan biridir. Zamanla Yahudîler, Tevrâtı tahrif ettiler.
(4) Sâmirî’nin, asıl adı Mûsâ’dır. Sâmir kabilesine mensup olduğu için kendisine Sâmirî denmiştir. O da, Firavun’un Yahudî çocuklarını öldürdüğü sene doğdu. Onu da annesi, götürüp, dağda bir mağara’ya bıraktı. Cebrâil (Aleyhisselâm)besleyip, büyüttü. Musa aleyhisselâm’dan öğrenmiş olduğu fen ve simyâ ilmiyle altından bir buzağı yapmayı becerdi. Ona daha önce görmüş olduğu Cebrâil Aleyhisselâm’ın atının ayak tozundan biraz serpince o heykel canlı bir hayvan gibi böğürmeye başladı. Halk, hemen ona meyletti. Buzağıya secde ettiler. Sâmirî çok cömert olduğu için öldürülmedi. Sâmiri sahip olduğu fen ilmini kötü yola kullanan bir kişiydi Samiri ve Hazreti Musa hakkında:

“Cebrail’in besleyip büyüttüğü Musa, kâfir; Firavun’un büyütüp beslediği Musa, peygamber oldu”, buyurmuşlar.

Nişâncızâde, İbni Esîr, El-Kâmil fit-Tarih c. 1, s. 183; Mir’ât-i Kâinât, 1/206, Meşâhiru’n-Nisâ, s. 14, Hacı Mehmed Zihnî Efendi, Şamil yayınları
(5) Nişâncızâde, Mir’ât-i Kâinât, 1/206
(6) Yahudîlerin, yüzlerinin yarısı üzerine secde etmleri ve gözucuyla yukarıya doğru bakmaları üzerine, Yahudîlere için sünnet ve âdet oldu. Nişâncızâde, Mir’ât-i Kâinât, 1/207; M. Âsim Köksal, Büyük Peygamberler Tarihi, c. 2, s. 108
(7) Nişâncızâde, Mir’ât-i Kâinât, 1/207
(8) Ken’ân Diyârı, Yakub Aleyhisselâm’ın memleketidir. Yusuf Aleyhisselâm’ın asıl memleketidir. Ken’ân diyârı Yusuf Aleyhisselâm’ın kardeşleri tarafından kuyu’ya atıldığı ve oradan köle diye satıldığı yerdir. Bilindiği üzere, Yusuf Aleyhisselâm, kardeşleri tarafından satıldı. Onu, Mısır azîzi aldı. Ona iyi baktı. Orada iftirâya uğrayıp zindan atıdı ve Melik’in gördüğü bir rüyâ üzerine Yusuf Aleyhisselâm, Mısır’a azîz oldu. Mısır’ın ekonimî işlerinden sorumlu Mâliye Bakanı oldu. Bütün memlekette baş gösteren bir kıtlıkta yiyecek almaya gelen kardeşlerini tanıdı. Babasını Mısır’a davet etti. Yakub Aleyhisselâm, Mısır’a geldiler. Mısır’a yerleştiler. Yusuf Aleyhisselâm’ın vefatından sonra Firavunlar, İsrâil Oğullarının Mısır’dan çıkıp gitmelerine izin vermediler. Çünkü, Firavunlar, İsrâil Oğullarını işlerinde birer hizmetçi gibi kullanıyorlardı. Yakub Aleyhisselâm’ın oğulları olan İsrâil Oğullarından zamanla çok geniş bir Yahudî kavmi türedi. İçlerinde hak yol üzere olanlar olduğu gibi çoğu sapıttı. Kendilerine gelen peygamberleri bile öldürdüler.
(9) Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârihi Hülefâ, c.1, s.20, Merve yayınları, sadeleştiren Metin Muhsin Bozkurt, İstanbul
(10) Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tarihi Hülefâ, c.1, s.20,
(11) El-Mâide: 5/24
(12) El-Mâide: 5/23
(13) Yûşâ Aleyhisselâm ile Kâlib bin Yuknâ Hazretlerini, El-Mâide Sûresi yirmi üçüncü ayetinde şöyle övmektedir: “Allah’tan korkanların içinden, Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: “(Ey İsrail Oğulları!) Onların (cebbarların) üzerine kapıdan girin. Oraya bir girdiniz mi muhakkak siz gâlibsiniz. Eğer mü’minler iseniz Allâh’a tevekkül edin” dediler.”
(14) El-Mâide: 5/24
(15) Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi c. 4, s. 37. Türkiye Gazetesi
(16) El-Mâide: 5/25
(17) El-Mâide: 5/26(18) Yûşâ Aleyhisselâm ile Kâlib bin Yuknâ Hazretlerini, El-Mâide Sûresi yirmi üçüncü ayetinde şöyle övmektedir: “Allah’tan korkanların içinden, Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: “(Ey İsrail Oğulları!) Onların (cebbarların) üzerine kapıdan girin. Oraya bir girdiniz mi muhakkak siz gâlibsiniz. Eğer mü’minler iseniz Allâh’a tevekkül edin” dediler.”

(19)El-Mâide: 5/24

(20) Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi c. 4, s. 37. Türkiye Gazetesi

(21) El-Mâide: 5/25

(22) El-Mâide: 5/26