“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.”(Nisa: 136.)

'Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.'(Nisa: 136.)

Bu yazıda iman kavramının manasının sağa sola çekilmesi, mahiyetinin bozulması ve bu çerçevede gerçek imanın ne olduğu konusu üzerinde duracağız.

Terim ve kavramların tahrif edildiği, gerçek ilmin yerini heva ve hevesin, demagoji ve saptırmaların aldığı bir dünyada, hakikatle zannın, doğruyla yanlışın arasını ayırmak bir hayli zorlaşmıştır. Öyle ki artık ilimle ilimcilik oyununun, gerçek alimlerle alimlik taslayanların arasındaki büyük uçurumun fark edilemez olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Bu tespitimizin en çok yaşandığı kavramların başında 'iman' kavramı gelmektedir.

1- Genelde İman, Gerçekte İman:

Kalp ve akıl taşıyan her insan, fıtratı gereği doğru ya da yanlış bir şeye inanır. Genel manada buna o insanın imanı denir. Buna göre aslında alemde imansız bir kimse yoktur. İnkarcı ateistleri bile bu manada bir şeye inanıyor kabul etmek mümkündür. Ama elbette bu tespitimiz imanın sözlük anlamıyla ilgilidir.

Bizim imandan maksadımız ise imanın sözlük anlamı değildir. Biz ıstılahî anlamda gerçek imandan, daha doğrusu bizi yaratılış gayemize taşıyıp ebedî ahiret hayatımızı kurtaracak hakiki imandan bahsediyoruz.

İşte üzerinde tahrifat yapılan, maksadından uzaklaştırılan, ideolojik maksatlarla demagojilere alet edilen iman budur. Bu hususla ilgili sis perdesini kaldırmak gerekir.

Ne acıdır ki bu konuda korkunç bir fikir kirliliği vardır.

Yeryüzünde pek çok tanrı telakkisi vardır. Bunların tamamı şirk ile karışık olup, hakiki iman, İslam'ın tevhid akidesiyle tanımlanmış, mahiyetini Allah'ın Resulünün (s.a.v.) öğrettiği imandır. Bundandır ki İslam'a göre iman kavramında tanrı telakkisi yoktur; Allah'ın kendini tanıtması vardır. Allah'ın Resulünün (s.a.v.) öğretmesi demek, esasında Allahu Teala'nın vahiy yoluyla kendini tanıtması demektir. Sahih ve gerçek iman budur.

Bir akıl fıtrî yapısı itibariyle Allahu Teala'nın birliğini bulsa da, onun sıfatlarını tespitte mutlaka hataya düşer; böylece de Allah'ı şanına layık sıfatlarla tanıyamamış olur. Bu asla gerçek iman değildir.

İşte bundandır ki akıl tek başına Allah'ı gereği gibi tanıyamaz, hakikati bulamaz. Bu sebeple Cenab-ı Hak 'Rahim' sıfatının bir tecellisi olarak, insanlara peygamberler göndermiş, onları sahih imana sevk etmiştir.

O halde gerçek iman, vahiy yoluyla ve peygamberler vasıtasıyla Allah'ın insanlara öğrettiği, tanıttığı imandır. İnsanları şirk ve küfürden kurtararak hakikate, tevhide ve neticede ebedî saadete ulaştıracak iman da budur.

2- Salt Akıl Gerçek İmana Ulaşmada Yetersizdir

Akıl, iman konusunda Mevlana'nın tabiriyle çamura saplanmış merkep gibidir. Bundan dolayı denmiştir ki 'Çok gariptir, insanoğlu putunu kendi yapar, sonra ona yine kendi tapar.' Acı ama gerçek bir tespittir bu.

Bilindiği üzere aklı sistematik şekilde en iyi kullananlar, felsefecilerdir. Felsefede de otorite kabul edilen, mantığın kurucusu sayılan kişi Aristo'dur. Halbuki Aristo Allah'ı kabul etmekle beraber, bu maddi alemi de 'kadim' yani 'ezeli' kabul etmektedir. Bu ise bir şirktir; aklın fıtrî yapısıyla da çelişmektedir. Çünkü akıl şuursuz ve iradesiz olan maddeyi, ezelî bir tanrı gibi kabul edemez. Felsefenin öncüsü kabul edilen bir kimse böyle bir akıl tutulmasına kapılırsa, gerisini artık bir düşünelim…

Tarihte batıl inançlar konusunda aklın ortaya koyduğu saçmalıklar anlatmakla bitmez.

Eski Mısır'da 'Apis Öküzü' kutsal tanrı kabul ediliyordu.

Bugün bile Hinduların ineği mukaddes kabul ettikleri bilinen bir vakıadır. Hindistan'da öyle tanrı telakkileri var ki, kabul ettikleri mukaddes varlık sayısı milyonları bulmaktadır.

Yine eskiden güneşe tapan Şamanistleri, ateşe tapan ateşperestleri hatırlayalım.

İslam'dan önce Mekke müşriklerinin Kabe'nin içini 360 putla doldurduklarını düşünelim.

İlahilik vasfını bozup teslise sapan Hıristiyanlıktaki 'Baba Rab','Oğul Rab' ve 'Ruhu'l Kuds' telakkisiyle, halen yaşayan şirk anlayışını ibretle tetkik edelim. Kendini akılcı ve bilimselci diye tanıtan bunca insanın'Noel Baba' efsanesine inanmaları şaşırtıcı değil mi?

Araştırılırsa görülecektir ki bugün dünyadaki küfür ve şirkin asıl sebebi, prensip olarak Allah'ı inkardan değil, nübüvveti yani Peygamberi ve onun getirdiği kitabı inkardan kaynaklanıyor.

O halde burada önem taşıyan husus, nasıl olursa olsun, körü körüne bir iman değil, kaynağı hakikatlerle buluşan, sahih ve gerçek bir imandır.

İşte bundandır ki yazımızın başlığını 'Neye, Nasıl İman?' diye attık.

3- Peki Gerçek İman Neye ve Nasıldır?

Şimdi bu soruların cevabını doğru olarak verelim:

-Kime, neye iman?

'Noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah'a iman.'

- Nasıl iman?

'Allah'ın vahiy yoluyla Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.v.) bildirdiği, öğrettiği şekilde iman.'

Bilindiği üzere bu iman,'La ilahe illallah, Muhammeden Resulüllah' diye ifade edilen, tevhid ile nübüvveti birlikte ihtiva eden, kelime-yi tevhid veya kelime-yi şehadettir.

İmanın icmalî, en öz şekli budur.

Bunun biraz daha açılımı imanın altı şartıdır.

Onun da daha tafsilatlısı, Kuran'a ve Sünnete, yani nassa topyekûn imandır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) bütün getirip tebliğ ettiklerini veya yasakladıklarını topyekûn, itirazsız bir şekilde, kesin tasdikle tasdik etmektir.

İslam'ın ortaya koyduğu bu imanın dışındaki bir iman tanımı batıldır, geçersizdir ve kişiyi asla kurtaramaz.

Nübüvvet yolu haricinde bir yolla Allah'ı tanımak imkansızdır. Nübüvvet olmadan Allah'a iman iddiası, yukarıda bahsettiğimiz üzere, aklın çamura saplanmış merkep gibi çırpınmasından başka bir şey değildir. Böyle bir iman iddiası, slogandan öteye geçemez. Allah'ın zatını ve sıfatlarını vahiy olmadan akıl nasıl tespit edebilir ki? Elbette ki edemez.

İşte bundandır ki Allah bize kendini yine kendi tanıtıyor.

Mesela İhlas Suresinde, Haşr Suresinin son ayetlerinde, Ayete'l Kürsi'de olduğu gibi…

Allah'ın tasdikî sıfatları olduğu gibi tenzihî sıfatları da vardır.

Mesela 'muhalefetünlil havadis / Allah'ın hiçbir yaratığa benzememesi' çok önemlidir. Halbuki zaman ve mekan şartlarında düşünen akıl, bu sıfatın mahiyetini tespit edemez. Nitekim ayet-i kerimede 'Onun misli gibi bir şey yoktur.'(Şura: 11.) buyurulmaktadır.

Görülüyor ki Hz. Peygambere ve Kuran'a tabi olmadan gerçek manada Allah'a iman da mümkün değildir.

Ama hal böyleyken,

- Bazıları ateist olmayan herkesi'imanlı' kabul ediyor...

- Bazıları yalnız Allah'ı kabul edip peygamberi kabul etmeyen deistleri de 'imanlı' kabul ediyor...

- Bazıları da Hz. Muhammed'i (s.a.v.) kabul etmedikleri halde Hıristiyan ve Yahudilerinde Allah'a inandıkları gibi bir hezeyanı savunuyor…

Bütün bunlar boş kuruntular, temelsiz mesnetsiz iddialardır.

-Bazı İslamcı kökenli tahrifatçı ve reformcular da, maksatlı olarak hep 'Allah'a imana' vurgu yapıyor, zımnen Hz. Peygamberi dışlıyorlar. Bu çarpık zihniyet, aslında sünnet ve hadisleri dışlamanın bir sonucudur. Bunu bilerek yapıyorlar. Böylece Hz. Peygamber ve Kuran'a inanmadan (yani Müslüman olmadan) da kurtuluş olabileceği izlenimi vermek istiyorlar. Bubir ihanet projesidir ve dini yıkım planıdır. Bu, Allah ile Resulünün arasını ayırmak ve dini parçalamaktır. Ki bu yaklaşımın küfür olduğu Nisa Suresi 150 ve 151. Ayetlerle sabittir.

-Bu küfrü irtikap edenler Hz. Peygambersiz (s.a.v.)Kuransız, İslamsız bir din vaz'etmeye kalkmış oluyorlar. İyi iş yapan bir Hristiyan'ı, bir tabiatçıyı ya da felsefeciyi cennete koymaya kalkışıyorlar. Bunlar 'iyi iş'le, İslam'ın tanımladığı 'salih amel' kavramını birbirine karıştırıyorlar. Halbuki Gazali'nin tanımıyla salih amel, Resulllaha uymaktır. Gerçek iman olmadan, Hz, Peygambere uyulmadan hiçbir iş salih amel vasfı taşımaz. Bir işin 'iyi' olup olmaması, bizim şahsî görüşümüze göre değildir. O iş, Allah ve Resulü nezdinde'iyi' olmalıdır.

4- Gerçek İmanın Kuran ve Sünnetten Delilleri:

Bu anlattıklarımızın hepsinin Kuran'dan ve Sünnet'ten mesnedi vardır.

İmanın nasıl olacağını ve mahiyetinin ne olduğunu, Nisa Suresi 136. Ayet-i kerimesi açıkça ortaya koymaktadır.

Bu ayet iman edenlere tekrar iman etme emri vermekte, neye nasıl inanacağımızı tarif etmektedir:

'Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.'

Görüldüğü üzere bu ayet, Allah'a imanı zikrettikten sonra, bu imanı tamamlar ve teyit eder mahiyette Resulüllaha, ona indirilen Kuran'a ve daha evvel indirilen kitaplara imanı da emretmektedir. Ayetin devamında imanın diğer şartları da anlatılıyor.

İşte Allah'a gerçek iman budur.

Keza Tevbe Suresi 29. Ayette de Allah'a imanı tamamlar mahiyette şöyle buyurulmaktadır:

'Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.'

Gerçek böyle iken 'iyi iş' yaptı diye Müslüman olmayan bir kimseyi Allah'a inanan bir konumda göstermek yahut böylelerinin de kurtulacağını iddia etmek batıldır ve hatta İslam'ı bozmak, tahrif etmek anlamına gelmektedir.

İşte Allah'a iman kavramının saptırılıp tahrif edilmesi budur.

'Gerçek iman'la'inandığını zannetmek' farklı şeylerdir. İnsanların çoğu kendi zannına / anlayışına göre iman eder ve bu imanın sahih olup olmadığını araştırmaz.

Kuran bu gerçeğe parmak basıyor ve zannın gerçek ilmin ve hakikatin yerini tutmayacağını haber veriyor.

'Tanrı diye taptıklarınız içinde hakka götüren biri var mı? diye sor. De ki: 'Hakka götüren yalnız Allah'tır.' Öyleyse hakka götüren mi izlenmeye daha layıktır, yoksa rehberlik edilmedikçe bir başına yolunu bulmaktan bile aciz olan mı? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz böyle? Onların çoğu sadece zanna uyuyor. Oysa zan hiçbir şekilde gerçek ve kesin bilginin yerini tutamaz. Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir!'(Yunus: 35 – 36.)

'Oysa onların bu konuda bir bildikleri yok; sadece zanna uyuyorlar. Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz. O halde bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir. İşte bildikleri bu kadar. Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O'dur.'(Necm: 28 - 30.)

Bu ve benzeri ayetler bize zanna uymakla Allah'ın hükmüne, emrine uymanın aynı şey olmadığını öğretiyor.

Ne hazindir ki insanların ekseriyeti imanlarına bazı batıl telakkileri karıştırır da haberleri bile olmaz.

Kuran imanına şirki karıştıranlardan bahseder:

'Onların ekserisi Allah'a şirk koşmaksızın iman etmez.'(Yusuf: 106.)

Burada bir gerçek daha öğreniyoruz ki insanların ekserisi hakiki ve sahih imanı elde etmekten uzak bulunuyor:

'Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar.'(Yusuf: 103.)

Gerçek imanı elde etmek için Allah ve Resulünün gösterdiği yolu takip etmek, yani Müslüman olmak şarttır. Her mümin İslam'ın tarif ettiği imanla yaşamayı ve o iman üzere ölmeyi istemelidir.

Kuran bize bu konuda nasıl dua edeceğimizin örneklerini de vermektedir:

'… Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim dünya ve ahirette velim (dost ve yardımcım) sensin! Beni(m canımı) Müslüman olarak al ve beni iyilerin arasına ilhak buyur!'(Yusuf: 101.)

Benzer şekilde En'am: 14 veA'raf: 126 ayetlerine de bakılabilir.

Netice olarak ortaya çıkan gerçek şudur:

Gerçek iman olmadan kurtuluş mümkün değildir. Gerçek iman ise yukarıdaki ayetlerin tarif ettiği, İslam'a göre imandır. Amel ise ancak gerçek imana tabi olduğu takdirde anlamlıdır.

İmandan kopuk bir amel değerlendirmeye bile alınmaz.