“Ayasofya Üzerindeki Hesaplar, İtikadî ve Hukukî İhlaller” başlığını taşıyan son iki yazımızda ortaya koyduğumuz sorunların çözüm yolu nedir? Veya şöyle soralım: Bu sorunu çözmek o kadar zor mudur?

'Ayasofya Üzerindeki Hesaplar, İtikadî ve Hukukî İhlaller' başlığını taşıyan son iki yazımızda ortaya koyduğumuz sorunların çözüm yolu nedir? Veya şöyle soralım: Bu sorunu çözmek o kadar zor mudur?

Bu yazımızda bu soruya cevap vermeye çalışacağız.

I- ÇÖZÜMÜN İKİ BOYUTU

Bahsi geçen yazılarımızda, sorunun iki boyutlu olduğunu ifade etmiştik. Buna bağlı olarak çözüm de iki boyutlu olmak durumundadır:

- Egemenlik Boyutu:

Ayasofya sorunu, Türkiye'nin iç meselesidir ve Türkiye bağımsız, egemen bir devlettir. Hiçbir haricî güç veya devlet, egemenlik cihetiyle Türkiye'yi baskı altına alamaz. Bu yönüyle Ayasofya meselesinde haricî telkin ve muamelelere -bu hususta teşebbüsler olsa da- boyun eğilmeyeceği açıktır.

- Hukukî ve Dinî Boyutu:

Ayasofya meselesinin hukuki boyutu, iki önemli belgeye dayanır. Bunlardan biri Fatih'in vakıfnamesi, diğeri de bu vakıfnameyi esas alarak Ayasofya'yı cami statüsüyle tescil eden Danıştay 10. Dairesinin kararıdır. Bu belgelerin ikisi de, bağlayıcılık açısından tartışmaya kapalıdır. Bu belgelere göre Ayasofya, 'cami statüsü neyi gerektiriyorsa' o statüye tabidir. Bunu esnetmeye hiç kimsenin hak ve yetkisi yoktur.

Dinî boyutta ise belirleyici unsur, Müslüman Türk milletinin dini olan İslam'dır. Çünkü Fatih, Ayasofya'yı Müslüman bir lider vasfıyla, cami olarak vakfetmiştir.

II- AYASOFYA SORUNUNUN KESİN VE NİHAİ ÇÖZÜMÜ

Ayasofya sorununda son noktayı koyacak olan, devletin ve milletin lideri ve icranın başı Sayın Cumhurbaşkanının sözlü ya da yazılı talimatıdır.

Evet, Ayasofya sorununun çözümü hususunda son sözü Sayın Cumhurbaşkanı söyleyecektir. Zira Ayasofya'yla ilgili görev icra eden Kültür Bakanlığı da, Vakıflar Genel Müdürlüğü de, Diyanet İşleri Başkanlığı da Cumhurbaşkanına bağlıdır. Cumhurbaşkanlığı, yetki ve salahiyet konusunda devletin en üst merciini teşkil eder.

Merkezî otoriteye bağlı kurumların, yetki ve salahiyette üst mercie, yasal olan hiçbir konuda itirazları yahut karşı çıkışları mümkün değildir. Verilen talimatları yerine getirmeyenler ya görevden alınır ya da kendilerine resmî ve hukukî mevzuat çerçevesinde müeyyide uygulanır.

Kaldı ki söz konusu bu kurumlardan hiçbirinin, milletin temsilcisi, devletin ve icranın başı Sayın Cumhurbaşkanına hiçbir suretle karşı çıkmayacağı, kamuoyu tarafından bilinmektedir.

O halde Ayasofya sorununun çözümü, Cumhurbaşkanının şifahi veya yazılı tek bir talimatına bakıyor. Bu talimat verildiğinde iş bitmiş, sorun hallolmuş olacaktır.

Zaten Sayın Cumhurbaşkanı, Ayasofya'yı müzeden camiye dönüştüren kararı imzaladığı 10 Temmuz 2020 tarihinde yaptığı manifesto niteliğindeki konuşmada çözümü gayet açık bir şekilde ifade etmişti.[1]

1- Cumhurbaşkanının Ayasofya'nın Açılışı Münasebetiyle Yaptığı Konuşma

- Egemenlik Vurgusu

Cumhurbaşkanının konuşmasında, uluslararası çevrelere verilen egemenlik vurgulu mesaj şöyleydi:

'…Ayasofya'nın hangi amaçla kullanılacağı konusu, Türkiye'nin egemenlik haklarıyla ilgilidir. Yeni bir düzenlemeyle Ayasofya'nın ibadete açılıyor olması, ülkemizin egemenlik hakkı kullanımından ibarettir. Türkiye Cumhuriyetinin bayrağı neyse, başkenti neyse, ezanı neyse, dili neyse, sınırları neyse, 81 vilayeti neyse, Ayasofya'nın vakfiyesine uygun şekilde camiye dönüştürülmesi hakkı da odur. Bu konuda, görüş belirtmenin ötesindeki her türlü tavrı ve ifadeyi, bağımsızlığımızın ihlali olarak kabul ederiz. Türkiye olarak nasıl diğer ülkelerdeki ibadet mekanlarıyla ilgili tasarruflara karışmıyorsak, biz de tarihi ve hukuki haklarımıza sahip çıkma konusunda aynı anlayışı bekliyoruz. Üstelik bu, öyle 50-100 yıllık değil, tam 567 yıllık bir haktır. Şayet bugün inanç odaklı bir tartışma yapılacaksa, bunun konusu Ayasofya değil, dünyanın dört bir yanında her geçen gün tırmanan İslam düşmanlığı ve yabancı nefreti olmalıdır. Türkiye'nin kararı, sadece kendi iç hukuku ve tarihi haklarıyla ilgilidir…'

- Ayasofya'nın Cami Statüsü

Cumhurbaşkanı, konuşmasında Ayasofya'nın, Fatih'in tapulu malı olarak vakfedilip camiye çevrildiğini açık ve net ifadelerle beyan ettikten sonra şunları söylemiştir:

'Ayasofya ne devletin, ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür. Fatih İstanbul'u fethettiğinde, Roma İmparatoru unvanını da almış ve dolayısıyla Bizans hanedanı üzerine kayıtlı bulunan tüm emlake sahip olmuştur. İşte bu hukuka istinaden, Ayasofya da, Fatih'in ve onun kurduğu vakfın üzerine tapulanmıştır. Cumhuriyet döneminde bu tapu senedinin yeni harflerle hazırlanmış resmi bir sureti de çıkarılarak hukuki statüsü tescillenmiştir. Ayasofya Fatih'in tapulu mülkü olmasaydı, hukuken burayı vakfetme hakkı da bulunmazdı. Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya'yı da içeren 1 Haziran 1453 tarihli yüzlerce sayfalık vakfiyesinin bir yerinde aynen şunları söylüyor:

'Kim bu Ayasofya'yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirir, bir maddesini tebdil eder, onu iptal veya tedile koşarsa… Fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi'nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse… Aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterir, yardım ederse… Kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar, camilikten çıkarır ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler isterse… Yahut onu kendi batıl defterine kaydeder veya yalandan kendi hesabına geçirirse… Huzurunuzda ifade ediyorum ki, en büyük haramı işlemiş ve günahı kazanmış olur. Bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah'ın, Peygamber'in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun… Azapları hafiflemesin, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah'ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.'

- Ayasofya - Mescid-i Aksa İrtibatı

Cumhurbaşkanı, konuşmasında manidar bir yaklaşımla Ayasofya'nın Mescid-i Aksa ile irtibatını da şöyle kurmuştur:

'Vatikan'ın müze haline dönüştürülerek ibadete kapatılmasını talep etmekle, Ayasofya'nın müze olarak kalmasında ısrarcı olmak aynı mantığın ürünüdür. Bunun bir adım sonrası, insanlığın en eski mabedi olan Kabe'nin ve yine kadim mabed Mescid-i Aksa'nın da müzeye dönüştürülmesi isteğidir. Rabbim ülkemizi ve insanlığı, bu zihniyetten ilelebet muhafaza eylesin diyorum. Rabbim bir daha bu milleti değerlerine düşmanlık edenlerle sınamasın diyorum.'

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanı bu değerlendirmesinde Ayasofya'nın, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram (Kabe) gibi, Allah'ın evi olarak cami statüsünde kalmasına önemle vurgu yapmıştır.

Onun bütün bu beyanlarından sonra tartışmaya açık hiçbir husus kalmamaktadır. Peki, o halde Ayasofya üzerindeki cami mi olsun, müze mi olsun, kilise mi olsun (kaç dine birden hizmet etsin!) şeklindeki tartışmalar neden hala devam etmektedir?

- Sayın Cumhurbaşkanının Ayasofya'nın Müze Olmasını İsteyenlere Karşı Çıkışı

Sayın Cumhurbaşkanı farklı zamanlarda yaptığı konuşmalarda Ayasofya'nın ibadete açılmasının, yani cami statüsünü geri kazanmasının zaruretini defaatle vurgulamış ve bu mekanın müze olarak kalmasını isteyenlere karşı tepkisini açık ve net olarak göstermiştir.

Mesela bir keresinde Ayasofya'nın müze olarak kalmasını isteyen Temel Karamollaoğlu'na cevaben şöyle demiştir:

'İşte, Temel Karamollaoğlu. Yazıklar olsun sana! Ayasofya'nın bir bölümünü müze olarak kullanırız diyor. Ya, Fatih Sultan Mehmed'in bu noktada neresini kalkıp da müze olarak bıraktığını duydun? Hangi kitapta var?' [2]

Evet, bu ve benzeri sözleriyle Ayasofya'nın müze olarak kalmasını isteyenlere sert tepki gösteren Cumhurbaşkanı, Ayasofya'yı müzeden camiye dönüştüren kararı imzaladığı gün yaptığı konuşmasında müze statüsünün sona erdiğini, dolayısıyla Ayasofya'ya ücretli girişin kaldırıldığını da ifade etmişti:

'Müze statüsünden çıkmasıyla birlikte, Ayasofya Camiine ücretli giriş uygulamasını da kaldırıyoruz.'

Cumhurbaşkanının açıklaması bu kadar açık ve net olduğu halde, son günlerde Kültür Bakanlığının Ayasofya'nın üst katı için 'galeri' adı altında ücret alma uygulaması başlatması; Ayasofya'nın kısmî olarak yeniden müze yapıldığı anlamına gelmiyor mu?

Bu çelişkili durumun açıklığa kavuşturulması gerekir.

2- Ayasofya Dinlerarası Diyaloga Hizmet Eden Bir Mekan Olmaktan Kurtarılmalıdır

Ayasofya'daki bu uygulamalardan burasının 'cami', 'müze', yarın belki 'kilise' olarak, dinlerarası diyaloga hizmet eden bir mekan haline getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Bu yaklaşımın, Cumhurbaşkanının konuşmasıyla tamamen zıt olduğu açıktır.

Kaldı ki, 15 Temmuz öncesindeki süreç ve icraatlar ayrıca değerlendirilebilir olsa da, bu darbe girişiminden hemen sonraya tekabül eden bir tarihte (17.11.2016'da) Cumhurbaşkanının, Pakistan meclisinde vekillere hitaben yaptığı konuşmada F. Gülen'le ilgili olarak sarf ettiği şu cümleler, onun son kertede dinlerarası diyaloga nasıl baktığını göstermesi açısından mühimdir:

'Bakıyorsunuz rahatlıkla Vatikan ile dinlerarası diyalog kurabiliyor. Dinlerarası diyalog nasıl olabiliyor? İslam ile diğer dinler arasında bir diyaloğu nasıl ortaya koyabiliriz, bu mümkün mü? Ama bu zat bunu koyabiliyor…' [3]

Öte yandan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ ile yapılan mücadelenin, hukuki ve güvenlik boyutuyla bütün şiddetiyle devam ettiği bilinmektedir. Halbuki aynı mücadelenin, en az bu kadar, belki daha fazlasıyla, FETÖ'nün temel zihniyeti olan dinlerarası diyalogla yapılması gerektiği, bir zaruret ve mecburiyet olarak ortadadır. Aksi takdirde büyük bir çelişki ortaya çıkar; 15 Temmuzdan bu yana verilen mücadelenin hiçbir anlamı kalmaz.

O halde Sayın Cumhurbaşkanı, bir dinlerarası diyalog merkezi haline sokulmak istenen Ayasofya'nın, 'cami' statüsüyle oynanmasına asla müsaade etmemelidir. Yukarıda örnek verdiğimiz konuşma ve yaklaşımları da bunu gerektirmektedir.

Doğrusu Cumhurbaşkanının tavrı apaçık ortadayken, buna taban tabana zıt bir şekilde ortaya konan uygulamaların sebebini ve bunu yapanların nereden cesaret aldığını kamuoyuyla birlikte biz de çok merak ediyoruz.

Ayasofya'nın cami olduğu Fatih'in vakfiyesiyle ortada… Mahkeme sonucuyla ortada… Cumhurbaşkanının karar ve açıklamasıyla da ortada… Ama bu cami statüsünü ihlal eden uygulamalar hala devam ediyor. Bu nasıl oluyor? Bunu izah etmek mümkün değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı net bir irade ortaya koyarak, bu mekanı her türlü tartışma ve polemikten uzak bir şekilde cami hüviyetine bir an evvel kavuşturmalıdır.

III- MESELENİN AKAİD BOYUTU

Ayasofya üzerindeki bu yakışıksız uygulamalar, akaid ve hukuk ihlalleri kamuoyunu derin bir infiale sevk etmiştir. Tevhid akaidine inanan milletimiz açısından, cami ve mescitlere hakim olması gereken atmosferin 'tevhid ve ihlas ruhu' olduğu tartışılmazdır. Buna halel getiren her çeşit uygulama kamuoyunda itikadî yönden ciddi rahatsızlığa sebep olmaktadır. O sebeple meseleye bir de akaid cihetiyle bakalım.

Bu cihette iki önemli husus öne çıkmaktadır:

Bir: Ayasofya'nın cami statüsünün İslam akaidi açısından önemi,

İki: Hıristiyanlığa ait teslis sembollerinin tevhid inancı açısından manası.

İslam'da cami hukuku, Kuran ve Sünnet'le belirlenmiştir. Camiler, 'Beytullah / Allah'ın evi' olarak tanımlanan Kabe'nin bir şubesi konumundadır. Bu sebeple camiler için de rahatlıkla -mecazi manada- 'Allah'ın evi' tabiri kullanılabilir ve kullanılmaktadır. Ayasofya da bir cami olduğuna göre, Beytullah'ın bir şubesi olarak o da aynı hukuk ve statüye sahiptir.

Şimdi cami hukuku ve statüsüne Kuran-ı Kerim'de nasıl işaret edildiğine bakalım:

1- Kuran-ı Kerim'de Mescid / Cami Hukuku

Cin Sûresi 18. ayette mealen şöyle buyurulur:

'Şüphesiz mescitler, Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.'

Bu manayı tevhid ve ihlas vurgusuyla takviye eder mahiyette, Şuara Sûresinin 213. ayeti de mealen şöyledir:

'Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!'

İmanın gereği olarak her zaman ve mekanda hakim olması gereken tevhid ve ihlas; elbette ki evveliyetle Allah'ın evi konumundaki mescid ve camilerde hakim olmalıdır. Bu sebeple cami ortamında, tevhide zıt düşen hiçbir unsura (eşyaya, tabloya, yazıya vs. işaretlere) müsaade edilmez.

2- Kuran-ı Kerim'de Her Türlü Şirk ve Şirk Sembolü Reddedilmiştir

Kuran-ı Kerim'in ortaya koyduğu bu ölçüler çerçevesinde düşündüğümüzde şu tespiti yapmak hiç de zor değildir:

Bir cami olan Ayasofya'da bulunan Hıristiyanlığın teslis (üçlü tanrı inancı) sembolü olan haç, İsa Meryem resimleri, kanatlı melek tasvirleri, Hıristiyan azizlerin tabloları vs. gibi nesneler, tevhide tamamen aykırıdır. Bunlar, Ayasofya'nın cami olma vasfını manen ortadan kaldırmakta ve bu mekana şirk bulaştırmaktadır. Buna razı olmak da Allah muhafaza kişinin imanını tehlikeye sürükler.

Bu bizim indî görüşümüz değildir; Kuran mesajıdır.

Yukarıda meali verilen ayetlerde nehyedilen şirk; tevhid ve imanı ortadan kaldırır. Bilindiği gibi Kuran'da şirkin affolunmayacağı haber verilmiştir:

'Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a ortak koşan, şüphesiz, derin bir sapıklığa düşmüştür.' (Nisa: 116 )

Yine Kuran'da, Yahudi ve Hıristiyanların Allah'a oğul isnat ederek şirke ve küfre düştükleri haber verilir:

'Yahudiler, 'Üzeyr Allah'ın oğludur' dediler; Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!' (Tevbe: 30)

Keza Hıristiyanların benimsemiş olduğu teslis (üçlü tanrı telakkisi) de Kuran'da reddedilmiştir:

'And olsun, 'Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir oldu. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, and olsun onlardan inkar edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.' (Maide: 73)

İşte Ayasofya'da sergilenen teslis sembolleri, bu ayette işaret edilen 'Baba', 'Oğul' ve 'Ruhü'l Kudüs'ten oluşan bu üçlü tanrı telakkisinin sembolleridir. Bu, açık ve net şirktir, küfürdür. Çünkü Allah noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıftır. Dolayısıyla kendisine şirk koşulmasından da münezzehtir.

Ehl-i kitabın 'Allah'a oğul isnad etmek' şeklinde işledikleri bu şirki ve küfrü reddetmek üzere, mana olarak Kuran'ın üçte birine denk düştüğü haber verilen İhlas Sûresi nazil olmuştur:

'De ki: O, Allah'tır, bir tektir. Allah Samed'dir. (Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir.'

Görüldüğü gibi İhlas Sûresi de net olarak ehl-i kitabın Allah'a eş koşmasını reddetmektedir. Haç, İsa–Meryem, kanatlı melek vs. resimlerin, Kuran'ın reddettiği bu teslis şirkinin sembolleri olduğu, bunların olduğu yerde tevhidden söz edilemeyeceği herkesin malumudur.

3- Mescidlerde Şirk Sembollerinin Bulunamayacağına Dair Tefsirlerden İzahlar

Mescid hukukunu haber veren ayet-i kerimelerin tefsirlerine de bir göz atalım:

Celal Yıldırım'ın Asrın Kuran Tefsiri'nde Cin Sûresinin 18. ayeti için, teslis sembolleriyle ilgili şöyle denmektedir:

'Manastır ve kiliselere Meryem'in, İsa'nın (a.s.) ve meleklerin suretinin nakşedilmesi, Allah'ın yanında başkasına da ibadet edildiğinin bir başka alameti sayılır… Teslis akidesi ve mabetlere nakşedilen resimler, bütünüyle Hıristiyan din adamlarının uydurmasıdır.

Kabe'nin üstüne, içine ve çevresine konulan putlar da, o günkü müşriklerin küfür ve isyanından başka bir şey değildir. Çünkü kutsal Kabe, Allah'a ibadet için yeryüzünde inşa edilen ilk mabeddir…' [4]

Görüldüğü gibi Allah'ın birliğine, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olduğu gerçeğine halel getirecek hiçbir unsur, Allah'ın evi demek olan camilerde bulunamaz.

Tefsirde, kiliselerdeki durumdan sonra Kabe'deki putlar meselesine geçilmesi son derece manidardır. Yani Kabe'de bulunan şirk unsuru putlar ne ise, mana ve mahiyet olarak Ayasofya'daki teslis sembolleri de odur, aynıdır.

Aynı ayet (Cin: 18) için İmam Nesefî Tefsirinde şöyle denir:

'Mescidler şüphesiz Allah'ındır. Bunun manası 'Mescidler Allah'a ait olduğu için başka kimseye yalvarmayın' şeklindedir. Çünkü o mescidler Allah'a ve ona ibadete mahsustur.' [5]

Yukarıda meali verilen Şuara 213'de, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) 'Allah'tan başkasının adını anma' diye hitap edilmesiyle ilgili olarak Elmalılı Tefsirinde şöyle denir:

'Peygambere bu hitabın böyle şirkten nehiy şeklinde gelmesi, tevhid inancına davette ihlası (samimiyeti) artırmak için bir coşturma ve diğer mükellefleri korkutmada örnek almak için bir inceliktir.' [6]

Ayetin Ruhu'l Beyan Tefsirindeki izahında ise şu cümleye yer verilir:

'Allah'a eş koşması mümkün olmayan birine eş koşma yasaklandığına göre, diğer insanlara nasıl yasaklanır düşünün!' [7]

Bu cümle, mescidlerde tevhidi hakim kılmanın önemini en üst perdeden ifade etmektedir. Onun için, 'mescid' adı taşıyan bir mekanın, sadece sözde değil, keyfiyet olarak da 'Allah'ın evi' statüsü kazanabilmesi için, tevhide muhalif her şeyden, özellikle de şirk sembollerinden tamamen arındırılması şarttır.

4- Fatih'in Vakfiyesinde de Cami / Mescid ve Tevhid Vurgusu Vardır

Fatih'in vakfiyesinde, Ayasofya'nın 'cami' oluşuna muhalif olarak yapılacak değişiklikler reddedilmekte ve bunlara teşebbüs edeceklere lanet okunmaktadır.

Ayasofya'daki Hıristiyanlık sembollerinin Fatih tarafından reddedildiğinin fiilî ispatı, fetihten sonraki üç gün içinde, hummalı bir çalışma ile içerideki taşınabilir bütün teslis unsurlarının çıkarılması, duvarlarda kalanların ise alçı, kireç gibi maddelerle sıvanarak kapatılmasıdır. Bu 'şirkten arındırma' ameliyesiyle birlikte, geçici olarak tahtadan bir minare de yapılmış ve ancak bundan sonra bu mekan Cuma ve vakit namazlarına müsait hale gelmiştir. Vakfiyeyi doğru anlayabilmek için bu fiilî ispat, yani Fatih'in Ayasofya'daki tatbikatı çok önemlidir. Onun (Fatih'in), vakıfnameye şart koştuğu hususlar, kendi uygulamasının tezahürüdür.

Yüzlerce sayfadan oluşan bu vakfiyenin, Cumhurbaşkanının konuşmasında yer alan kısmında, cami olan bu mekanın, cami vasfının değiştirilmesi, başka maksatlara hizmet ettirilmesi hususu, her ihtimal teker teker zikredilerek reddedilmektedir. Bu kadar teferruatlı bir anlatım, deha ve basiretten de öte, bir nevi Fatih'in 'kerameti' olsa gerektir. Yukarıda da geçen o ifadeleri önemine binaen tekrar sıralayalım:

Vakfiyeyi değiştirmek,

Bir maddesini bile tebdil, iptal ve tadil etmek,

Fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavere ile vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kast etmek,

(Vakfiyenin ) aslını değiştirmek, füruuna itiraz etmek ve bunları yapanlara yol gösterip yardım etmek,

Kanunsuz olarak onda (Ayasofya'da) tasarruf yapmaya kalkmak,

Cami olmaktan çıkarmak, sahte evrak düzenlemek, mütevellilik (idarecilik) hakkı istemek yahut onu kendi batıl defterine kaydetmek veya yalandan kendi hesabına geçirmek…

Görüldüğü gibi sayılan bu ihtimaller, Ayasofya üzerinde teşebbüs edilebilecek bütün hile ve yanlışları ihtiva etmektedir.

Bunlardan herhangi birini yapana ise Fatih'in bedduası oldukça ağırdır. Tekrar okuyalım:

'… Huzurunuzda ifade ediyorum ki, en büyük haramı işlemiş ve günahı kazanmış olur. Bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah'ın, Peygamber'in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun… Azapları hafiflemesin, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah'ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.'

SONUÇ

Konuyla ilgili şimdiye kadarki yazılarımızda Ayasofya sorununun hemen bütün yönlerine işaret ettik.

Gayet açık bir şekilde ortadadır ki, Ayasofya her türlü tartışmadan uzak bir şekilde, İstanbul'un fethinin sembolü olarak, Fatih'in vakfiyesiyle tanımlanmış, Müslümanlara ait bir camidir. Bu hüküm hukuken de gayet nettir.

Yapılması gereken Ayasofya'nın, Sultan Ahmet gibi; Fatih, Beyazıt, Selimiye Camileri gibi, tartışılmaz bir hüviyetle Müslümanların ibadetine tahsis edilmesidir.

İşte çözüm budur.

Ayasofya'nın bu statüsüne zarar veren her türlü uygulamanın önüne geçmek, milletin temsilcisi, devletin ve icranın başı olan Sayın Cumhurbaşkanın uhdesindedir. Yetki de, sorumluluk da kendisindedir.

Yirmi yılı aşkın bir zamandır onu iktidarda tutan milletimiz, bunu Sayın Cumhurbaşkanından beklemektedir ve bu beklentisinde son derece haklıdır.

Milletimizle beraber biz de bu büyük görevin yapılmasını bekliyoruz.

[1] Konuşmanın metnine şuradan ulaşılabilir:

https://www.ayasofyacamii.gov.tr/tr/ayasofya-manifestosu

Yazımızda Cumhurbaşkanının konuşmasından aktardığımız bütün pasajlar bu siteden alıntılanmıştır.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=FyWTz7uV-E4

[3] https://www.milliyet.com.tr/siyaset/erdogandan-islam-dunyasina-cagri-2346542

[4] Celal Yıldırım, Asrın Kuran Tefsiri, Miraç Yayınları c. 13, s. 270-271.

[5] İmam Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları, c. 10, s. 424.

[6] Elmalılı Tefsiri, c. 6, s. 119.

[7] Ruhu'l Beyan Tefsiri, c. 6, s. 126.