“İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını imtihan etmek için şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık. Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.” (Kehf: 7-8)

“Vehn hadisi”nde geçen “dünya sevgisi”nin çerçevesini doğru çizebilmek için, meseleye “Allah’ın birliğini esas alan tevhidî dünya görüşü” ile, yani Müslümanca bakmak zaruri ve şarttır. Çünkü İslam dışında hiçbir inanç veya telakki (ne beşerî dinler ne muharref dinler, yani Yahudi ve Hıristiyanlık ve ne de inkârcı yahut şirke dayalı ekol ve ideolojiler) bir maraz olan “dünya sevgisi”ni hakkıyla idrak ve tarif edemez.

Dünya sevgisinin ne olduğunu anlayabilmek için şu hususları göz önünde bulundurmak gerekir:

1- İslam’ın tevhidî dünya görüşü, Allah’ın varlığını ve birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu, eşi benzeri ve dengi olmadığını (Bak: İhlas Suresi) ve yaratılmışların hiçbirine hiçbir şekilde benzetilemeyeceğini (Bak: Şura: 11) esas alır. Tevhidî dünya görüşünde Allah’ın dışında her ne varsa, O’nun yarattığı mahlûkattır. Dünya da bu mahlûkat içinde mana ve mahiyeti önemli; fakat cismi ve cirmi küçük bir varlıktır. Ahiret âlemine hazırlık sahnesidir.

2- İnsanın yaradılış gayesi Allah’ı bilmek, tanımak, (marifetullah) O’na ibadet ve kulluk etmektir. Kişi dünyada takdir edilen ömrü müddetince yaşar ve ölür.

3- Dünya hayatı bir imtihan sahnesidir. İmtihanın konusu da Allah’ın rızasını ve bu vesileyle ahireti, ebedî hayatı kazanmaktır.

4- İmtihan hikmetinden dolayı insan çift yönlü yaratılmıştır; hem “ruh”u hem de “nefs”i vardır.

Nefis maddeye, peşin zevklere, dünya ziynetlerine meyyaldir. Bedenin ihtiyaçları da bu meyli destekler.

Ruh ise yaratılışı icabı Allah’ı arar; maddi unsurlar, peşin zevkler onu tatmin etmez. Ruh, ilim ve hikmete âşıktır; sonsuzluk ister. Sonsuzluk ise ahirettedir. Dolayısıyla ruh ahireti ister, Allah’ın rızasına talip olur. “Hayat ancak ahiret hayatıdır” (Ankebut: 64) ayeti bunu anlatır.

5- Hayat imtihanının gereği olarak Allah’a kalben yapılan yolculukta insanın önüne tehlikeler, engeller, hatta yol kesiciler, düşmanlar çıkar.

Bu yolculuğu, yani seyr ü sülûkü konu alan kalbî ilimler ve tasavvufî eserlerde, Allah’a yaklaşmanın önünde dört büyük engel olduğundan bahsedilir. Bunlar “nefis”, “şeytan”, “dünya” ve “halk” yani “istikameti bozuk insanlar ve toplum”dur.

İşte konumuz olan dünya, bu engellerden üçüncüsüdür.

Ayet ve hadislerde, ahirete perde / engel olan bu dünyanın büyü ve cazibesine, dolayısıyla da şerrine kapılmamak gerektiğine dair ikaz ve ihtarlara yer verilir ki vehn hadisi de onlardan biridir.

1- Hakikatte Dünya Nedir?

Evet, Allah’a kurbiyetin (yaklaşmanın) önündeki engellerin üçüncüsü dünyadır.

Dünya, aşağıda anlatılacak mahiyeti itibariyle Allah’a gidişte engel, insanın kalp gözünün önündeki perdedir. Bu vasfıyla da Allah’a ve mü’minlere düşman olan nefsin ve şeytanın yardımcısıdır ve onlara ortam hazırlar. Şeytan; nefisten kaynaklanan hevâ-yı hevesle ve dünyanın oluşturduğu zeminin de desteğiyle, fitne, iğva, hile ve desiselerini gerçekleştirme imkân ve fırsatı yakalarlar. Böylece bu üç düşman (nefis, şeytan ve dünya), Allah’a ulaştıran yolu keser, insanları badire ve belalara ve de helâke sürükler. İnsan, bu düşmanların şerlerinden emin olmak yahut en azından bunlara karşı tedbir alıp korunmak istiyorsa, öncelikle bu şerli düşmanları tanımalı ve kendileriyle mücadele yollarını öğrenmelidir.

Burada mârifetullaha ve Allah’a kulluğa engel teşkil eden “dünya” kavramının vasfını iyi anlamak lazımdır. Zira dünya aynı zamanda âhireti kazanma yeri, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) mübarek diliyle “ahiretin tarlasıdır”[1] Bu tarlada ekilen, yarın âhirette biçilecektir.

Bu açıdan bakıldığında “dünya” kavramındaki çift yönlülük kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Evet, dünya bir yönüyle hayatımızı devam ettirmemize vesile, tabiatıyla da âhireti kazanmamıza yardımcıdır. Diğer yönüyle de insanı mârifetullahtan, ibadetten ve âhirete hazırlanmaktan alıkoyan bir düşmandır. Bu ikinci yönü, vehn hadisinde dikkat çekilen, şerli, menfi tarafıdır; kötü ahlaka, sapmaya, saptırmaya davetiye çıkaran, Allah’a perde teşkil eden yüzüdür.

Dünyanın bu şerli yönü, insanın iki azılı düşmanı olan nefis ve şeytana da imkân, fırsat ve malzeme verir; yardımcı olur.

Nitekim İmam Rabbânî Mektubat’ta dünyanın bu veçhesiyle ilgili şöyle der:

Bu alçak dünya, Sübhan Hak katında buğza ve lanete uğramıştır. Sebep, muradların husulü zımnında nefsin yardımcısı ve muavini olmasıdır. Bir kimse düşmana yardım ederse, lanete ve tarda uğrayacağında şüphe yoktur…” [2]

Ehl-i tasavvuf, dünyanın bu aldatıcı / şerli yönünü diğer yönünden ayırmak için, dünyayı da içine alan ve fakat daha kapsamlı bir kavram olan “mâsivâ” terimini kullanır.

2- Dünyanın Mahiyeti

Şimdi Allah’a, âhirete, mârifetullaha engel olan, insanı şekâvet ve felakete sürükleyen, Allah’ın düşmanı mel’un dünya nedir, bunu anlamaya çalışalım.

Bu konuyu araştırırken, İhyâu Ulûmu’d-Din’in 3. cildinde “Kula Göre Dünyanın Hakikati” kısmında, ölçüyü ortaya koyan ilginç tespitler olduğunu gördüm. Dünyanın hakikat ve mahiyetini anlamış ve hayatını ona göre yaşamış bir zâtın (İmam Gazâlî’nin) görüşlerine başvurmanın, hem dünyanın ne olduğunu kavramak hem de bu dünya karşısında tedbirli ve temkinli davranabilmek için faydalı olacağı kanaatindeyim.

Gazâlî bu bahiste konuya şu önemli tespitle başlar:

“Dünya ve âhiret, kalbin iki halinden ibarettir.”

Bu hallerden kula yakın olanına “dünya”, sonraya / ölüm sonrasına kalanına da “âhiret” dendiğini belirten Gazali, ölümden önce yaşanan zevk, şehvet, haz nev’inden her şeyin “dünya” olduğunu, ama bunların hepsinin mezmum (yerilmiş, kınanmış, ayıplanmış) sayılamayacağını anlatır ve dünyada meyledilen, zevk alınan, nasiplenilen şeyleri üç kısma ayırıp inceler.

Buna göre birinci kısım, “öldükten sonra da faydası devam eden ve âhirette de bize arkadaş olanlar”dır. Bunlar da “ilim” ve “amel”dir.

İlimden maksat, imanın şartlarıdır; Allah’ı, Allah’ın yer ve göklerdeki melekûtunu ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şeriatını bilmektir.

Amel de yalnız Allah rızâsı için yapılan iştir.

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, saliha kadın ve gözümün nuru namaz.” [3] mealindeki hadis-i şerif, dünyada nasiplenilen şeylerin bütünüyle kötü, çirkin, mezmum olmadığına delildir.

İkinci kısımda ise birinci kısmın zıddı olan, kişiyi azdıran dünya vardır. Bunlar, peşin zevklere, şehvetlere yahut ihtiyaçtan fazla olan mübahlara dalmak, altın, gümüş, ihtiyaçtan fazla binit, canlı- cansız mal, apartman, kıymetli elbiseler ve çeşit çeşit lezzetli yemekler gibi şeylerdir. İhtiyaç fazlası olan, nefse/ şehvete hitap eden bu dünyalıklar, mezmum olan dünyalıklardır.

Üçüncü kısımda ise, birinci ve ikinci kısmın ortasında yer alan dünya vardır. Buradaki dünyalıklar, âhiret ameline yardımcı oluyorsa iyidir, güzeldir;  ikinci kısımda anlatılan mantıkla kullanılırsa mezmumdur, kötüdür, çirkindir.

İnsan öldüğünde yanında dünyadan edindiği üç şey kalır. Bunlar da “safi”, yani “her türlü kibir ve riyâdan temizlenmiş bir kalp”, “Allah’ın zikri ve ünsiyeti” ve “Allah için sevgi”dir.

“Kalbin temizlik ve cilası dünya şehvetlerinden çekinmekle, ünsiyeti Allah’ı çok anmakla, muhabbeti de mârifetle hâsıl olur” der, İmam Gazali.

Mârifet ise ancak devamlı bir tefekkür ile elde edilir.

Aslolan ve âhirette faydalı olacak şey, kalbi şehvetlerden temizlemektir. Bu şekilde yapılan ameller, Allah’ın izniyle azaba engel olacaktır. Şu hadis buna delildir:

“Kulun ameli kendisini müdafaa eder. Mesela azap, ayakları tarafından geldiği zaman, gece kıyamı gelir, ‘(O) bu ayaklarla kıyam etti’ diyerek azaba karşı durur ve azabı def eder. Azap elleri tarafından geldiği zaman, sadaka gelir ve azabı ondan def eder.” [4]

Gazâlî’nin bahsi geçen bu bölümde verdiği bilgiye göre, kişiyi mezmum dünyadan koruyacak üç silah, “zikir”, “fikir” ve “amel”dir. Ayrıca haramlardan sakınmak, mutlaka helalinden kazanmak ve helallerde de ihtiyaç miktarını aşmamak gerekir. Zira “dünyanın helalinin hesabı ve haramının da azabı vardır.” [5]

İslam âlimlerinin âyet ve hadislerin ışığında dünyanın faydalı ve zararlı yönlerini nasıl ortaya koyduklarına dair bir örnek de İmam Rabbânî’den verelim. O, Mektubat’ın 232. Mektubunda şöyle der: 

“Bu düşük dünyanın çirkinliği zâhir olmayınca tam olarak ondan kurtulmak muhaldir. Ondan halâs hâsıl olmadıkça da âhiret necâtı çok zordur. Çünkü ‘Dünya sevgisi bütün hastalıkların başıdır’ hükmü kesindir. Zira çare aramak, zıtlarda olur. Böyle olunca da dünya muhabbetinin izalesi, âhiret işlerine rağbet etmeye ve şeriat-ı garra hükümleri uyarınca ameller işlemeye bağlıdır.

Subhan Hak, dünyayı beş şey üzerine inhisar ettirdi, hatta dört şey üzerine… Şöyle buyurdu:

“Dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir. Bir süstür, aranızda bir böbürlenmedir.” (Hadid: 70.)

Bir insan sâlih amellerle iştigale başlarsa, dünyanın en büyük parçaları olan oyun ve eğlence noksan olur.

İpekli giymekten, altın gümüş kullanmaktan sakınıp korunmak hâsıl olduğu zaman, dünyanın ziynet sayılan ikinci kısmı da zevale yüz tutar.

Ne zaman ki Allah katında fazilet ve kerâmetin, verâ ve takvâya bağlı olduğuna; hasep ve neseple olmadığına yakîn hâsıl olursa, elbette o zaman böbürlenme kalmaz.” [6]

Tüm bu izahlardan dünyanın, hayatın devamına vesile olan yönünün yadırganamayacağını; ama âhirete zarar veren şerli, sihirli, saptırıcı yönünün de Allah’a yönelişe engel teşkil ettiğini, dolayısıyla mârifetullaha perde olup insanı şekâvete, ebedî felakete sürüklediğini anlıyoruz.

Çirkin olan, kerih görülen, Allah’a ve kullara düşman telakki edilen, dünyanın bu aldatıcı ve saptırıcı yönüdür. Yoksa Allah’a kulluğa, hikmeti ve mârifeti elde etmeye katkı sağlayan dünya makbuldür; ondan vazgeçilemez.

İşte vehn hadisinde Müslümanları -çokluklarına rağmen- suyun üstündeki çer çöp gibi değersiz ve dolayısıyla da etkisiz, heybet ve vakardan mahrum, tembel, uyuşuk, meşru haklarını müdafaadan bile aciz hale getireceği haber verilen dünya sevgisinin çerçevesi, bu bilgi ve ölçüler ışığında çizilmelidir.

Gelecek yazımızda aynı konuya ayet ve hadisler ışığında devam edeceğiz.


[1] Buhârî, Rikâk, 3.

[2] İmam Rabbânî (Ahmed Farukî Serhendî) Mektubât-ı Rabbânî, Arapçadan Çeviren: Abdülkadir Akçiçek, İstanbul, 1998. c. 1, s. 177-178.

[3] Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61).

[4] İhyâ, c. 3, s. 493, Buhârî ve Müslim Aişe’den rivâyet etmişlerdir.

[5] Bahsi geçen konu için bak: İhyâ, c. 3, s. 491-494.

[6] Mektubât, c. 2, s. 66-67. (232. Mektup)