“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten korunun! (Takvâ sahibi olun.) Her nefis yarın için ne gönderdiğine baksın! Hem Allah’tan korkun! Çünkü Allah her ne yaparsanız şüphesiz haberdardır. (Haşr: 18)

Bir evvelki yazımızda dünyayı aşırı sevmenin ve buna bağlı olarak da ölümü kerih / çirkin görmenin, Müslümanları dünyada zillete, ahirette ise felakete sürükleyeceğini konu edinmiştik. Tam da bu noktada insan için en ciddi mesele olan ölüme hazırlığın hayatî önemi ortaya çıkmaktadır ki bu yazımızda da bu konuyu ele alacağız. Bu aynı zamanda vehn hadisinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) haber verdiği hastalığın tedavisi yolunda atılmış bir adım olacaktır.

I- ÖLÜME HAZIRLANMANIN ÖNEMİ

İnsan için en ciddi, en önemli ve de en hayatî mesele, ölümü düşünmek ve âhirete hazırlık yapmaktır. Bu, yaratılışımızın gayesidir. İnsan hayatında bundan daha önemli bir şey olamaz. Zira kişinin ebedî hayatının nasıl olacağını, onun ölümü ve ölüm sonrası âhiret ahvalini ciddiye alıp almaması belirler.

Ortada ya ebedî bir felaket, sonu gelmez bir azap ya da sonsuza dek sürecek bir huzur, saâdet, mutluluk var. Önünde, hangisinin zuhur edeceği bilinmeyen bu iki durum varken, insan nasıl rahat ve güven içinde olur?

O halde ölüm asla şakaya gelmez. Oyun, oyalanma ve gaflet yeri olan dünyaya aldanmak, hiç ölmeyecek gibi yaşamak ne büyük akılsızlıktır. Ve şu bir gerçektir ki, böyle yaşayanlar da aslında şuur altlarında gizli bir ölüm korkusuyla bunu yapmaktadırlar. Sanki kalabalıklara karışıp şen kahkahalar atmak, kendilerini bu âkıbetten kurtarmaya yetecekmiş gibi… Heyhat! Bu kaçış, ancak ecel anı gelene kadardır…

Ölümden kurtulmak mümkün değildir. Çünkü varlık âleminde Allah’ın mülkünün dışında bir mekân yoktur. Muhkem kalelere de girse, semaya da çıksa, vakti saati gelince ecel kişiyi yakalar. Ölümden kaçış - kurtuluş olmadığına dair şu âyet-i kerime son noktayı koyuyor:

“Her nefis (can) ölümü tadacak. Sonra döndürülüp bize getirileceksiniz.” (Ankebut: 57)

Mâdemki ölümden kaçış mümkün değildir; o halde yapılması gereken ölümün manasını anlamak ve ona hazırlık yapmaktır.

Ölüm halinin ve ölümden sonraki âhiret ahvalinin nasıl olacağı, dünya hayatının keyfiyetiyle yakından ilgilidir. Hatta diyebiliriz ki dünya hayatının mahiyeti bir sebep ise, ölüm hali ve âhiret ahvali bir sonuçtur. “Dünya âhiretin tarlasıdır / mezraıdır” hakikati bunu ifade eder.

Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” [1]

Bu hadis-i şerif, dünya hayatıyla ölüm ve âhiretin irtibatını manidar bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine kimi kaynaklarda hadis olarak verilen, kimi kaynaklarda da Hz. Ali’ye nispet edilen bir sözde şöyle buyurulmaktadır:

“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”

İster hadis olsun, ister Hz. Ali efendimize ait olsun, bu söz de çok anlamlıdır. Zira uykudaki insan, gerçek hayattan ne kadar kopuk ise; dünya da ölüm ve sonrası gerçeğini görmeye o kadar büyük engeldir. Ölüm ise bir uyanıştır, hakikatlere ayan beyân muttali olmaktır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ölüm esnasında gaflet perdesinin açılacağı ve âhirete dair gerçeklerin kişiye görünmeye başlayacağı haber verilmektedir:

“(Ona şöyle denir: ) Sen bundan habersiz, bilgisizdin. Biz senden perdeyi kaldırdık, artık bugün gözün (görüşün) keskindir.” (Kâf: 22)

“(Peki) Bu da mı sihir? Yoksa siz (yine büyüklendiniz de) göremiyor musunuz? Girin oraya, ister dayanın, ister dayanmayın, size birdir. Siz ancak yapageldiklerinizin cezasına çarptırılıyorsunuz.” (Tûr: 15-16)

“Hâlbuki (o gün) onlar için Allah’tan hiç de zannetmeyecekleri (nice) şeyler zuhura gelmiştir.” (Zümer: 47)

Bu âyetlerde ölüm anında nice gerçeklere muttali olunacağı haber verilmekte ve Allah’ın rızâsına uymayan bir hayat yaşayanların, hiç zannetmedikleri gerçeklerle, dehşet verici şeylerle karşılaşacaklarına dikkat çekilmektedir.

Ölüm anında müşâhede edilecek gerçeklerden biri de, kişinin varacağı yeri görmesidir.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz nereye gideceğini bilmeden ve hatta cennet veya cehennemdeki yerini görmeden dünyadan çıkmaz.” [2]

Ubâde İbnu’s-Sâmit (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

“Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!”

Hz. Aişe (r.a.), “Biz ölmekten hoşlanmayız” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm şöyle cevap verdi:

“Kastımız bu değil. Lâkin mü’mine ölüm gelince, Allah’ın rızâsı ve ikramıyla müjdelenir. Ona, önünde (ölümden sonra kendisini bekleyen) şeyden daha sevgili bir şey yoktur. Böylece o, Allah’a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. Kâfir ise, ölüm kendisine gelince Allah’ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple ona önünde (kendini bekleyenlerden) daha menfur bir şey yoktur. Bu sebeple Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” [3]

Delillerden anlaşılıyor ki ölüm anında müjdelenenler olduğu gibi, hayal kırıklığına uğrayıp kaybedenler de olacaktır. Son pişmanlık fayda vermeyeceği, kaybedenlerin bunu telafi edebilmesi mümkün olamayacağı için, aklı olanın yapması gereken, henüz vakit varken ölümü düşünmek, ölüm ve sonrası için hazırlanmaktır.

Bu meyanda “Akıl ileriyi / âkıbeti / ölümü / âhireti düşünmektir” denmiştir.

Abdullah ibn Ömer (r.a) anlatıyor:

Rasûlullah’ın (s.a.v.) yanında on kişi bulunuyordu. En son ben gelmiştim. Ensar’dan bir zât, “Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi:

“İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah'ın ikramları ile giderler.” [4]

O halde Allah’a ve âhirete yönelmek isteyen insan, tüm bunları düşünmeli ve ölmeden önce âhirete ne gönderdiğini iyi hesap etmelidir.

Bu hususta şu ilahi ikaz çok önemlidir:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten korunun! (Takvâ sahibi olun) Her nefis yarın için ne gönderdiğine baksın! Hem Allah’tan korkun! Çünkü Allah her ne yaparsanız şüphesiz haberdardır. Allah’ı unutanlar gibi olmayın. (Bundan dolayı) Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. Onlar hep günahkâr olanlardır.” (Haşr: 18-19)

II- ÖLÜM ÇOK YAKINDIR, ÜZERİNDE DÜŞÜNÜLMELİDİR

Ölüm Allah’a ulaşmak olduğu için sevilmeli, kerih görülmemelidir.

“Her gelecek yakındır”, “zaman izâfîdir” gibi gerçeklerden hareket edersek, ölümün ve dolayısıyla hesap vaktinin çok yakın olduğunu anlamakta gecikmeyiz.

Kur’an bu gerçeğe ve insanların bu gerçek karşısındaki derin gaflet uykularına şöyle dikkat çekmektedir:

“İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz haktan yüz çeviriyorlar...” (Enbiya: 1)

İmam Gazali bu hususta şöyle der:

“…İnsan dâima kendisini mezardaki ölülerden saymalıdır. Çünkü uzak olan, gelmeyecek olandır. Yoksa her gelecek yakındır. Akıl ölüm için hazırlanmaktır. Nitekim Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) “Akıllı adam kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanandır” buyurmuştur. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla, hatırlamak da hatırlatıcı şeylere bakmakla mümkündür.” [5]

Ölümden kaçmak sonuçsuz bir gayrettir.

“De ki: Doğrusu kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız, sonra görüleni ve görülmeyeni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size işlediklerinizi haber verecektir.” (Cuma: 8)

Şu da var ki, kişinin günah, hata ve noksanlarını telafi etmeye çalıştığı için ölümün kendisine gelmesini istememesi, ölümü kerih görmek demek değildir. Bu kişi ölümü kerih görmüyor ve fakat zaman kazanarak ona hazırlanmak istiyor demektir.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) “Mü’minin hediyesi ölümdür” buyurmuştur. [6]

İhya’da bunun sebebi şöyle izah edilir:

“Çünkü dünya mü’minin tutuklu bulunduğu bir yerdir. Zira burada devamlı olarak nefsiyle mücadele, şehvetlerine karşı riyâzet ve şeytanın saldırısına karşı savunma halindedir. Ölüm ise bütün bu sıkıntılardan azat olmak demektir. Azatlık ise kendi hakkında bir hediyedir.” [7]

İnsan ölümü çok anmalı, Allah’ın va’dine inanmalı ve fâni dünyaya aldanmamalıdır. Âyet ve hadisler insanları bu hususta uyarmaktadır:

“Ey İnsanlar! Haberiniz olsun ki Allah’ın va’di (bir gün) gerçekleşecektir. Sakın bu düşük ve değersiz dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın o mağrur şeytan sizi Allah’a karşı da mağrur etmesin” (Fâtır: 5)

“Ataî Horasanî’nin anlattığına göre bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) kahkahalar atan bir meclise uğradı ve “Meclisinizi / muhabbetinizi, zevkleri alt üst eden şeylerle karıştırınız” buyurdu. Onların  “O nedir?” diye sormaları üzerine “Ölümdür” buyurdu.” [8]

Bu deliller ölümü çok ciddiye almayı ve üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektirmektedir.

III- DÜNYA DEĞERSİZDİR, HAYAT AHİRET HAYATIDIR

Hayat imtihanında dünyanın câzibesine aldanmamak, gerçek hayatın âhiret hayatı olduğunu bilmek, âriflerin işidir. Ancak biraz düşünen, basiret sahibi her mü’min de bu gerçeği az çok idrak edebilir. Ne var ki biz insanlar ekseriyetle gafletteyiz ve tefekkür etmiyoruz.

Şimdi meali verilen şu ayetler ışığında tefekkür gerekmez mi:

“Bu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Şüphesiz âhiret hayatı gerçek hayattır. Keşke bunu bilselerdi.” (Ankebut: 64)

“Bu değersiz dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka nedir ki! Elbette âhiret yurdu korunan muttakiler için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?” (En’am: 32)

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk: 2)

“O (cehennem) insan için, içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette büyük bir şeydir. (Müddessir: 35-37)

“Mal ve evlatlar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan sâlih ameller ise Rabbinin katında sevap olarak daha hayırlı, beklenti bakımından daha güzeldir.” (Kehf: 46)

“Allah’a temiz bir kalple gelmenin dışında ne mal ve ne de evlatlar fayda verir.” (Şuarâ: 88-89)

“Biz onların günlerini saydıkça sayıyoruz.” (Meryem: 84)

Bütün bu ikazlara rağmen insanoğlunun vahim bir şekilde aldandığını da şu âyet haber veriyor:

“Kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz. Allah’ın emri gelene kadar dinde şüpheye düştünüz. Sizi kuruntular aldattı, sizi şeytanlar Allah’a karşı ayarttı.” (Hadid: 17)

Ve artık imtihan vaktinin geçtiği son anda, tevbe de makbul değildir:

“Kötülükleri işleyip dururken ölüm kendisine geldiği zaman ‘Şimdi tevbe ettim’ diyenin tevbesi makbul değildir.” (Nisâ: 18)

İşte en büyük pişmanlığın ve tarifi imkânsız bir acının yaşanacağı o gün gelmeden tefekkür etmek ve hazırlık yapmak gerekir. Tefekkür-i mevt / ölüm halini düşünmek, insanın ölmeden önce ayıkmasında en etkili yollardan biridir. Belki de bu sebepledir ki tasavvufî meşreplerde zikir dersine ve murakâbeye ölümü tefekkürle başlanmaktadır.

Ölüme hazırlanmayı geciktiren veya bu hazırlığı zaafa uğratan şeylerin başında tû-i emel, uzun emel, hırs gelmektedir. Gelecek yazımızda da bu konuyu ele alacağız.

Cenâb-ı Hakk’tan arefesinde olduğumuz mübarek Ramazan Bayramı hürmetine milletimize ve tüm Müslümanlara birlik ve beraberlik içinde mukaddesatımızı müdafaa şuuru nasip etmesini niyaz eder; bütün okuyucularımın bayramını tebrik eder, sağlık ve afiyet içinde hayırlı ömürler dilerim.


[1] Aliyyü’l Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431

[2] İhyâ, c: 4, s: 830, İbn Ebi’d Dünya rivâyet etmiştir.

[3] Buhârî, Rikâk 41; Müslim, Zikr 14; Tirmizî, Cenâiz 67; Nesâî, Cenâiz 10.

[4] Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 12/13536; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 1676; Zebîdî, İthaf, 14/20.

[5] İhyâ, c: 4, s: 803- 804.

[6] İhyâ, c: 4, s: 806, İbn Ebi’d Dünya, Taberânî, Hâkim Abdullah b. Ömer’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir.

[7] İhyâ, c: 4, s: 806.

[8] İhyâ, c: 4, s: 807