Dinlerarası diyaloga kapılarak tevhid akaidini bozan Müslüman kökenli şahısların bir büyük yanlışı da, muharref din mensuplarının (Yahudi ve Hıristiyanların) ayinlerin de “ibadet” olduğunu söylemeleri; İslam’daki mescid hukukunu buna göre yorumlamaları ve bu yönde telkinlerde bulunmalarıdır.

'Ehl-i Kitap Ehl-i Necat Değildir'

'Şüphesiz Allah katında din İslam'dır...' (Âl-i İmran: 19.)

'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.' (Âl-i İmran: 85.)

Dinlerarası diyaloga kapılarak tevhid akaidini bozan Müslüman kökenli şahısların bir büyük yanlışı da, muharref din mensuplarının (Yahudi ve Hıristiyanların) ayinlerin de 'ibadet' olduğunu söylemeleri; İslam'daki mescid hukukunu buna göre yorumlamaları ve bu yönde telkinlerde bulunmalarıdır.

15 Temmuz öncesinde FETÖ eliyle yürütülen faaliyetlerde 'ortak ibadet' programları çok revaçtaydı. 15 Temmuz sonrasında adına 'ortak ibadet' diyecek kadar aleni olmasa da, biraz irdelendiğinde aynı mesajı muhtevi olduğu kolayca anlaşılabilecek eylem ve söylemlerin sürdürüldüğü bir gerçektir.

Mesela önceki yazılarımızda gündem ettiğimiz, cami ve mescidlerde teslis şirkine ait sembollere cevaz verilmesi bunlardan biridir.

Yine muharref din mensuplarının cami ve mescidlerimizde ayin yapmalarına izin verilmesi için, -haşa- buna Sünnet'ten delil getirme (!) adına, Hz. Peygamberin (s.a.v.) Necran Hıristiyanlarıyla olan görüşmesini gündem etmek, zayıf ve şüpheli bir rivayet olduğu halde heyettekilerin mescidin kenarında ayin yapmalarına müsaade edilmesini bahane ederek 'mescid hukuku' tespit etmeye kalkışmak, geçmişte olduğu gibi bugün de diyalogcular nezdinde revaçta olan bir suiistimaldir.

Halbuki bu yazımızda ortaya konacağı üzere, bu görüşmede ana mesele, Hıristiyanların Hz. İsa'yı (a.s.) ilah edinmekle düştükleri şirkin ortaya konması, heyette bulunanların ve onlar nezdinde kabilelerinin İslam'a çağrılmasıydı.

Meselenin mahiyetini bilmeden yahut bildiği halde saptırarak bu görüşmeyi, içindeki -gerçekliği bile şüpheli- küçük bir teferruatı ön plana çıkarıp, buradan diyaloga meşruiyet kazandırmaya çalışmak -şayet cehli mürekkep değilse- kasıtlı ve ard niyetli bir davranıştır.

I- HZ. PEYGAMBERİN NECRAN HIRİSTİYANLARI HEYETİYLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERİN TAHLİLİ

1- Necran Hıristiyanlarının Medine'ye Geliş Sebebi

Necran Hıristiyanları Medine'ye niçin gelmişti?

Bu soru önemlidir ve diyalogcuların suiistimalini gün yüzüne çıkarmak için mutlaka sorulmalıdır.

Cevabına gelince:

Peygamberimiz onları bir mektupla İslam'a davet etmişti. Bu mektupta şu ifadeler yer alıyordu:

'Bismillah!

Allah'ın Resûlü Muhammed'den Necran uskufuna,

İbrahim'in İsmail'in, İshak'ın ve Yakub'un ilahı olan Allah'ın ismiyle başlarım.

İmdi: Ben sizi, kullara tapmaktan Allah'a ibadet etmeye, kulların dostluğundan Allah'ın dostluğuna davet ediyorum.

Bu davetimi kabul etmeye yanaşmazsanız, cizye (vergi) verirsiniz.

Bundan da kaçınırsanız, size harb açacağımı bildiririm, vesselam !' [1]

Görüldüğü gibi mektupta Baba Rab, Oğul Rab, Ruhu'l Kudüs şeklindeki üçlü tanrı telakkisinin şirk olduğuna vurgu yapılarak, Necran Hıristiyanları Müslüman olmaya davet ediliyor.

Girişte İbrahim (a.s.) İsmail (a.s.) İshak (a.s.) ve Yakub'un (a.s.) isimlerinin anılması, zımnen 'Siz bunların yolunda değilsiniz; siz, ilahı Allah olan bu peygamberlerin mesajından uzaklaştınız' demektir. İslam daveti kabul edilmezse cizye ve cizyenin de kabul edilmemesi durumunda harbin gündem edilmesi işin ciddiyetini göstermektedir. Bu şartlar altında Necran Hıristiyanları Medine'ye bir heyet göndermeye mecbur kalmışlardır.

Görüldüğü gibi burada ana konu iman - küfür, iman - şirk meselesidir; İslam'a davet meselesidir. Diyalogcuların iddia ettikleri gibi, mescidin kenarında ayin yapılmasına müsaade edilmesi meselesi değildir ki bu konuyu mescid hukuku açısından gelecek yazımızda ele alacağız.

2- Hıristiyan Necran Heyetinin Peygamberimizle İlk Karşılaşması

Necran heyeti Medine'ye gelince ilk olarak elbiselerini değiştirdiler. Üstlerine gösterişli, rütbe ifade eden kıyafetler giyip mescide o şekilde girdiler. Peygamberimize (s.a.v.) selam verdiler ama Peygamberimiz onları görmezlikten geldi, kendileriyle konuşmadı.

Bu durum karşısında heyettekiler ne yapacaklarını bilemeyip geri dönmeyi bile düşündüler. İçlerinde Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf'ı tanıyanlar vardı; onlara danışma kararı aldılar. Onların yanına gittiklerinde orada Hz. Ali (r.a.) de vardı. Hz. Ali, Allah Resulünün bu tavrının üstlerindeki gösterişli ve rütbeli kıyafetlerden kaynaklandığı kanaatinde olduğunu söyledi, diğer sahabiler de onu desteklediler.

Gerçek de buydu.

Necran heyeti, içine bulandıkları şirk çamuruna bakmadan, giydikleri bu kıyafetlerle Hz. Peygambere (s.a.v.) ve Müslümanlara üstünlük taslamak, psikolojik inisiyatif elde etmek istemişlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) de onlarla konuşmayarak, bu tavırlarına karşı sessiz, sözsüz ama en anlamlı cevabı vermişti kendilerine.

Necran heyeti sahabilerden aldıkları fikirle, çaresiz kıyafetlerini tekrar değiştirdiler; önceki sade elbiselerini giyip bir kere daha mescide geldiler. Bu defa Peygamberimiz (s.a.v.) onları muhatap alarak kendileriyle konuştu.

Sadece bu olay bile Necran heyetiyle yapılan görüşmelerin mesajını anlatmaya kafidir. Bu mesaj, üstünlüğün kaftanla, süslü ve rütbeli elbiseyle olmadığı, kişinin ancak sahih iman ve doğru istikametle değer kazanacağıdır.

Böylece Peygamberimiz (s.a.v.) İslam'ın şahs-ı manevisini korumuş; onlara 'Siz şirke bulaşmış bir vaziyetteyken İslam'a ve Müslümanlara karşı üstünlük iddia edemezsiniz' demek istemiştir. Mesajı da gayet güzel alınmıştır.

İlerleyen günlerde kendisine bu davranışının sebebini soran sahabeye Allah Resulü (s.a.v.) şu cevabı vermiştir:

'Beni hak din ve kitapla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, bana ilk gelişlerinde İblis şeytan onların yanlarında bulunuyordu.' [2]

3- Görüşmelerin Gerçekleşmesi

Necran Hıristiyanlarıyla yapılan görüşmeler bir süre devam etti.

Hakkın ispatı ve batılın iptali şeklinde cereyan eden bu görüşmelerde Peygamberimiz (a.s.) evvela heyetin öncülerinden Seyyid Eyhem'le Akîb'i İslamiyet'e davet etti.

Bundan sonrası Asım Köksal'ın İslam Tarihi'nde şöyle anlatılır:

'Onlara 'Müslüman olunuz!' buyurdu.

Onlar 'Biz eskiden beri Müslümanız!' dediler.[3]

Peygamberimiz Aleyhisselam 'Siz yalan söylüyorsunuz! İsterseniz Müslüman olmanıza engel olan şeyleri size haber vereyim!' buyurdu.

Onlar 'Haydi getir, bildir bakalım onları!' dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam 'Sizin Allah'a oğul isnad etmeniz, haça tapmanız, domuz eti yemeniz, içki içmeniz sizi İslamiyet'ten men etmiş ve ediyor!' buyurdu.[4]

Necranlı Hıristiyan bilginleri sözü uzatıyorlar, çoğaltıyorlar ve İsa Aleyhisselam hakkındaki inançlarını savunmaya çalışıyorlardı.

'O, Allah'tır!' diyorlar ve şöyle söylüyorlardı:

'Çünkü o ölüyü diriltirdi, hastaları iyileştirirdi, gaybdan haber verirdi, çamurdan yaptığı kuş heykelini üfleyip canlandırırdı. O, Allah'ın oğludur. Çünkü onun bilinen bir babası olmamıştır. O beşikte konuşmuştur! Bunu kendisinden önce hiç kimse yapamamıştır! O, üçün üçüncüsüdür!...' diyorlardı.[5]

Ebu Harise 'Ya Muhammed! İsa hakkında sen ne dersin?' diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam 'O, Allah'ın kulu ve resûlüdür!' buyurdu.

Ebu Harise 'Ey Ebu'l-Kasım! Yüce Allah, senin dediğin gibi demiyor, şöyle şöyle diyor!' dedi.[6]

Temsilcilerin en üstünü olan kişi de 'Sen ona ne için 'kuldur' diyerek hakaret ediyorsun?' dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam 'Evet! O, Allah'ın kuludur! Meryem'e ilka ettiği kelimesidir!' buyurdu.

Necran temsilcileri kızdılar, 'Biz senin dediğini kabul etmeyiz! O, Allah'tır! Öyle değilse, haydi söyle, onun babası kimdir?!' dediler.[7]

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara 'Siz, sıfatları babasının sıfatlarına benzemeyen bir oğul olamayacağını biliyorsunuz değil mi?' diye sordu.

'Evet!' dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam 'Sizler, Rabbimizin hiç ölmeyen, diri, İsa'nın ise fani olduğunu biliyorsunuz değil mi?' diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri 'Evet!' dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara 'Sizler, Rabbimizin kendi Zatıyla kaim olduğunu ve her şeyi koruduğunu, rızıklandırdığını biliyorsunuz değil mi?' diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri 'Evet!' dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara 'İsa bunlardan herhangi bir şeye malik bulunuyor mudur?' diye sordu.

Hıristiyan temsilcileri 'Hayır!' dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara 'Hiç şüphe yok ki, İsa'ya ana rahminde dilediği gibi suret veren Rabbimiz Allah'tır. Yemeyen, içmeyen Rabbimiz Allah'tır! Sizler İsa'ya annesi (Meryem)'in herhangi bir kadının hamile kaldığı gibi hamile kaldığını, sonra onu herhangi bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi doğurduğunu, sonra onun bir çocuğun emzirilmesi gibi emzirilip beslendiğini, sonra yiyip içtiğini biliyorsunuz değil mi?' diye sordu.

Hıristiyan temsilciler 'Evet!' dediler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara 'Hal böyle olduğuna göre, iddia ettiğiniz gibi İsa nasıl Allah veya Allah'ın oğlu olabilir?!' buyurunca, Necran Hıristiyan temsilcileri susakaldılar.[8]

Yüce Allah, onların sözleri ve üzerinde ihtilafa düştükleri her şeyleri hakkında indirdiği ayetlerde şöyle buyurdu…'

Bu satırların devamında, bu sebeple nazil olan Âl-i İmran Suresinin ilk 64 ayetinin meali verilmektedir.

Bu görüşmelerde Hıristiyan heyeti susmaya mecbur kalmıştır. Buna ilzam olmak denir ki çaresiz kalarak susmak, mağlubiyeti kabul etmek demektir.

Bu vesileyle nazil olan ayetlerden Âl-i İmran: 64 mealen şöyledir:

'De ki: Ey kitap ehli! Hepiniz, bizimle sizin aranızda müsavi ve adil bir kelimeye geliniz de, Allah'tan başkasına tapmayalım! Ona hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim! Buna rağmen, eğer yine yüz çevirirlerse, o zaman 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız!' deyiniz.'

Bu ayet bilindiği üzere dinlerarası diyalogcuların her fırsatta saptırdıkları bir ayet-i kerimedir. Ayetin tefsiri uzundur. Ama anlamak isteyenler için mesajı gayet açıktır. Burada kitap ehli İslam'a çağrılmaktadır. Ayette geçen 'sevaen' kelimesi adalet ve hakkaniyet ölçüsünü ifade etmektedir.

Bu ölçüye göre ehl-i kitaba, uymaları gereken üç esas bildirilmektedir:

'Allah'tan başkasına tapmayalım'

'Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım'

'Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim'

Koşulan bu üç şart, onların malul bulundukları şirk hastalıklarıydı. Çünkü onlar yalnız Allah'a ibadet etmiyorlardı. Yahudiler 'Uzeyr Allah'ın oğludur' Hıristiyanlar da 'İsa Allah'ın oğludur' diyerek Allah'tan başka ilahlar ediniyorlardı. (Tevbe: 30.) Bu sebepledir ki ikinci şartta 'Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım' denmektedir.

Yine onlar din rehberlerini de Allah'tan başka rabler edinmişlerdi. Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar da rahiplerini Allah'tan başka hüküm koyucu, helal - haram tespit edici olarak kabul ediyorlardı. (Tevbe: 31) Bu da onları ilah edinmek anlamına geliyordu. İşte ayetteki üçüncü şart da buna yönelikti.

Ayetin (Âl-i İmran: 64) devamında bu üç şarttan yüz çevirirlerse verilecek cevap da bildiriliyor:

'Onlara 'Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız' deyiniz.'

Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimeden dinlerarası diyalogculara ekmek çıkmayacağı açıktır.

Çünkü bu ayet-i kerimede kitap ehli her türlü şirk unsurunu terk ederek yalnız Allah'a ibadet etmeye çağrılmaktadırlar.

Ne hazindir ki diyalogcular ayetin mesajını, nefis ve hevalarından kaynaklanan keyfî yorumlarla, 'kimse dinini değiştirmeden ortak noktada buluşma' şeklinde saptırıp Vatikan'ın Hıristiyanlığı yayma projesine alet olmaktadırlar.

Dahası, bu ayetin de içlerinde olduğu Âl-i İmran Suresinin ilk 64 ayetinin inmesine sebep olan Necran Hıristiyanları görüşmesini de 'mescid hukuku' dedikleri, İslam mabedlerini şirk unsurlarına açık hale getirmek şenaatine alet etmektedirler.

Halbuki Necran Hıristiyanlarıyla yapılan görüşmede tevhidi temsil eden İslam'ın, şirki temsil eden Hıristiyanlığa galebesi söz konusudur.

Dahası hadisenin devamında, bu galebeyi kabul etmek istemeyen Necran Hıristiyanları bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından lanetleşmeye davet edilmişler ve kabul ederlerse helak olacaklarını gayet iyi bildikleri için cizye vermeyi kabule mecbur kalmışlardır.

Acaba dinlerarası diyalogcular 'Hz. Peygamber (s.a.v.) Necran Hıristiyanlarının mescidde ayin yapmalarına müsaade etti' derler de, görüşmelerin bu safhasını, yani lanetleşme davetini neden hiç gündem etmezler? Manidar değil mi?

Bu izahlardan çıkan sonuç şudur:

Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) ehl-i necat değildir.

Çünkü 'Şüphesiz Allah katında din İslam'dır...' (Âl-i İmran: 19.) ve 'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.' (Âl-i İmran: 85.)

Her iki muharref dinin mensupları da şirk içindedir.

Peygamberimizin (s.a.v.) Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı görüşme ve bu vesileyle nazil olan Âl-i İmran Suresinin ilk 64 ayeti bunu açık bir şekilde ispat etmektedir. Söz konusu görüşmenin mahiyetini saptırarak 'mescid hukuku' bahanesiyle buradan dinlerarası diyaloga malzeme çıkarmak isteyenler, hakla batılı karıştırarak, başta kendileri olmak üzere diyalog fitnesine kapılanları helake sürüklemektedirler.

Hıristiyanların davet edildikleri lanetleşme olayını ve konunun mescid hukuku boyutunu inşallah gelecek yazımızda ele alacağız.

[1] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 222, İbn Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 357, İbn Esîr, Kamil, c. 2, s. 293, Ebu'l-Fida, el-Bidaye, c. 5, s. 56, İbn Haldun, Tarîh, c. 2, ks. 2, s. 57, Kastalani, Mevahib, c. 1, s. 316.

[2] Beyhakî, c. 5, s. 387, Ebu'l-Fida, c. 5, s. 54.

[3] İbn İshak, c. 2, s. 225, Taberî, Tefsir, c.3,s.163,Ebu Nuaym, Delailü'n-nübüvve, c. 2, s. 353, Vahidi, s. 61.

[4] İbn İshak, c. 2, s. 225, Belazurî, c. 1, s. 76, Taberî, c. 3, s. 163, Ebu Nuaym, c. 2, s. 353, Vahidi, s. 61 .

[5] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 224-225, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 162.

[6] Yakubî, Tarih, c. 2, s. 82.

[7] İbn İshak, c. 2, s. 225, Belazurî, Fütûhu"l-büldan, c. 1, s. 76, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 163, Vahidi, Esbabu'n-nüzûl, s. 61.

[8] Taberî, Tefsir, c. 3, s. 163, Vahidi, Esbabu'n-nüzûl, s. 61 -62