“Hz. Peygamberin (s.a.v.) Resul Olarak Söylediği Sözlere İtaat Edilir, Nebi Olarak Söylediklerine ise İtaat Gerekmez, Kuran’a Ters Düşen Görüşlerine Karşı Çıkılabilir” İddiası...

'Hz. Peygamberin (s.a.v.) Resul Olarak Söylediği Sözlere İtaat Edilir, Nebi Olarak Söylediklerine ise İtaat Gerekmez, Kuran'a Ters Düşen Görüşlerine Karşı Çıkılabilir' İddiası

Bayındır'ın 'Kuran'da Dindarlık' adlı yazısında Kuran'a ve İslam'a ters düşen yanlışlar çerçevesinde, bu yazımızda onun, 'Hz. Peygamberin (s.a.v.) Resul olarak söylediği sözlere itaat edilir, Nebi olarak söylediklerine ise itaat gerekmez, Kuran'a ters düşen görüşlerine de karşı çıkılabilir' iddiasındaki fecaati tahlil edip ortaya koyacağız.

Kendi cümlelerini aynen aktaralım:

'Muhammed aleyhisselamın Resul sıfatıyla söyledikleri sözler, Allah'ın ayetlerinden başkası değildir (Maide 5/92, 99, Nahl 16/35, Nur 24/4, Ankebut 29/18, Yasin 36/16-17, Şura 42/48, Teğabun 64/12). Bu yüzden resule itaat, Allah'a itaattir (Nisa 4/80). Ama onun, nebi sıfatıyla söyledikleri farklıdır. Bu yüzden nebiye itaatin Allah'a itaat sayılacağına dair tek bir ayet yoktur.'

'Muhammed aleyhisselamın resul olarak tebliğ ettiği sözler Allah'ın sözleridir. Ona hem kendisi hem de Müslümanlar uymak zorundadır. Resul olarak söylediği sözlerde bir yanlış olamaz ama yukarıda olduğu gibi nebi olarak söylediği sözlerde yanlış olabilir… Demek ki nebimizin, Kur'an'a uymayan sözlerine karşı çıkılabilir.'

O, bu hezeyanları Hz. Zeyneb ve Hz. Zeyd'in evlilikleriyle ilgili ayetleri saptırarak seslendiriyor.

Hz. Zeyneb ve Hz. Zeyd'in evlilikleriyle ilgili hadisenin incelik ve hikmetleri muteber tefsirlerde en küçük bir tereddüde mahal vermeyecek şekilde anlatılmaktadır. O nedenle biz yazımızın uzamaması adına bu ayetlerin izahına giremeyeceğiz.

'Resul - Nebi ayrımı'nın, 'Resule itaatin şart olduğu, ama Nebiye itaatin şart olmadığı' ve 'Nebinin (haşa) Kuran'a ters düşen görüşlerine karşı çıkılabileceği' iddiasının nasıl itikadî bir fecaat olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

I- RESUL - NEBİ AYRIMININ TEHLİKESİ

Öncelikle şunu belirtelim:

Resul - Nebi ayrımı, naklî ve aklî hiçbir kural ve kaideye sığmayan, izahı güç bir hezeyandır.

Tarih boyunca nübüvvet müessesesini tahrif ve tahribe bu kadar cüretle yeltenen başka bir yaklaşım belki de görülmemiştir.

Bu iddiadaki vahameti anlatacak kelime bulmakta gerçekten güçlük çekiyoruz.

Neden mi?

Allah, kulları içinden, mesajını insanlara duyuracak bir Resul - Nebi gönderiyor; onu kendi adına konuşan müşahhas bir örnek tayin ediyor; birileri de çıkıp, o Peygamberin konuşurken 'Resul' olarak mı, yoksa 'Nebi' olarak mı konuştuğunu tespit yetkisinin kendilerinde olduğunu iddia ediyor!

Hatta o kadar ileri gidiyor ki, 'Nebi'nin Kuran'a ters düşen şeyler de söyleyebileceğini (!)' ve böyle durumlarda ona 'karşı gelmek' gerektiğini bile söylemekten çekinmiyor!

Peki, ama (haşa!) Nebi'nin Kuran'a ters düşüp düşmediğine kim hükmedecek, bunun kararını kim verecek?

Vahyi alan Hz. Peygamber (s.a.v.) Kuran'a ters düştüğünü anlamayacak; ama onun getirdiği vahyin kendilerine tebliğ edildiği diğer sıradan insanlar o Peygamberin, getirdiği ayetlere ters düştüğünü görerek ona itiraz edebilecekler, öyle mi?

Böyle bir haddini bilmezlik olabilir mi?

Bu, hem Allah'a, hem de Resulüne bühtandır, iftiradır.

Bunu söyleyebilen mantığın, 'Nebi' kavramına yüklenen mananın keyfiyetinden habersiz olduğu açıktır. Hz. Peygamber Allah'ın iradesine ve o iradenin ortaya koyduğu, 'Kelam' sıfatının tecellisi olan Kuran'a ters düşmez. Çünkü peygamberler vahiyle kontrol altında tutulurlar.

Üstelik bunu söyleyen kişi bir de güya 'Kuran İslamcılığı' iddiasında bulunuyor. Yani ona göre bu fikir Kuran'a istinat ediyormuş!

Bir de Kuran'da Nebiye itaati emreden hiçbir ayetin olmadığını iddia ediyor.

Peki, böyle bir ayet varsa (ki ilerleyen satırlarda işaret edeceğimiz üzere vardır) o zaman senin 'Kuran İslamcılığın' ve güya dindeki samimiyetin ne hal alacaktır?

Yalancının mumunun yatsıya kadar da yanmayacağını hesap edemeyen kafadan ne olur!

Resul ve Nebi kavramlarının birbirinden ayrıldığı bir peygamberlik ve din anlayışı, Kuran'a, Sünnet'e, hadis-i şeriflere, akaide, Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar ulaşan bütün İslamî gerçeklere, akla, mantığa, iz'ana, irfana, vicdana tamamen terstir.

Başka bir ifadeyle Resul - Nebi ayrımı Kuran'daki herhangi bir ayeti tahrif etmekten çok daha öte, dini temelinden sarsmak, hatta yıkmak anlamına gelir. Çünkü bu yaklaşım, Nebinin 'temsil ve tebliğ görevi olan müşahhas bir örnek olduğu' gerçeğini ortadan kaldırır.

Bu kadar hasta bir mantığın tedavi edilebileceği bir klinik var mıdır, biz bilmiyoruz. Bilen varsa söylesin!

Bir gerçeği daha vurgulayalım:

Bu Resul - Nebi ayrımının temelinde Sünnet ve hadis inkarcılığı yattığını anlamak zor değildir.

Ama bunu yapan bu şahıs, Sünnet ve hadislerden işine yarayan (!) bir malzeme bulduğunda onu delil olarak kullanmaktan da geri durmuyor… Bu, kendi koyduğu kurallara uymamanın, ikiyüzlülüğün, samimiyetsizliğin göstergesidir.

Resul – Nebi ayrımı yapmak, Sünnet ve hadisleri inkar edip İslam'ın içini boşaltmaya zemin hazırlamaktır. Nitekim müteakip yazılarımızda Sünnet ve hadislerle ilgili vahametleri de ortaya koyacağız.

Şimdi tahlillerimize başlayalım:

II- RESUL VE NEBİ KAVRAMLARININ TAHLİLİ

Meselenin net olarak ortaya konması için 'resul' ve 'nebi' kelimelerinin İslamî literatürde ne anlama geldiğini izaha çalışalım.

1- Resul ve Nebi Kavramlarının Bütünlüğü

'Resul' kelimesi sözlükte şu manalara gelir: Kendisine kitap indirilmiş peygamber, yalvaç; haberci; elçi; peygamber; bir kimsenin sözünü başka bir kimseye tebliğ eden kişi, elçi, Allah elçisi, yani bir kitap ve şeriatla gönderilen peygamber.

Görüldüğü üzere buradaki manalar nebi kavramıyla bire bir örtüşmektedir. Aradaki fark, resule kitap verilmiş olması ve onun yeni bir şeriatla gönderilmesidir.

İtaat yönünden resulle nebi arasında hiçbir ayrım yapılamaz. Kuran ayetleri baştan başa 'resul' ve 'nebi' diye anlatılan, ama bizim dilimizde Farsçadaki 'peygamber' kelimesiyle meşhur olan zata kayıtsız ve şartsız itaati emreder.

Buna göre risaletin nübüvvetle mana ve hedef birliği vardır. Mahiyetteki fark meselenin esasına tesir edecek boyutta değildir. Nübüvvet / nebilik, her resulün mecburi vasfıdır. Bunlar iç içe kavramlardır. Resuldeki ziyadelik, nebiden farklı olarak, kitapla gönderilmiş olması veya yeni bir şeriatla gelmiş olmasıdır. Yani her resul aynı zamanda nebidir, ama her nebi resul değildir. Resul, kitap ve şeriatla gönderilen nebidir. İtaat resule ve nebiye mutlak anlamdadır. Bu kavramlar arasında ayrım gözeterek 'Nebiye itaat edilmeyebilir' gibi bir mesaj vermek, Allah'ın muradına, Kuran ayetlerine, ezcümle tüm İslam'a aykırıdır ve itikadî yönden de çok tehlikelidir.

Bu sebeple bu iki kavramın birbirleriyle bütünlüğüne bütün İslamî eserlerde önemle yer verilmiştir.

'Resulle nebi kelimelerini bazıları eş manalı kabul etmişlerdir. Bazıları da manaları farklıdır, fakat kullanılışta aynı şeyi ifade için kullanılmıştır demişlerdir. Doğrusu aralarında umum ve husus farkı olduğudur.

Resullerin 313 tane olduğu nebilerin ise 124 binden fazla bulunduğu rivayetler arasındadır.' (H. Cisri, Risale-yi Hamidiye, s: 525.)

'Kuran-ı Kerim'de bazı ayetlerde resulle nebi kelimesi ayrı ayrı zikredilerek birbirine atfedilmiştir. Birinin diğerine atfı ise ayrı ayrı mefhumlar olduklarını gerektirmektedir. (Bak: Hac: 52.) Fakat bazen bu iki kelimenin Kuran'da aynı manaya geldiği yerler de vardır. Bu iki tabirin birbirinden farklı mefhumlar olduğunu söyleyenler, aradaki farkın resulün yeni bir şeriat sahibi olduğunu ileri sürerler. Her resul ya yeni şeriatla gönderilir veya kendisinden evvelki şeriatın tebliğ ve takipçisi durumundadır. Yeni hüküm tebliğ etmezler. Evvelki şeriatı neshetmezler.' (a.g.e. s: 526.)

Esasen bu konuda İslam alimleri arasında görüş birliği de mevcuttur. Ehl-i sünnet alimleri ve hatta akılcılığı öne çıkarmakla bir bidat fırkası haline gelmiş olan Mutezile alimleri bile, resul ve nebi kelimelerinin, mefhumları itibariyle farklı ise de, ıstılahta aynı anlama geldiğini ve müteradif / eş anlamlı olduğunu söylemişlerdir. Farsça olan peygamber kelimesi her iki kelimenin yerine de geçer. Meselenin halli bu kadar kolaydır.

Konuya resul ve nebilerin ortak özellikleri açısından bakmak bile meselenin anlaşılması için yeterlidir.

Resul ve nebilerin hepsi de;

- İlahî vahye mazhardırlar,

- Mucize gösterirler,

- Allah hepsinden misak almıştır.

Misak kelimesi lügatte anlaşma, sözleşme, yeminleşme ve söz verme manasına gelir. Terim manası ise Peygamberlerin bütün güçlüklere, eza ve cefalara katlanacaklarına ve davalarından hiçbir şekilde dönmeyeceklerine dair Cenab-ı Hakka söz vermeleridir. Bütün peygamberlerden bu söz alınmıştır. (Bak: Âl-i İmran: 81.)

Bir de 'misak-ı galiz' denilen bir söz alış şekli vardır ki, bu ulu'l azim peygamberlere mahsustur. Bunlar da Ahzab Suresi 7. Ayette isimleri zikredilen Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. İsa (a.s.) Hz. Nuh (a.s.) dır.

Ulu'l azim peygamberler diğer bütün peygamberlerden alınan misaka aynen tabidirler. Kendilerinden misak-ı galiz de alınması teyit ve tekit ifade eder.

Bu ulu'l azim peygamberlerden biri olan Hz. Nuh'a (a.s.) kitap verilmemiştir. Nebi olduğu, yani kendisine kitap verilmediği, kendinden evvel gelen şeriatı izlemiş ve tebliğ etmiş olduğu halde, onun adı da ulu'l azim peygamberler arasında zikredilmiştir.

Bu durum, resul ve nebi kavramları arasında mutlak manada bir ayrım yapılamayacağını gösterir.

Resul kelimesindeki kitap verilme ve şeriatla gelme ziyadeliği, nebiye itaat etmek gerekmediği anlamına gelmez.

Bu iki kavramı böyle bir yaklaşımla izah etmeye kalkmak, asla iyi niyetle bağdaşmaz. Burada fitne, fesat, art niyet, ideolojik maksatlara hizmet olduğu açıktır.

Şu ayet-i kerime resul olsun, nebi olsun, hepsine iman etmek gerektiğini vurgular:

'Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, merhametli bulurlardı.' (Nisa: 64.)

Bundan sonraki ayette ise Hz. Peygamberin hakemliğinden, ihtilafları çözme yetkisinden, ona başvurmak ve verdiği hükümden kalbin sızlamaması gerektiğinden bahsedilmekte ve bütün bunlar iman etmiş olmanın gereği olarak gösterilmektedir:

'Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.' (Nisa: 65.)

Resul kelimesiyle nebi kelimesinin bu bütünlüğü anlaşıldığına göre, 'resule itaat vardır, nebiye itaat gerekmez' şeklindeki mantık iflas etmiş demektir.

2- İslam'da Mutlak İrade Allah'ın İradesidir; Resul ve Nebiler Bu İradeye Ram Olmuşlardır

İslam'da mutlak irade ancak Allah'a aittir.

Mutlak irade Allah'a ait olduğuna ve resul ve nebi de bu iradeye ram olduğuna göre, resul ve nebiye itaat Allah'a itaat anlamına gelmiş olur. Tersinden söyleyecek olursak, Allah'a itaat etmek resul ve nebiye de itaat etmeyi gerektirir. Çünkü burada sadece ve sadece ilahî irade söz konusudur. Hal böyle olunca ihtilafa sebep olacak bir durum yoktur, ayetleri saptırarak fitne çıkarmanın anlamı da yoktur.

Şu ayete de bir bakalım:

'Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin, amellerinizi boşa çıkarmayın.' (Muhammed: 33.)

Kuran, lafzı ve manasıyla mucize olduğuna göre, içinde noksan veya fazlalık bir söz bulunmasından da münezzehtir. Allah'a itaatten sonra peygambere itaatin emredilmesi, şart ve lüzumlu olduğu içindir. Çünkü peygambere itaat etmeyen, Allah'a da itaat etmiş olmaz. Bu gerçek şu ayetle de tescil edilir:

'Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi göndermedik.' (Nisa: 80.)

Peygambere itaat, imanın gereği ve Allah'ın emri olduğu gibi, ona isyan da Allah'a isyan demektir. Bunu şu ayet-i kerimeden anlıyoruz:

'Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.' (Nisa: 14.)

Şu ayet-i kerimeye de bakalım:

'Ey Nebi! Sana itaat eden müminlerle beraber Allah sana yeter.' (Enfal: 64)

Bu ayet-i kerimede Hz. Peygambere 'Ey Nebi!' diye hitap edilmiş olması, Bayındır'ın 'Kuran'da nebiye itaatle ilgili hiçbir ayet yoktur' iddiasını çürütmektedir.

Ayette geçen ve 'mine't- tebaake mine'l- mü'minîne' ifadesi müminlerin Nebiye tabi olmalarını, onun arkasında durup onu desteklemelerini ifade etmektedir. 'Ettebea' itaat ve destek manasına gelmektedir.

Yine Hucurat Suresi 2. Ayette de Cenab-ı Hak 'Seslerinizi Nebinin sesinden çok çıkarmayın' diye emretmektedir. Sesi peygamberin sesinden çok çıkarmamak, edep ve itaat ifadesidir. Ve bu ayette de 'Nebi' kelimesi geçmektedir. Yani ayette kendisine itaat ve edep emredilen yine 'Nebi'dir.

Bayındır'ın iddiasını tekrar hatırlayalım:

Hani Nebiye itaat yoktu?

Hani Nebiye itaatle ilgili hiçbir ayet yoktu?

Bunlar Kuran'dan birer ayet değil midir?

Görülüyor ki bu iddiayı seslendirenler ya bu ayetleri anlayamayacak kadar cahildirler veyahut da bir maksada hizmet için kasıtlı hareket etmektedirler.

Birinci ihtimalin söz konusu olduğunu düşünmüyoruz.

Çünkü Bayındır bu ayet karşısında tezinin çürüdüğünü çok iyi bildiği için başka konuşma ve yazılarında bu ayetin sadece bir konuyla kayıtlı olduğunu, buradan bir genellemeye gidilemeyeceğini söylüyor.

Böylece 'Kuran İslamcılığı' söylemiyle düştüğü vahamet yetmezmiş gibi, bir de Kuran'ı geldiği zaman ve mekanla sınırlı tutup, onun kıyamete kadar her yerde ve her zaman geçerli olacak evrensel mesajını inkar eden 'tarihselcilik' çukuruna da düşmüş oluyor. Zira ayetlerin nüzul sebebi özel olsa bile hükümlerinin genel olduğu bir gerçektir.

Soruyoruz kendisine:

Ayetteki bu ittiba kelimesinin sadece bu olayla sınırlı olduğuna dair deliliniz nedir? Böyle olduğunu gösteren başka bir ayet yahut -her ne kadar delil kabul etmeseniz de- bu ayetteki mananın sizin iddia ettiğiniz gibi olduğunu gösterir şekilde izah eden bir hadis-i şerif mevcut mudur? Elbette ki değildir.

Ama Bayındır'ın iddiasının tersine olarak, Peygambere itaatin Allah'a itaat demek olduğunu gösteren ayet de, hadis-i şerif de mevcuttur.

Kendileri delil kabul etmese bile (!) Hz. Peygamber hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

'Kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur.' (Buhari, Cihad, 109, Ahkam 1.)

Yani bu iddia bağlamında tamamen keyfî bir hareket ve tahrifatla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

'Resule itaat edilir, nebiye itaat gerekmez' ifadesi, peygamberlere olan güveni de ortadan kaldırmakta ve onların ismet sıfatını yok saymak anlamına gelmektedir. Konu bu açıdan da son derece tehlikelidir.

Nebi Allah tarafından gönderilen, kendisinden misak alınan, kendisine itaatin emrolunduğu Hak elçisi ise, 'ona itaat gerekmez' sözünün bir mantığı olabilir mi? Ve bu söz peygamberden öte, onu gönderene itiraz ve hatta onu tanımamak anlamına gelmez mi?

Normal seviyedeki bir akıl bütün bunları düşünebilmelidir.

3- Bu Yaklaşım Allah ile Resulünün Arasını Ayırmak Anlamına da Gelmektedir

Bu yaklaşımın bir diğer tehlikesinin 'Allah ile Resulünün arasını ayırmak' ve 'dini parçalamak' olduğu Nisa Suresi 150- 151. Ayetlerinden anlaşılmaktadır.

Resul - Nebi ayrımında tıpkı bu ayette haber verildiği gibi din parçalanmakta, peygamberin şahsına, biri 'güvenilir' diğeri (haşa) 'güvenilmez' iki kimlik yüklenmektedir. İddianın mantıksızlığı buradan da anlaşılmaktadır.

Konuyla bağlantısı olan şu ayeti de aktaralım:

'Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.' (En'am: 159.)

4- Allah'ı Sevmenin Şartı Peygambere İtaattir

Kuran'da haber verildiğine göre Allah'a itaat etmek için Peygambere tabi olmak şarttır. Allah'ın kullarını sevmesi de buna bağlıdır:

'De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafur ve rahimdir.' (Âl-i İmran: 31.)

Kuran'da peygambere itaati ve onun müşahhas örnekliğini vurgulayan seksen civarında ayet-i kerime vardır. Allah, Peygamberin hoşnutluğunu ve rızalığını kendi rızasıyla beraber zikretmektedir. Şu ayet-i kerime bunu anlatır:

'Eğer mümin iseler Allah ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur.' (Tevbe: 62.)

Bu ayette Allah'ın rızası Resulün rızasıyla beraber zikrediliyor.

Resulün iradesi, isteği, arzusu, rızası Allah'ınkine ram olmuştur. Neden ayette Allah'ın rızası yanında Resulün rızasına da yer veriliyor? Çünkü Allah'ın rızasına giden yol, Resule tabi olmaktan ve onun rızasını kazanmaktan geçer. Peygamber ancak Allah'ın razı olduğu şeylerden razı olur. Bunları birbirine alternatif yahut muhalif gibi göstermek dini tahriftir, çelişkidir ve fitne çıkarmaktır.

5- Peygamberin (s.a.v.) Müşahhas Örnek Olduğu Gerçeği

Burada bir mühim gerçeğe daha parmak basmak isteriz:

İtaat kavramında müşahhaslık esastır. Müşahhas demek, mücerret manayı temsil eden, onu ayan beyan görülür hale getiren canlı örnek demektir. O halde Resule itaat demek, insanlar içinden seçilmiş rehber, örnek, müşahhas varlığa itaat etmek demektir. Şu ayet-i kerime bu müşahhaslığı apaçık şekilde ortaya koymaktadır:

'Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır.' (Nisa: 69.)

Görüldüğü üzere bu ayette peygamberler ve diğer zümreler 'güzel arkadaş' diye tanımlanıyor. Çünkü örnek rehberlerin müşahhaslığı olmazsa olmaz şarttır. Ve bundandır ki Kuran şu ayetleriyle Nebiye itaat anlamına gelen bu müşahhaslığı tescil etmektedir.

'Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.' (Kalem: 4.)

'Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın Resulü en güzel örnektir.' (Ahzab: 21.)

Bu ayetlerde insanlara rehber ve örnek, müşahhas bir modelden söz edildiği açıktır. İşte bu model, hem 'Nebi' ve hem de 'Resul' olan Hz. Peygamber Efendimizdir (s.a.v.). Bundan dolayı biz 'Resul' ve 'Nebi' kelimelerinin bütünlüğünü 'Peygamber' kavramıyla anlatmış oluyoruz.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) fiilleri demek olan Sünnetini ve sözleri demek olan hadislerini 'güvenilmez' gösterip ona itaatin şart olmadığını söyleyenler, bu iddialarıyla kaç ayete karşı çıkmış oluyorlar, sayabiliyor muyuz?

Dinin yaşanması ancak müşahhas bir örneğe tabi olmakla mümkündür. Aksi takdirde din realite olmaktan çıkar; zannî, hayalî, hatta felsefî bir teori haline sokulmuş olur. Halbuki Resul-i Ekrem (s.a.v.) kıyamete kadar bütün Müslümanların değişmez rehberi ve önderidir. Bu rehberlik ve önderlik o kadar önemlidir ki; ona itaat, ona bağlılık, 'Âlimler peygamberlerin varisleridir' (Buhari, İlim, 10.) hadisi gereğince ulemaya itaati de gerektirmiştir.

6- Peygambere Salat u Selamın Emredilmesi Nebiye İtaate Delildir

Resul - Nebi ayrımı, Nebiye salavat getirilmesini emreden ayete de ters düşer. Ayet mealen şöyledir:

'Allah ve melekler peygambere salat ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salat ve selam okuyun.' (Ahzab: 56.)

Görüldüğü üzere ayette kendisine salat u selam getirilecek zatın 'Nebi' olduğu vurgusu vardır.

Salat u selam getirmek Nebiye itaati içine aldığı gibi, ayrıca 'ona duayla destek vermek, onun kadrini yüceltmek' anlamına da gelmektedir.

Hani Kuran'da Nebiye itaatle ilgili ayet yoktu?

Salat u selam görevini terk edip Ona karşı çıkmanın, onu üzecek hal ve hareketlerde bulunmanın sonucu ise bir sonraki ayette haber verilir:

'Allah'ı ve Resulünü incitenleri Allah, dünyada ve ahirette lanetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.' (Ahzab: 57.)

Şayet aklı varsa Bayındır'ı bu ayet üzerinde düşünmeye davet ediyoruz.

Bütün bu ayetlerdeki 'Resul ve Nebi bütünlüğü' ortadayken, bu ikisini birbirinden ayırmaya çalışmak, aklını kullanamamak demektir. Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim'de aklını doğru kullanmayanların halini şöyle anlatır:

'… Allah akıllarını kullanmayanları pislik içinde bırakır.' (Yunus: 100.)

Bu konuda pek çok delil daha serdetmek mümkündür. Ama bu kadarı bile maksada kafidir.

Not: Bir evvelki yazımızı bitirirken bu yazımızda Bayındır'ın ehl-i kitapla olan münasebetlerini ve diyalog anlayışını ele alacağımızı ifade etmiştik. Ancak gördüğümüz lüzum üzerine o konuyu serinin sonuna bırakmaya karar verdik. Bu değişiklik hususunda okuyucularımızı bilgilendirmek isteriz.

Gelecek yazımızda 'Nebiye itaate gerek yoktur' iddiasının altında yatan sebepleri ve Hz. Peygamberin dindeki teşri görevini anlatacağız.