İnsanlık tecrübesi ile sabittir ki insan ve sistem arasında ki tercih açık ara sistemden yana olmuştur. Gücü elinde bulunduranların otoriter ve totaliter bir evrimleşme sürecine girmeleri ve hemen akabinde tiranlaşmaları sayısız kez sabit olmuştur.

İnsanlık tecrübesi ile sabittir ki insan ve sistem arasında ki tercih açık ara sistemden yana olmuştur. Gücü elinde bulunduranların otoriter ve totaliter bir evrimleşme sürecine girmeleri ve hemen akabinde tiranlaşmaları sayısız kez sabit olmuştur.

Bireyin Tiran ve Tanrılaşma süreci gerçekleşmiş ve bütün sistem kişinin kendisi oluvermiş ise orada hakkaniyet, hukuk ve adaletten söz etmenin bile mümkün olmadığı tarihin sayısız kez kayıtları arasındadır.

Hakkı, hukuku ve adaleti kurumsallaştıramayıp sistem haline getirememiş toplumlar bireyi kurum ve sistem yaparak kişiyi Tiran ve Tanrılaştırmışlardır. Zira bir Ülke ve devleti yönetmek bir boşluk kabul etmeyeceği içindir ki ya insan ya sistem ikilemi kendisini her zaman dayatmıştır.

Bireyi sistem, Tiran ve Tanrılaştırmış bütün toplumlar mercek altına alındıkları zaman şunları alani ve apaçık şekilde görebilmekteyiz; her gün ve envai tür yalanların peynir ekmek gibi tüketilişini ve bu yalan beyanların verilişinde zerre kadar utanç, haya ve çelişkiler sonrası bir nedametten söz etmekte mümkün değildir.

Pişmanlık, utanç ve haya gibi unsurlar insani melekeler olup Tiran ve Tanrısal makam ile bir araya getirilmesi dahi mümkün olmaması hasebiyle o kişi ve makama tevdi edilmesi, sorulması, sorgulanması ve benzeri bir yaklaşım söz konusu dahi olamayacaktır.

Bu sürecin altyapısı tahlil edildiğinde eldeki bütün mitos, efsane, hikaye ve dinsel bütün argümanların dibine kadar kullanılıp kişinin kendisine münhasır kılınarak ''özel, kutsal ve seçilmiş'' bir kişi ve dolayısıyla tanım ve yakıştırmanın bolca kullanıldığı görülecektir.

Bu anlamda dini kimliği olan ve toplumların kanaat önderi, din adamı, şeyh, kahraman gibi tanınan kişileri yanına alarak ve yanı sıra görevli memurların ( mürit) eliyle bütün iletişim alanlarının kullanılmasıyla birlikte cahil ve edilgen halkın önüne beş vakitten çok daha fazla sunulmuştur.

Ve yine bu süreç inşa edilirken ve edildikten sonra bahsini yaptığımız bu '' seçkin ve imtiyazlı'' zümre ile halk arasında ki maddi ve manevi bütün kazanımların değer ve sayı farkı devasa boyutlara ulaşmıştır.

Açlığın, sefaletin, çaresizliğin ve korkunun hakim olduğu halk ile yukarıda ifadesini yaptığımız ''havas'' kesim ile her türlü iletişim, paylaşım ve bölüşümün de imkansızlığı garanti altına alınmıştır.

Olur da bir itiraz sesi yükselirse şayet, görevli memurlar ve müritler eliyle ''kutsal silahlar'' devreye sokularak oyunun dışına atılmakla beraber bütün itibarı da yerle yeksan edilmesi aynı saat içerisinde gerçekleşmektedir.

Bu kadar kalın kutsaliyet zırhına bürünmüş ve koruma altına alınmış bu imtiyazlı ve havas zümrenin sorgulanması, yargılanması ve dahi kınanması bile bilinen tüm değer ve kutsallara baş kaldırmak anlamına geleceği içindir ki dinden çıkmak ve davaya ihanet etmek hükmü sonrası infazı da anında cereyan edecektir.

Böylesi bir yönetim anlayışının hakim olduğu toplumlarda bilimsel bir gelişim ve ilerleme adına en küçük bir kıpırdanıştan bile bahsetmek mümkün değildir. Zira Tiran ve dolayısıyla Tanrının, tüm tebası için alacağı karar ve söyledikleri kutsaliyet içermesi hasebiyle hatadan varestedirler.

Başından beridir hicvederek, aşağılayarak ve karikatürize ederek dalga geçtiğin yönetim şekli yerini hakkın, hukukun ve adaletin hakim olduğu, herkesin hesap verebildiği, hukukun önünde ki eşitliğin öncelendiği bir kaide, kural ve sisteme dönüştürülmediği sürece değişen hiçbir şey olmayacaktır.

İnsan onurunun, şerefinin, özgürlük ve özgünlüğünün öncelendiği, değerlendiği, değerlendirildiği güçler ayrılığının mutlaklaştırıldığı bir sistemi hakim kılmak hepimizin İslami, insani ve dolayısıyla ahlaki vecibemizdir.