Yine geldik mi Cumhuriyet ile yönetim şekli ve bu rejimin kendi içerisinde ki tutarlı hiyerarşik yapısı ve kural haline dönüşmüş olan temayüllerin özellik ve güzelliğine..!?

Yine geldik mi Cumhuriyet ile yönetim şekli ve bu rejimin kendi içerisinde ki tutarlı hiyerarşik yapısı ve kural haline dönüşmüş olan temayüllerin özellik ve güzelliğine..!?

Bir kez daha geldik mi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, tam yüz yıl evvelinden bugün ki bizim iki yüzyıl önümüzde olduğu gerçeğine ve yine teslim etmek zorunda kalmadık mı büyük bir devlet adamlığına, büyük bir komutan oluşuna ve hepsinin totali olan dahi bir kişilik ve karakter sahipliğinin ikrar, itiraf ve kabulüne!?

Cumhuriyet bir erk'ler ayrılığı, sistematik çalışım, sınırları belli olan kurumlar ve herkesin mutlaka hukuk önünde denklik ve hesap verebilir, vermesi gerektiği ilkesinin bütünlüğü prensibidir. Bu prensip ve ilkeler manzumesi dolayısıyla ne herhangi bir kişi ne de bir kurum layüsel değildir ve herkes Anayasa bağlamında sorumlu ve yükümlüdürler.

Buradan hareketle Anayasa'nın 6. Maddesi: Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.

Bu madde o kadar sarih, net ve kesin hatlar ile çizilmiştir ki zerre kadar izah ve tevile mahal bırakmayacak derece de sarihtir.

Hele hele de son paragraf '' Egemenlik yani layusel bir tutum ve davranış söz konusu olamayacağı gibi Anayasa'nın izni ve onayından geçmemiş hiçbir fiil, söz, eylem ve yasa geçerli olmayacağı gibi böyle bir imtiyaz hiçbir kurum ve kişi içinde söz konusu değildir denmektedir.

Bu sarih maddeyi ortaya koyduktan sonra gelelim Anayasa'nın 11. Maddesine: Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Yine 11. Madde de alabildiğine açık ve sarihtir. Bu maddenin de son paragrafı alenen ve açık açık diyor ki, Anayasa ve mahkemesi tüm kişi ve kurumların üzerindedir ve aldığı kararlar herkes ve her kurumu bağlamaktadır.

Gelelim Anayasa'nın 90. maddenin son fıkrasına. Burada da gayet net ve çıplak şekilde şöyle bir hküm yer almaktadır. 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz' kuralı getirilmiştir.

Buradan da açıkça anlaşılmaktadır ki Avrupa İnsan hakları mahkemesine Türkiye olarak taraf olmuşluğumuz ve dolayısıyla leyh ya da aleyhte çıkabilecek tüm kararlar iç hukukun üzerinde olup tartışmaya kapalıdır denilmektedir.

Anayasa'nın bu amir ve açık hükmü gereği Can Atalay bir Milletvekilidir ve Hem Anayasa ve hem de Yasalar karşısında hak mahrumiyetine uğratılmıştır hükmü gereği Anayasa mahkemesi de bu hükmü pekiştirmiş ve teyit etmiştir.

Hem Anayasa mahkemesi olarak ve hem de Uluslararası AHİM tarafından alınan karar ve hüküm alt derece mahkemelerin görüş, öneri, telkin ve tavsiyesine bile kapalı iken duyarsız, umarsız ve layüsel bir davranış içerisine giriyor olması pek tabidir ki Cumhuriyet ve Anayasal düzenle birlikte bir yargı darbesi hüviyeti içermektedir.

Hele bir de Anayasa'nın 153. Maddesi var ki tüm tartışmaları kökünden kesen, en küçük bir tartışmaya dahi mahal vermeyecek derece açık ve keskin şekilde hükmü ortaya koymaktadır. 153. Madde: Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

Bu madde, kişi ve kurum ayırt etmeksizin; herkesin ve her kurumun Anayasa mahkemesi tarafından alınmış kararlara uymakla zorunlu olduğunu çok çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır.

Gelelim Anayasa mahkemesinin mevcut üst konum ve yetkisinin alt derece mahkemelerce gasp edilişine dair AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın '' kurumlar arasında taraf değil hakemiz '' tarzında yaptığı açıklamanın kritize boyutuna.

Başından beridir Anayasa maddelerini tek tek ortaya koymakla birlikte açıklığına, en küçük tevil ve izaha mahal bırakmayacak derece sarihliğine dikkat çektiğimiz maddeler bu kadar net şekilde orta yerde duruyor iken, hakemlik gibi bir girişimin gerekliliği ve kaynağı nedir!? Doğrusu anlamakta son derece zorlanıyorum.

Ayrıca Cumhurbaşkanlığı yemin metninde: "Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim." Denilmektedir.

Yemin metnine konumuz gereği daha bir dikkatle baktığımız zaman Cumhurbaşkanı'nın mutlaka tarafsız olması gerektiği ve bu ilkeden sapılmayacağı üzerine ciddi bir yemin ettiği görülmektedir. Bu ilke ve yemin ile birlikte hem Cumhurbaşkanı ve hem de bir partinin genel başkanı olmak evvela Anayasa'nın amir hükmü ile çelişkisi ve hem de yapılacak hakemliğin tarafsızlık içereceğine dair kaygı, kuşku ve endişeleri daha bir kamçılayacağı gerçeğini görmezden gelmek ne mümkün!?

Yargıtay, gerek Uluslararası yargı kurumları ve kararlarını ve gerekse Anayasa mahkemesinin kararlarını ciddiye almak ve ivedilikle uygulamak zorunda ce dolayısıyla Milletvekili seçilmiş olan Can Atalay'ın parlementer olarak görevlerini ifa etmesi için gerekli kararları almakla yükümlüdür.

Bu durumun lam ve cim'i yoktur ve dolayısıyla tartışmaya da tamamen kapalıdır.