Farkında vardıkça hayatın, zalim, zulüm, mazlum ve kul hakkı kavramları ve mahiyeti ile ilişki kurduğumdan beridir sızılarla gardaş oldum ben. Silik ve cılız bir işaret bile almış olmayayım ki zalimin karşısında ve mazlumun dizi dibinde bitmeyeyim.

Muhit, bana ait bir muhit, beni anlayan küçücük bir kitle ve onlarla yapmak istediğim bir kıyama nasıl da hasretim nice zamandır.

Ne ki uzaktan bakıp bir şeye benzettiğiniz ve yanına, yamacına sokulduğunuz da koca bir hiç ve beş kuruş bile etmediğine bütün kalbinizle tanıklığınız, kendi muhitinizin bile işgal edildiği hissi ve oracıkta, tepeden tırnağa isyan kesilmişliğimin dilim ve damağıma bıraktığı kan tadı…

Enteresandır hepsinden vazgeçtiğim, küçümseyip uzaklaştığım ve yalnız kaldığım oranda büyüdüğüm, güçlendiğim, kendime daha bir saygı duyduğum anlarım da işte tam bu kan kokusu zamanlarımda tomurcuklanır, sürgün verir, koku saçar, rengârenk kuşatıverir yordun ve yılgın bedenim ve ruhumu.

İşte bu sebeple ölümü daha çok seviyorum yaşama oranla. Kim bilir belki de zalim, zulüm, mazlum ve adalet bağlamında durduğum yerin ve takındığım tavrımın öz direncimi daha bir bileyleyişinden olsa gerek ki, daha bir saygın buluyorum ölümü ve daha bir sarıp kuşatıyorum sonrasını…

Dilini, tavrını, amaç, niyet ve hedefini bilmediğim, bilmek istemediğim milyonlar ile konuşamıyor, anlaşamıyorum. Kendilerinin bile DİN-lenemediği DİN-lerine beni çağırışları yok mu? Daha bir çekiliyorum kabuğuma ve daha bir yeğliyorum ölümü.

Toprağa daha bir yakın yaşıyorum ve işte bu sebeple seviyorum toprak kokusunu. Saf, doğal ve tertemiz olduğu için uyuşturmuyor bedenim ve ruhumu. Aksine orada doğuyor, kök salıyor ve dalbudak veriyorum sürgün sürgün…

Yamalı bir din, yamalı bir iman, yamalı bir karakter, yamalı bir kültürün hemen yanı başında ve üstelik akıl karı dedikleri her şeyin yekûn yekûn zararlar ettirdikleri bir sürecin tam tepemde demlendiği esnada buruşuk, karmaşık ve kırışık suratlara inat askıda tebessüm besliyorum her sürgünümde.

Özüne erişilememiş ve heba edilmiş derin ürpertiler, zaman zaman koşulmamış ve bazen koşulur gibi yapılıp yetişilememiş yaşamın ana renkleri ve sonra insan bir şey yapmalı, sağı solu yıkmalı ya da hiçbir şey yapmamalı serzenişlerim, dürtülerim ve ben, iki sille atmak istiyoruz ikircikli karakterlerin ağababalarına.

Çekiliyorum mistik ve kofti dünyanızdan kendi çıplak, yalın, gösterişsiz inziva mekânıma. İnzivaya çekilmem, kuru ve ucuz bir itiraz ve haz değil elbette.

Debdebeli saraylarınız, yalı ve malikânelerinize bile malik olamayışınızın dışa vurumu ve mevcut malın şeklini değiştirip tekrar piyasaya süren sahte tüccar ile din tüccarından harman halinizle yalın ve gösterişsiz mekânıma bile göz dikenler, biliniz ki haram ve yapay dininizden ırak ve arındım ben.

Yeniyetmelik gülüşleriniz, her şeyi bilirim esasına gizleyemediğiniz cahillik ve varoş kokan kimlikleriniz, üzerini örtmek için kilolarca sürdüğünüz makyaj dediğiniz kirli boyalar bile takatsiz kalıyor kirlerinizi kapatmaktan yana.

Erkek ve kadın sürtüklerden ilahi dinlemek istemiyorum artık. Bol dumanlı ve gırtlağa kadar bürünmüş riya ayinlerinin orta yerine kusmak istediğim isyanlarım, suratımda beslediğim anlamlı ve kalın çizgiler, okumasını bilenleri kınayan ve arsızlığı meslek edinmişlere en okkalı küfürleri en yalın şekilde meallendiriyor.

Bile isteye karışıyorum etliye ve sütlüye. Her ne kadar ulaşmamın imkânsız olduğunu bildiğim şişte yansın mangalda, zira bir şey yemek istiyorsam şayet ama mangalı, ama şiş ama kömürü yakmam gerektiğini fark ettiğimde henüz yedi yaşımdaydım.

Kendimle, korkularım, nefretlerim ve hedeflerimle öfke nöbetleri kurup hesaba düştüğüm ve hepsinin hücumuna uğrayacağımı ve bütün bunların saldırıları sonrası derin yaralara ve onların silinmez izlerine evet dediğimde yedi buçuk…

Eyyy beni ölümle tehdit edenler!

Ölüme evet dediğimde sekiz yaşımdaydım…