Bir evvelki yazımızda vahyin “metlüv” ve “gayr-i metlüv” olarak ikiye ayrıldığını ve vahy-i gayr-i metlüvü inkâr etmenin nübüvveti inkâr anlamına geldiğini ayet ve hadislerin delaletiyle anlatmaya çalışmıştık.

'Şunu biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerîm ve onun bir misli daha verilmiştir…' [1]

Bir evvelki yazımızda vahyin 'metlüv' ve 'gayr-i metlüv' olarak ikiye ayrıldığını ve vahy-i gayr-i metlüvü inkar etmenin nübüvveti inkar anlamına geldiğini ayet ve hadislerin delaletiyle anlatmaya çalışmıştık.

Bu yazımızda da aynı konuya devam ediyoruz.

'Kuran dışı' diyerek vahy-i gayr-i metlüvü dışlamaya çalışan Hatiboğlu ve onun gibilerin ne büyük bir çelişki içinde oldukları, hatta Kuran'a bağlılık iddialarındaki samimiyetsizlikleri bu yazının sonunda daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Şu iyi bilinmelidir ki, vahy-i gayr-i metlüvü inkar, dinde ikinci kaynak olan sünnet ve hadisleri inkardır. Bu ise dini parçalamak yahut dinin içini boşaltmak demektir.

Keza vahy-i gayr-i metlüvü inkar, 23 yıllık risaleti boyunca Hz. Peygamberden (s.a.v.) sadır olan yüzlerce mucizeyi inkardır. Hissî ve gaybî mucizeleri kabul etmemenin neticede peygamberliği inkar anlamına geleceği de açıktır.

I- KURAN AYETLERİ VAHY-İ GAYR-İ METLÜVÜ DE KONU ALIR

Kuran'da vahyin üç şekilde indirildiği haber verilir:

'Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.' (Şûra: 51.)

Bu ayet-i kerimeye göre vahiy başlıca üç şekilde cereyan etmektedir:

1- Vahiy yoluyla: Arada bir elçi bulunmadan, vasıtasız olarak peygamberin kalbine gizli bir işaretle ilahî kelamın bırakılıp öğretilmesi. Allah'ın bu tarzdaki tebliği peygamberlere has olmayıp dilediği insanın kalbine ilham vermesini ve salih kullarına sadık rüya göstermesini de kapsar. (Elmalılı, V, 4255.)

2- Perde arkasından: Bazı nesnelerde veya insandaki duyma merkezinde söz yaratıp, işittirme yoluyla gerçekleşen vahiy. Allah'ın Hz. Mûsa ile konuşması (Kasas: 30) bu şekilde vuku bulmuştur.

3- Elçi göndererek: Allah'ın melek (Cebrail) vasıtasıyla peygamberlerine dilediğini bildirmesi.

Tam da burada soralım:

Vahy-i gayr-i metlüvü kabul etmeyen zihniyet, ilham ve rüyanın da Allah'ın insanlara emirlerini tebliğ etme vasıtalarından olmasını nasıl izah edecek?

Rüya ile amel edilmeyeceği, özellikle fıkhî açıdan izahı uzun bir konu olup buna şimdilik girmeyeceğiz. Ancak Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetinin ilk altı ayının sadık rüya ile gerçekleştiği ve bu sebeple sadık rüyanın nübüvvetin kırk altıda bir cüzünü teşkil ettiği bir hakikattir. Rüya, bilhassa peygamberler için bağlayıcı, amel edilmesi gereken bir gerçek olup Kuran'da çeşitli delillerle yer almaktadır.

Mesela 'Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı…' diye başlayan Fetih Suresinin 27. Ayetini hatırlayalım.

Şimdi vahyin böyle çeşitli yollarla gelişine Kuran'da geçen bazı misaller verelim:

- Hz. İbrahim'in (a.s.), rüyasında oğlu İsmail'i (a.s.) kurban ettiğini görmesi ve bu rüyayı ciddiye alarak onunla amel etmesi (Saffat: 101 – 103.),

- Hz. İsmail'in de (a.s.), babasının rüyasına itimat ederek teslim olması (Saffat: 101 – 103.)

- 'Kıssaların en güzeli' denilen Hz. Yusuf'un (a.s.) hayat hikayesinin bir rüya üzerine bina edilmiş olması (Yusuf: 4),

- Hz. Yakub'un (a.s.) Hz. Yusuf'un rüyasını tevil etmesi (Yusuf: 5 – 6),

- Hz. Meryem validemize Hz. İsa'nın (a.s.) müjdelendiği ayet-i kerimeler (Âl-i İmran: 45 – 51.)

- Hz. Musa'nın (a.s.) annesinin gönlüne düşürülen manalar (Kasas: 7),

- Hz. Musa'ya (a.s.) bir ağaç cihetinden seslenilmesi (Kasas: 30 – 32),

- Sihirbazlarla karşılaştığında Hz. Musa'nın (a.s.) korkusunun izale edilmesi ve kalbine sekinet verilmesi (Taha: 66 - 69)…

Evet, bütün bunlar vahy-i gayr-i metlüvün varlığını anlatan Kuranî gerçekler değil midir?

Bu nasıl bir 'Kuran'a bağlılık'tır ki bu kadar gerçekler görmezlikten gelinebiliyor?

Her zaman vurguladığımız gerçeği bir kere daha tekrar edelim:

Vahyi gayr-i metlüvü, yani sünnet ve hadisleri dışlayanlar Kuran'a bağlılıkta asla samimi değillerdir!

II- HİKMETİN İNDİRİLMESİ VE SÜNNET MANASINA GELMESİ

Kur'an-ı Kerîm'de 19 yerde geçen 'hikmet' kelimesi de vahy-i gayr-i metlüvün varlığına bir delildir. Daha evvelki yazılarımızda da işaret ettiğimiz gibi, birçok alim 'hikmet' kelimesine 'sünnet' manası vermiştir. Bu görüşte olan alimler arasında Hasan Basrî, Katade, Yahya b. Ebî Kesîr, İmam Şafıî, İmam Begavî, Kurtûbî ve Kastallanî sayılabilir.

Mesela İmam Şafiî, Nisa: 113, Cuma: 2, Âl-i İmran: 164 vb. ayetlerde geçen 'hikmet' kelimesinin izahı sadedinde şunu söylemiştir:

'Razı olduğum Kur'an alimlerinin şöyle dediklerini duydum: Hikmet, Allah Rasûlü'nün sünnetidir.' [2]

Evzaî, hocaları arasında yer alan Hassan b. Atiyye'den şu haberi rivayet etmiştir:

'Hz. Peygamber'e vahiy inerdi. Cebrail aynı zamanda O'na inen vahyi tefsir eden Sünneti de getirirdi.' [3]

'Erîke Hadisi' adıyla meşhur olan hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

'Şunu biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerîm ve onun bir misli daha verilmiştir. Yakında bazı kimseler çıkacak, karnı tok bir halde rahat koltuğunda oturarak 'Şu Kur'an'a sarılınız, onda helal olarak ne görürseniz onu helal kabul ediniz, neyi de haram görürseniz onu haram biliniz diyeceklerdir.' [4]

Bütün bu deliller vahy-i gayr-i metlüvün Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnetlerine vücut verdiğini teyit ve ifade etmektedir.

III- PEYGAMBERİMİZİN (s.a.v.) KURAN DIŞINDA DA VAHİY ALDIĞINA DAİR FİİLÎ MİSALLER

Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

- 'Cibril Hadisi' diye bilinen hadis, vahiy meleği olan Cebrail'in (a.s.) Kuran'ı getirmek dışında da Peygamberimize (s.a.v.) geldiğinin en çarpıcı misallerinden biridir. Peygamberimizin, yabancı bir insan suretinde gelen bu misafirin Cebrail (a.s.) olduğunu söylemesi ve 'Size dininizi öğretti' buyurması, yine vahiy kaynaklı olmak üzere Kuran dışında da din olduğunun delilidir.

- Hz. Peygamber (s.a.v.), annelerimizden birine, saklı tutmak üzere bir sır vermişti; ancak o annemiz bu sırrı saklayamadı ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bir diğer hanımına söyledi. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bu durum Allah tarafından bildirildi. Hanımı 'Sen bunu nereden duydun?' diye sorunca ona 'Bunu bana her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi' dedi. (Tahrim: 3) Bu hadise de Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Kur'an dışında vahiy geldiğinin apaçık bir delilidir.

- Bazı hadislerde 'Bana Rabbim emretti', 'Cibril geldi', 'Bana vahyolundu' gibi ifadelerin yer alması, Hz. Peygambere (s.a.v.), Kur'an dışında da vahiy geldiğini gösteren bir başka delildir.[5]

Bu tarz hadislere iki misal verelim:

'Komşuya iyi davranılması konusunda Cebrail bana o kadar çok tavsiye ve telkinde bulundu ki, neredeyse komşunun komşuya varis kılınacağını zannettim.' [6]

'Allah sizin alçak gönüllü olmanızı bana vahyetti.' [7]

Görüldüğü üzere bu hadis-i şeriflerde Kuran dışındaki vahiy söz konusudur.

- Benî Nadir kabilesi kuşatılıp askerî bir tedbir olarak ağaçlar kesilince Yahudiler ve münafıklar 'Muhammed ağaçları kesiyor' diye propaganda yapmaya başladılar. Bunun üzerine Allahu Teala ağaçların kendi izniyle kesildiğini haber verdi. (Haşr: 5.) Halbuki Kuran'da böyle bir izne delalet eden ayet yoktur. Demek ki Allah bu izni Resulüne vahy-i gayr-i metlüv yoluyla vermiştir.

- Peygamberimizin (s.a.v.) Medine'de on altı ay boyunca Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılması ve arzu etmesine rağmen yüzünü Kabe'ye çevirememesi de bu yönde emir aldığını gösterir. Çünkü böyle bir emir olmasaydı vahyi beklemez, Kabe'ye dönerdi. Kuran'da Mescid-i Aksa'ya dönerek namaz kılmayı emreden bir ayet olmadığına göre, bu emrin de vahy-i gayr-i metlüv yoluyla verildiği açıktır.

IV- HZ. PEYGAMBERİN (s.a.v.) TEBYİN, TEŞRÎ, TAKYİD VE TAHSİS VAZİFELERİ VAHY-İ GAYR-İ METLÜVE DELİLDİR

1- Tebyin:

Hz. Peygamberin (s.a.v.) tebyin, yani Kuran'ı açıklama görevini anlatan ayet-i kerimelerden biri şöyledir:

'Sana Kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.' (Nahl: 64.)

Soruyoruz:

Hz. Peygamber, bu ayette haber verilen 'açıklama' görevini -eğer Allah kendisine hangi ayetin ne manaya geldiğini vahyetmemiş olsaydı- nasıl yerine getirebilirdi?

Kuran'da birçok kelime, lügat manasından farklı olarak terim / ıstılah manası kazanmıştır.

Mesela dua anlamındaki 'salat' kelimesi 'namaz' manası kazanmıştır.

Kast etmek anlamındaki 'hac' kelimesi, bildiğimiz dinî vecibe olan hac farîzası manası kazanmıştır.

Temizlik anlamındaki 'zekat' kelimesi, yine İslam'ın şartlarından biri olarak bildiğimiz zekat manası kazanmıştır.

Misaller çoğaltılabilir.

Eğer bu kavramların bugün bildiğimiz terim manaları Hz. Peygambere (s.a.v.) vahiy yoluyla bildirilmemiş olsaydı Kuran'ın muhtevası anlaşılamaz, dinî emir ve hükümler yerli yerine oturtulamazdı. Dikkat edelim; nasıl ibadet edileceği vahy-i gayr-i metlüv yoluyla Hz. Peygambere (s.a.v.) bildirilmeseydi ne namaz kılabilir ne zekat verebilir ne oruç tutabilirdik.

Demek ki sünnet ve hadisleri vahiy ve hüccet saymayanlar, ister istemez Kuran'daki terim ve kavramların manasını da saptırırlar; farzlar, haramlar, emirler anlaşılamaz ve uygulanamaz hale gelir. Halbuki dinde birçok emir ve yasak, Sünnet ve hadislerle sabittir. Buna göre, nasıl yapılacağı Sünnet ve hadislerle ortaya konmuş olan ibadetlerle ilgili bu Sünnet ve hadisleri kabul etmeyenlerin, söz konusu ibadetlerin farz olduğunu kabul etmeyenlerden hiçbir farkı kalmaz.

Günümüzde 'İslam'ı doğru anlamak', 'Kuran'ı doğru anlamak' gibi tabirlerin ne kadar çok kullanılır olduğunu bir düşünelim. Halbuki İslam'ı ve Kuran'ı doğru anlamak için uzun uzun makaleler, ciltlerle kitaplar yazmaya yahut okumaya gerek yoktur. Sünnet ve hadislerin önemini anlamak, onların dindeki yerini kavramak, Sünnet ve hadisleri dinde kaynak kabul ederek Resule tabi olmak, İslam'ı ve Kuran'ı doğru anlamak için tek çıkar yoldur, çözümün de ta kendisidir. Çünkü bu din bir dört yüz yıllık tarihi içinde hep böyle anlaşılmıştır.

2- Teşrî:

Hz. Peygamberin (s.a.v.) teşri, yani hüküm koyma görevi Kuran'la sabittir. (Ahzab: 36, Nisa: 65, A'raf: 157. vb.)

Şu hükümler Sünnetle sabit olmuştur:

- Ehlî eşeğin, azı dişli yırtıcı hayvanların ve pençeli kuşların etlerinin yenmesinin haram kılınması[8]

- Erkeklere altın takmanın ve ipek giymenin haram edilmesi [9]

- Neseb ile haram olanın süt emme ile de haram olması [10]

- Nineye mirastan hisse verilmesi [11]

- Bir kadının teyze veya halası ile aynı erkeğin nikahında birleştirilmesinin haram oluşu [12]

- Fıtır sadakasının vacib kılınması [13]

İşte vahy-i gayr-i metlüvü inkar edenler, tabiatıyla bu ve benzeri hükümleri de mesnetsiz sayarak inkar etmiş olmaktadırlar.

3- Takyid ve Tahsis:

Bazen bir hadis-i şerif, bir ayet-i kerimeyi tahsis ve takyid edebilir. Bu gibi durumlarda ümmet ayet-i kerimenin umumi hükmüne göre değil, Hz. Peygamber tarafından tahsis ya da takyid edilmiş şekline göre amel eder.

Bazı misaller verelim:

Mesela Nisa Suresinin 22 – 27. Ayetlerinde evlenilmesi haram olan kadınlar on beş sınıf olarak sayılır ve 'bunların dışındaki diğer kadınlar sizin için helal kılınmıştır' buyrulur. Bu ayetlerde yasaklanan nikahlar arasında yukarıdaki maddeler arasında geçen 'bir kadının halası veya teyzesiyle aynı nikahta birleştirilmesi' yoktur. Ama bu da haramdır ve haram oluşu hadis-i şerifle yasaklanması yoluyladır.[14]

İkinci bir örnek En'am: 145. Ayetle ilgilidir. Bu ayette haram olan yiyeceklerin dördü sayılır. Ama haramlar bunlardan ibaret değildir. Mesela -yine yukarıda geçtiği gibi- azı dişi olan yırtıcılarla gagalı kuşlar gibi daha başka birçok hayvanın yenmesinin de haram olması hadislerle sabittir. Ve hadis-i şeriflerle sabit olan bu haramlar da Allah'ın haram kıldıkları gibidir.

Yine Kuran-ı Kerim'de 'Allah size leşi ve kanı haram kıldı' (Bakara: 173.) diye haber verilirken, Peygamberimiz 'Size iki ölü ve iki kan helal kılınmıştır. İki ölü balık ve çekirge, iki kan da karaciğer ve dalaktır' [15] buyurmuştur.

Ve Cuma namazını emreden ayette (Cuma: 9) hitap 'Ey iman edenler' şeklinde olduğu halde, Peygamberimiz (s.a.v.) kadınları, hastaları, buluğ çağına ermemiş erkekleri vs. emrin dışında tutarak, ayeti belli şartları haiz kimselere tahsis etmiştir.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) tahsis ve takyid görevlerini kabul etmeyip, sünnet ve hadisleri de dinde delil saymayanların, ayetteki 'Ey iman edenler!' hitabını delil göstererek 'Cuma namazı kadınlara da farzdır' dediklerine son zamanlarda sık sık şahit oluyoruz.

Bunlara verilecek en güzel cevap Hakka Suresindeki şu ayetlerdir:

'Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mani olamazdınız.' (Hakka: 44 – 47.)

Bu ayet-i kerimeler Hz. Peygamberin (s.a.v.) hüküm ifade eden söz ve fiillerinin tamamen Allah'ın emri ve izniyle cereyan ettiğinin delilidir.

V- ULEMANIN BU HUSUSTAKİ HASSASİYETİ

Adamın biri, Tabiîn'den Mutarrif ibni Abdillah'a (r.a.) 'Bize sadece Kuran'dan anlatın' deyince Mutarrif ona şöyle cevap verir:

'Vallahi biz Kuran'ın yerine başka bir şey aramıyoruz, lakin Kuran'ı bizden daha iyi bilen Hz. Peygamberin izahlarını murad ediyoruz.' [16]

Tabiîn'den Saîd ibni Cübeyr (r.a.) bir gün bir hadis anlatır, cemaatinden biri çıkıp 'Kuran'da buna muhalif ayet var' der. Saîd ibni Cübeyr (r.a.) ona şöyle cevap verir:

'Sakın sana Rasûlüllahtan (s.a.v.) bir hadis naklettiğimde onu Kuran'la mukayese ettiğini görmeyeyim! Rasûlüllah (s.a.v.) Allah'ın Kitabını senden iyi biliyordu!' [17]

Yine Tabiîn alimlerinden Abdurrahman b. Yezid, hac mevsiminde ihram yerine dikişli elbise giymiş bir adam görür ve ona elbiselerini çıkararak ihram giymesini söyler. Adam 'Bana ihram giymemi emreden bir ayet oku bakayım!' diyerek itiraz edince 'Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan kaçının' buyrulan Haşr Suresinin 7. Ayetini okur.' [18]

Ve aynı nesilden, 'Tabiîn'den son bir misal daha verelim:

Büyük aliml Said bin Müseyyeb, kerahat vaktinde iki rekat nafile namaz kılan bir kişi gördü. Ona yaptığının doğru olmadığını söyleyince adam 'Allahu Teala bundan dolayı bana azap eder mi ki?' diyerek yaptığı yanlışı savunmaya kalkıştı. Said bin Müseyyeb de şöyle cevap verdi:

'Hayır, namaz kıldığın için değil, sünnete aykırı davrandığın için azab eder!' [19]

İmam Şatıbî ise sünnet-vahiy ilişkisi konusundaki görüşlerini şöyle açıklar:

'Hadis ya katıksız Allah'tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber tarafından yapılmış bir içtihattır; ancak bu durumda o, Kitap ya da Sünnet'ten sahîh bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Her iki takdire göre hadisin, Allah'ın kitabı ile çelişki halinde olması mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber kendi heva ve hevesinden esinlenerek konuşmaz; onun konuşması ancak kendisine ilka edilen bir vahiydir.' [20]

Sünnet'in dindeki yerini bir de İmam Kurtubî'den dinleyelim.

O, 'el-Camiu li-Ahkami'l-Kur'an' adlı meşhur tefsirinde Maide: 3. Ayetin tefsiri sadedinde şöyle der:

'Sünnet de Kuran-ı Kerim'in kapsamı içerisindedir:

'Size okunacak olanlar hariç olmak üzere' yani Kuran-ı Kerim'de ve Sünnet-i Seniyyede size okunacak olan 'leş… size haram kılındı' (Maide: 3.) buyruğu ile Hz. Peygamberin 'Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olan her bir hayvan haramdır.' [21] buyruğu ve benzerlerinde size okunanlar demektir. Eğer 'Bize okunan Kitap'tır, Sünnet değildir' denilecek olursa, şöyle cevap veririz: 'Resulüllahın her bir Sünneti Allah'ın Kitabındandır.'

Buraya kadar serdedilen delillerden çıkan netice şudur ki, vahy-i gayr-i metlüvü inkar, Hz. Peygamberin (s.a.v.) mucizelerini, sünnet ve hadislerini, sünnet ve hadis kaynaklı bütün dinî hükümleri yok saymak yahut inkar etmek anlamına gelir. Allah hiç kimseyi böyle bir duruma düşürmesin.

Hz. Peygambere (s.a.v.) iman; ona itaat ve teslimiyetle, sünnet ve hadislerini baş tacı etmekle ve bu uğurda hayatın gayesini oluşturacak bir mücadeleye girişmekle ispatlanır. Gerçek İslam da zaten budur.

[1] Ebû Davud, Sünne, 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 131; Hadisin değişik lafızlarla rivayeti için bk. Ebû Davud, İmare, 33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime, 49.

[2] Şafiî, er-Risale, 78.

[3] İbn Abdilberr, Camiu Beyani'i-ÎIm ve Fadlih, II, 234.

[4] Ebû Davud, Sünne, 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 131; Hadisin değişik lafızlarla rivayeti için bk. Ebû Davud, İmare, 33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime, 49.

[5] Mesela: Müslim, Cenne, 63, 64, Cenaiz, 1; Tirmizi, İman, 18; Cihad, 32.

[6] Buharî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140; İbn Mace, Edeb, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 85.160, V, 22, VI, 52.

[7] Müslim, Cennet, 64; Ebû Davud, Edeb, 40.

[8] Buharî, Meğazî, 38, Zebaih, 27-28; Müslim, Sayd, 12-16; Ebû Davud, Et'ime, 32-34; Tirmizî Et'ime, 3.

[9] Ebû Davud, Libas, 14; Nesaî, Zîneh, 40, 43,45; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 96, IV, 392.

[10] Buharî, Şehadet, 7; Müslim, Rada, 1.

[11] Ebû Davud, Feraiz, 5; İbn Mace, Feraiz, 4.

[12] Buharî, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 33-34, 36, 40; Ebû Davud, Nikah, 13; Tirmizî, Nikah, 31; Nesaî, Nikah, 37-39; İbn Mace Nikah, 31; Darimî, Nikah, 8; Malik, Nikah, 20.

[13] Buharî, Zekat, 70-71; Müslim, Zekat, 12-13, 16; Ebû Davud, Zekat, 18-20, Nesaî, Zekat, 30, 32-33; İbn Mace, Zekat, 21; Malik, Zekat, 52; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 102,137; Darimî, Zekat, 27.

[14] el-Buharî, es-Sahîh, en-Nikah:70, rakam:4820, 5/1965: en-Nikah:27; Müslim, es-Sahîh, en-Nikah:33; 40, Ebû Davûd, es-Sünen, en-Nikah:12; et-Tirmizî, es-Sünen, en-Nikah:31; en-Nesaî, es-Sünen, en-Nikah:47-49; İbnü Mace, es-Sünen, en-Nikah:31; Darimî, es-Sünen, en-Nikah:8; el-Malik, el-Muvatta, en-Nikah:20-21; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, 1/78, 217, 372

[15] İbn Mace, Et'ime 31.

[16] İbnü Abdilberr, Cami'u beyani'l-'ılm, rakam:2349, 2/1193.

[17] Darimî, es-Sünen, rakam:631, sh:204.

[18] Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s: 238.

[19] Darimi, Mukaddime, 39 / 442.

[20] Şatıbî, el- Muvafakat, IV, 19.

[21] Buhari, Sayde 29; Müslim Sayde 15; Nesei Sayde 28; İbn Mace Sayde 13; Muvatta, Sayd 13 – 14; Müsned IV, 194.