Modern dönemdeki bütün hastalıkların altında stres yatıyor. Korona’yı tetikleyen ana unsurlardan biri de stres. Stres insandaki korkulardan oluşuyor. Bu da beyni yorduğu gibi insanın bağışıklık sistemini de altüst ediyor...


Modern dönemdeki bütün hastalıkların altında stres yatıyor. Korona'yı tetikleyen ana unsurlardan biri de stres. Stres insandaki korkulardan oluşuyor. Bu da beyni yorduğu gibi insanın bağışıklık sistemini de altüst ediyor. Stres kalıcı hale geldiğinde insan sağlığına, psikolojisine, insani ilişkilerine ve yaşam kalitesine zarar veriyor. Modern hayat; kolay, hızlı ve pratik imkanlar sunarken diğer yandan da sürekli stresli olmamıza yol açıyor. Statü kaybından aşağılanma korkusuna, ekonomik gerilemeden ölüm korkusuna birçok sebep stresi tetikliyor. Gelişmiş ülkelerde yaygın olan intiharların da ana müsebbibi strestir. Zira bilim adamlarının stresi modern çağın hastalığı olarak adlandırmasının ana sebebi de budur.

Peki! Sadece insanlar mı stres yaşıyor. Elbetteki hayır. Hayvanların da tabiatın da bir stres altında olduğunu hepimiz gözlemliyoruz. Deli dana hastalığı, kuş gribi veya domuz gribi gibi birçok örnekten ormansızlaşma, iklim değişikliği ve deniz kirliliğine kadar onlarca örnek; insanoğlunun kendini delirttiği gibi hayvanları ve tabiatı da delirttiğini gösteriyor. İspanyol yazar Carlo Frabetti 'Le Haine'deki makalesinde şunları not düşüyor: 'Biyologlar, stresli bir hayvanın her türlü patojen için ideal bir araç olduğunu yıllardır söylüyor; stres, bir yandan bağışıklık sistemini zayıflatan, virüs ve bakterilerin çoğalmasını ve aynı zamanda mutasyona uğramasını kolaylaştıran bir zemin sunuyor. Diğer yandan stresli hayvanlar, kendilerine zarar vererek, kontrolsüz bir şekilde dışkı yaparak mikropların çevreye yayılmasına epeyce katkı sağlıyor. Ve bu ortamda, yani hayvan pazarı ya da çiftlik gibi insanların ve diğer canlıların yoğun bir şekilde bulunduğu kalabalık yerlerde, virüslerin ve bakterilerin mutasyona uğrayıp yayılmaları ise kalıcı bir risk haline dönüşüyor.'

Hayvanların yaşadığı bir stresi tabiatımız da yaşıyor. İnsanın içinde bulunduğu kainat, canlı ve cansız varlıklarıyla birlikte bir düzen ve denge içinde ölçülü bir şekilde yaratılmıştır. Ancak hızla akan zamanın içindeki hayat yolculuğunda ihtiyaçlarının peşindeki insanoğlunun yaşam biçiminin, iklim sisteminde bir bozulmaya neden olduğu artık genel bir kabul görmektedir. Ormanların katledilmesinden tutun denizlerin kirletilmesine kadar yaşlı dünyamızdaki bütün değişimler tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Tabiatı ve canlıları gözetmeden yeryüzündeki denge ve düzen ile oynayan bizzat insanın kendisidir. İnsanın kendisiyle birlikte tabiata taşıdığı bu stres beşerin sonunu getiriyor.

Bu konularla ilgili dünyanın her yerinden onlarca veri sunabiliriz. Fakat buna gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu yaşanan değişimi herkes iliklerine kadar hissediyor artık. Bu yaşadığımız sarsıntılar, hayatta kalmak için gereken güdüler kadar vicdanlara da sesleniyor. Ahlaki duyarsızlığımızın yaygınlaşmasını ve manevi duyarsızlığımızı da sorguluyor. Sözde iyi bir yaşam ve mutluluk arayışının modern insan tarafından yanlış anlaşıldığını ortaya koyuyor bu gerçekler. O halde artık bu büyük 'Sosyal sorunlar' karşısında insanlar ortak hareket etmesini bilmeli. Koronaya karşı dünyadaki stresli insanlar nasıl acil ve sert önlemler alıyorsa stresli hayvanları ve stresli tabiatı da korumak için sert ve acil önlemler almalı. Yoksa tüm insanlığın içinde yaşadığı bu gemi batarken, hep birlikte yok olacağız.
Günlük meşgalelerin hayhuyunda çağımızın temel görevini belli belirsiz de olsa algılayabiliriz. İnsanlar bugün bir bombayla oyun oynayan küçük çocuklar gibidir. İnfilakın ne zaman gerçekleşeceğine dair çok az fikrimiz var. Etrafımızda her gün yaşadığımız tık sesleri tüm gökkubbe başımıza düşmeden önce birer uyarıcı vazifesi görüyor. Bu konuda en büyük görev İslam alemine düşüyor. Çünkü İslam peygamberi Hz. Muhammed (sav)'in, 'Kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikiniz' sözüyle ortaya koyduğu evrensel ilke Müslümanlara çok büyük sorumluluklar yüklüyor.

Umarım yeni çağa girdiğimiz bu dönemde Müslüman ülkeler ve halklar bu ölümcül sorunun farkına varır ve bir an önce emperyal güçlerin aralarına serpiştirdiği siyasal sorunlardan kurtulup yeni yüzyıla büyük bir güç olarak beraber girerler. Bu da dünyada uzun yüzyıllar sürecek iyiliğin ve barışın temelini oluşturacaktır.