15 Temmuz 2016 hain darbe teşebbüsünün üzerinden dört sene geçti. Türk tarihinde fetö denilen yapı kadar tarifi zor, tasviri imkânsız denecek kadar güç, din, mezhep ve inanç konusunda çok yönlü bir örgüt bildiğimiz kadarıyla yok...

15 Temmuz 2016 hain darbe teşebbüsünün üzerinden dört sene geçti. Türk tarihinde fetö denilen yapı kadar tarifi zor, tasviri imkansız denecek kadar güç, din, mezhep ve inanç konusunda çok yönlü bir örgüt bildiğimiz kadarıyla yok. Fakat ne kadar zor ve ne kadar müphem olursa olsun mutlaka terörle mücadele usulü vardır ve olmalıdır. FETÖ örgütüyle alakalı teşhis hususunda muğlaklığın temelinde son yüz yıllık dönemde yaşadığımız kültürel kırılmaların olduğunu peşinen kabul etmezsek fotoğrafın tamamını görmemiş oluruz.

Meseleyi biraz açalım;

Her toplumun kendine mahsus direnç noktaları vardır.

Dünyada hangi millet olursa olsun her millet için direnç noktaları; dil, tarih ve inançtır.

Bu temel değerler zemininde her toplum mevcudiyetini muhafaza eder. Hiçbir millet düşülemez ki, dili olmaksızın varlığını sürdürsün.

Dikkat ederseniz 'geri kalmış ülkeler' olarak ifade edilen ülkelerde 'yabancı' dil kendi dilinden daha itibarlıdır. Zira sömürgeci ülkeler, kendi dışındaki toplumları 'geri kalmış' toplum olarak isimlendirerek daima 'yabancı' dili köpürterek topluma yedirmeyi tercih etmiş ve etmektedir.

'İleri', 'çağdaş' ve 'uygar' olarak ifade edilen ülkelerde yabancı dil asla ana dillerine müsavi addedilmez.

Soru şuydu; Niye FETÖ'yü teşhiste geç kaldık ve niye halen bu yapıyı teşhiste zorluk çekiyoruz?

Diyoruz ki, son yüz yıllık dönemde yaşanan sosyo-kültürel kırılmalar ve son çeyrek asırda ortaya çıkan dehşetli itikat cellatlığı sebebiyle basiretlerimizde flulaşmalar oldu.

FETÖ, dinî bir görüntüyle ortaya çıktı. Bu yapıya dahil olan darbecilerden pişmanlık duyanlar 'biz bunları sineğin kanadını incitmeyen bir cemaat olarak biliyorduk. Allah rızası için buraya girdik' diyorlar ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra fark ettiklerini söylüyorlar.

Hatta bir tane eski bir F. Gülen mensubu var. Kendi ifadesine göre 1980'li yıllardan beri Zaman gazetesinde yazılar yazmış ve bu gazetede genel müdürlük yapmış. Türkiye'de neredeyse gitmediği vilayet kalmamış. 600 civarında konferans vermiş.

Nihayet 2014 yılında FETÖ'dan ayrılmış.

Bu kişi halen bir gazetede yazı yazmaya devam ediyor ve bir televizyonda program yapıyor. Kendisine soruyorlar 'sizce F. Gülen'de nasıl bir hata gördünüz?'

Verdiği cevaba bakınız:

'Evli-barklı insanları tekme tokat dövmesiydi. Keşke daha önce ayrılsaydım'.

Bir insanı tanımak için bu davranış şekli fikir verebilir ama temel bir kriter olabilir mi? 'Tekme-tokat evli-barklı insanları döven' birinin ruhi dengesizliği olduğu bellidir ve böyle bir insandan uzak durulması tercih edilebilir. Çünkü ruhi dengesizliği olan birinin zararı sadece çevresinedir.

Fakat burada ben temel bir probleme dikkat çekmek istiyorum. F. Gülen meselesinde temel sıkıntı, itikadîdir. FETÖ örgütü olarak isimlendirilen bu çetenin siyasi tercihleri kendilerini alakadar eder ve konjonktüreldir.

Esas olan problem dinler arası diyalogdur.

FETÖ meselesinde cevabı henüz bulunamayan sorular vardır ve biri şudur;

FETÖ'nün dinler arası diyalog çalışmaları 15 Temmuz 2016'da ortaya çıkmadı. Türkçe olimpiyatlar adını verdiği kızlı-erkekli Adnan Oktar'dan çok farklı olmayan programları da darbe ile ortaya çıkmadı. Bu tarihten çok önceki tarihlerde bangır bangır yapıldı bu maskaralıklar.

Soruyu tekrar hatırlatalım; FETÖ'nün dinler arası diyalog çalışması 15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce bilindiğine göre ve bu mesele inancımızı ilgilendirdiği açıktır.

Öyleyse bu hususta milletimizi kim aydınlatmalıydı?

Çağdaş Kadınlar Derneği mi dinler arası diyalog sapıklığını Türk milletine izah edecek?

Kanarya sevenler derneği mi ehl-i sünnet anlayışını milletimize anlatacak?

Ayetle dalga geçen ilahiyatçı akademisyen mi İslam'ın son hak din olduğunu anlatacak?

Söyler misiniz halkımıza kim anlatacak milletimizin temel değerlerini?

İşte bundan dolayı FETÖ'yü teşhiste zorluk çekilmektedir.

FETÖ bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur.

Darbelerin tekerrürünü önlemenin yolları aranmalı ve bulunmalıdır.

Darbelerin tekerrürünü önlemenin bizce üç temel prensibi vardır ve bunlar;

  1. Adli tedbirler
  2. İdari tedbirler
  3. İtikadi tedbirlerdir.

Son darbe teşebbüsüyle ilgili olarak devletimiz birinci ve ikinci şıktaki tedbirleri almış ve almaktadır. Birinci şıktaki tedbir acilen alınması gerekiyordu. Bu yapılmıştır ve yapılmaktadır. Mağduriyetlerin olmamasını temenni ediyoruz ama maalesef sıfırlanamıyor.

Yukarıda izahını yapmaya çalıştığımız son yüz yıllık sosyo-kültürel dokumuzun zedelenmesi ve son çeyrek asırda 'ılıman İslam' ve mezhepsizlik vs gibi dehşetli itikadi arızaların maşeri vicdana pompalanması sebebiyle FETÖ'nün teşhisi hususunda zorluklar ortaya çıktığını kabul etmek mecburiyetindeyiz. Yani önleyici tedbirlerin alınamaması bu yapının kökleşmesinde temel unsur olarak görünmektedir.

Önemine binaen belirtmeliyim ki, son yüz yıllık sosyo-kültürel tahribata son çeyrek asırda yenileri eklenmiştir. Son çeyrek asırdaki sosyo-kültürel tahribat iki yüz yıllık tahribattan daha dehşetlidir.

Mesela bir ilahiyat fakültesindeki akademisyenin ayetle dalga geçtiğini tasavvur edin.

Veya başka bir akademisyenin 'bu ayet böyle olmamalı' dediğini düşünün.

'Peygambere salatü salat getirmek yağcılıktır' diyen bir ilahiyatçının kol gezdiği bir ülkede sosyo-kültürel tahribat dehşetli olmaz mı?

Sosyo-kültürel tahribatın dehşetli olduğu bir ülkede darbe zemini oluşmaz mı?

İdari tedbirler olarak ifade edilen hususlar orta vadelidir. Devlete sızmış ve her türlü şekle girebilen bir yapının teşhisi kolay olmadığından, temizlik çalışmaları 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, geç kalmış olsa da başladı ve halen devam ediyor.

Son çeyrek asırda yaşanan dehşetli sosyo-kültürel tahribat neticesinde teşhis zorluğu sebebiyle halen FETÖ'nün varlığı devam ettiği yönünde görüntüler var.

Mesela TRT Diyanet'te 22 Haziran 2018'de yayınlanan ve güftesi F. Gülen'e ait 'Bulanlar Hakkı Bulur' başlıklı müziktir. Buna da 'tasavvuf musikisi' diyorlar. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün üzerinden iki sene geçmiş olmasına rağmen devletin televizyonunda şarkılı türkülü 'tasavvuf' müziği adı altında FETÖ'nün eserleri yayınlanıyor.

FETÖ üzerinden ülkemizde ehl-i sünnet toplulukları zan altında bırakılıyor.

Şehvet avcısı olduğu herkesçe bilinen ama sadece 'seyredilen' Adnan Oktar oluşumuyla alakalı geç de olsa yapılan müdahale sadra şifa olmuştur. Ama Adnan Oktar'ı 'tarikat' olarak gören ve bu yapıya dahil olanları 'mürit' olarak isimlendirenler, bu şehvet avcıları üzerinden ehl-i sünnet kuruluşlarına saldırmaları manidar değil midir?

Tasavvufla şarkı ve türküyü bir araya getirmek zaten FETÖ'nün maksatlarından biri değil miydi?

Hristiyanlıkla İslam'ı bir araya getirmek isteyen biri için tasavvuf ile sazlı-sözlü 'birlikte' olmanın ne mahzuru olabilir?

Papa'nın yanına giderek onun misyonunu üstlenen FETÖ'nün eserlerinin, devletimizin bir kuruluşu olan TRT-1'de yayınlanması kabul edilebilir mi?

Hadi diyelim TRT'de görevli olanlar itikadî meselelerde bilgi eksikliğine sahip olabilirler. Peki, Diyanete ne oluyor?

FETÖ'nün bu eseri TRT Diyanet'te yayınlanmıştır. Hem de 15 Temmuz'un yıldönümüne çeyrek kala. Diyanet işleri eski başkanlarından Mehmet Görmez hoca diyor ki, 'diyanet rehber olmalıdır'.

Devletimizin güzide bir kuruluşu olan diyanetin rehber olmasını toplumun bir ferdi olarak arzu ederiz ama önce diyanet, rehber olabilecek vasıfta olduğunu ortaya koymalıdır.

15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün bir de siyasi yönü var. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin ifade ettiği gibi 'FETÖ meselesinin siyasi boyutu halen gizemini muhafaza ediyor'.

Bu hususta ümit ederiz ki, maşeri vicdanı tatmin edici bir çalışma yapılır.

FETÖ ile mücadelenin üçüncü boyutu itikadîdir.

Kanaatimce mücadelenin nirengi noktası da budur. FETÖ ile mücadelede takınılması gereken en güçlü donanım, ehl-i sünnet anlayışıdır

Ehl-i sünnet anlayışı asla mezhepçilik değildir. Ana yoldur. Sevgili peygamberimizi referans alan usuldür.

Mezhepçilik uygulaması görmek isteyen İran'a baksın.

Türkiye ne İran'a benzer ne de Suudi Arabistan'a.

Asla hatırımızdan çıkmamalıdır ki, milletimiz sadece Müslüman değil aynı zamanda İslamiyet'i temsil mevkiindedir. Biz millet olarak temel referansımız sevgili peygamberimizdir.

Ve daima öyle kalacaktır.