O hiç ümitsiz olmadı. Besmele öğrettiği her bir evladına ümitvar olmayı, özgüveni ve idealistliği öğretti. Kanunları ihlal etmedi ama gençliği de ihmal etmedi.

O hiç ümitsiz olmadı.

Besmele öğrettiği her bir evladına ümitvar olmayı, özgüveni ve idealistliği öğretti.

Kanunları ihlal etmedi ama gençliği de ihmal etmedi.

Hiçbir karşılık beklemeden besmele öğretmek için diyar diyar 'talebe' aradı.

Sokakta, camide, meydanda, amele pazarında, caddede ve her yerde…

Tramvayda, vapurda ve sandalda.

Denizde ve karada gözleri besmeleyi öğreteceği genç dimağları aradı.

Kah tren vagonlarında.

Kah dolmuşlarda.

Bazen amele pazarından işçi götürdü besmele öğretmek için.

Bazen kuşların konduğu kayalarda okuttu Anadolulu gençleri.

Kayaları yastık yaptı, rüzgarı yorgan.

Okuttu, okuttu.

Kimseyi bulamadığı zamanlarda evinde iki kerimesini okuttu.

Peynir mandıraları kurdu Torosların tertemiz yamaçlarında tertemiz Anadolulu çocuklarına besmele öğretmek için.

At sırtında Anadolu'nun ücra köşelerinde nice zahmetler çekti.

Besmeleli nesiller yetişmeliydi bu mübarek ecdat yadigarı topraklarda.

Kendini takip eden sivil polislere kahve ikram ederek İslam'ın inceliğini gösterdi.

Zira biliyordu ki, kendini takip eden polis bu milletin evladıydı.

Besmele öğreten o mübarek zatın ellerine kelepçe vuran jandarma başçavuşu bir Müslüman babanın evladıydı belki.

Ne yapsın emir kuluydu onlar.

Elbet bu günler geçecekti.

Şiddet gördü, işkenceye tabi tutuldu fakat hiçbir zaman devlete isyan etmedi ve evlatlarına isyanı tavsiye etmedi.

1930'lu 40'lı yıllar böyle geçti.

1950'li yıllara gelindiğinde İkinci dünya savaşı sonrası konjonktürde ülkemizde siyasi iklim biraz değişti.

Esasen pek değişen bir şey yoktu ama 1945'de tek dereceli seçimlere geçilmesi iklimi biraz yumuşatmıştı.

Yani tabandan gelen bir tazyik vardı.

Ayrıca harici baskılar da zorladı siyasi mercileri.

Ve ortam biraz yumuşadı.

Artık 500 profesörün en yüreklisi olan o mümtaz zatın ismi bütün Anadolu'ya yayılmıştı.

Ülkemizin en zor günlerinde vatan evlatlarına sahip çıkmıştı bu mübarek zat.

'Evlatlarım' diyordu bu yürekli, cesur ve mübarek zat:

'Dava muvaffak olsun da bizim yerimiz camiinin pabuçluğu olsun'.

Dava, memleket davasıydı.

Dava, gençlikti.

Dava besmeleli bir gençlik yetiştirmekti.

Bu mübarek zatın iki mümtaz kerimesi vardı.

İki mümtaz ve seçkin kerimesini okutarak başlayan İslam davası dalga dalga yayılmıştı Anadolu'ya.

Anadolu'dan bütün cihana…

Nasibi olan her gence.

Nasibi olan her insana ulaşmıştı bu mübarek mesaj ve ulaşmakta.

Dünya durdukça nasibi olan ve talip olan herkese bu nefes ulaşacak.

1960'larda Almanya'ya giden işçilerimiz vardı.

Bu işçilerimiz Almanya'ya ilk giden 'kuşaktı' ve çok sıkıntı çektiler, çok..

Yeterli beslenemediler..

Kalacak yerleri yoktu.

Lisan bilmiyorlardı.

En ağır işlerde istihdam edildiler.

Sahipsiz kaldılar vatandan uzak diyarlarda.

Ekmek parası kazanmak için gitmişlerdi oraya.

Meşru ve helalinden kazanç elde etmeyi teşvik etmemiş miydi sevgili peygamberimiz?

İkinci Cihan Harbinden sonra yerle bir olan Almanya'nın fabrikaları çalışması lazımdı.

İşçiye ihtiyaçları vardı.

Anadolu'dan Almanya'ya giden vatan evlatları 'ekmek parası' için gittiler oraya.

Almanya treni defalarca kalktı gardan.

Kim isterdi ki, ayrılmak vatandan.

Ama gittiler, gitmek mecburiyetinde kaldılar.

Bu işçilerimize 1970'lerde devlet sahip çıkamadı.

Başka sıkıntıları vardı hükümetlerin.

İşte o mübarek zatın evlatları Almanya'daki işçilerimize sahip çıktı.

1980'li yıllarda Almanya'daki işçilerimizin çocuklarına besmele çektirdiler o mübarek zatın evlatları.

Diyar-ı gurbette işçilerimizin çocuklarının köprü altında heder olup gitmesine gönülleri razı olmadı o mübarek zatın evlatları.

Uyuşturucu bataklığına düşmemeliydi gençler.

O cesur ve yürekli mübarek zatın evlatları Almanya'da bir dernek kurdular:

O derneğin adı İslam Kültür Merkezleri…

Hem İslam'ın merkeziydi o kuruluşlar hem de kültürün merkeziydi.

Sınıf ayırımı yapmadan Almanya'daki işçilerimizin evlatlarına besmele öğrettiler.

İşçilerimize sahip çıktı İslam Kültür Merkezleri.

Sadece Anadolulu işçilerin değil, herkese kucak açtılar.

Alman yönetimi İslam Kültür Merkezlerinin bu karşılıksız faaliyetlerden çok memnun oldu.

Bu kuruluş, kanun ve yönetmelikleri asla ihlal etmiyordu.

Gençleri hem bedenen hem de ruhen tertemiz olmalarını temin edecek ortam hazırlıyordu bu kuruluşlar.

Almanya niye memnun olmasın?

Tertemiz bir gençliğin yetiştiği kuruluşlar sosyal yapıya katma değer ilave etmez mi?

Gençliği uyuşturucuya bulaştırmayan kuruluşları hangi yönetim beğenmez?

Ahlaklı ve işini düzgün yapan gençlik beğenilmez mi?

Personelinden öğrencisine tek bir kişinin sigara içmediği bu kuruluşlar sevilmez mi?

Eli temiz, yüzü temiz ve yüreği temiz insanların yetiştiği kuruluşlardan kim rahatsız olur ki?

Alman devlet başkanı elbette böyle kuruluşları ziyaret eder, etmelidir. (devam edecek)