Bu yazıyı, Yavuz Köktaş’ın “Din Tahripçilerinin Türkiye’ye Sızdığı Kanallar” adlı makalemle ilgili olarak size hitaben yazdığı tenkide cevap sadedinde kaleme alıyorum.

Muhterem Okuyucularımız,

Geçen hafta yayınlanan 'Din Tahripçilerinin Türkiye'ye Sızdığı Kanallar' başlıklı yazımıza, her zaman gösterdiğiniz ilgi alakadan çok daha fazlasını göstererek bu konuda ciddi bir kamuoyu oluşmasına vesile oldunuz. Teveccühünüze çok teşekkür ediyorum.

Bu yazıyı birçok dostumuz sosyal medya hesaplarında paylaştı. Onlardan biri de Şükrü Yaşar kardeşimiz idi.

Yavuz Köktaş Bey bu paylaşımın altına bizi haksız eleştiriler yapmakla ve yanlış bir üslup kullanmakla itham ettiği bir yorum yazmış. Bu yoruma aşağıda vereceğimiz linkten ulaşabilirsiniz.[1]

Şükrü Kardeşimiz de 'Yorumunuzun muhatabı benden önce Ali Değermenci Hocamdır, kendisinin cevaplaması daha doğru olur' demiş.

Biz de bunun üzerine bu haksız tenkitlere cevap sadedinde bir yazı yazdık ve ilgili hesapta paylaştık. Niyetimiz meseleyi bu çerçevede tutmaktı. Ne var ki fikrine kıymet verdiğimiz hocalarımız ve dostlarımız, faydalı olacağı kanaatiyle bizi bu yazıyı İstiklal Gazetesindeki köşemize taşımak hususunda teşvik ettiler. Bugün sizinle o yazıyı paylaşıyorum.

Takdir sizlerindir.

YAVUZ KÖKTAŞ'IN TENKİDİNE CEVABIMIZ

Muhterem Şükrü YAŞAR Kardeşim,

Bu yazıyı, Yavuz Köktaş'ın 'Din Tahripçilerinin Türkiye'ye Sızdığı Kanallar' adlı makalemle ilgili olarak size hitaben yazdığı tenkide cevap sadedinde kaleme alıyorum.

Yavuz Köktaş Bey'i tanımam. İsmini duydum, bazı kitaplarını gördüm. İstikameti düzgün bir arkadaş olduğunu biliyordum. Ancak yazımıza dair değerlendirmesi beni epey şaşırttı; bunu kendisine hiç yakıştıramadım.

Neden mi? Çünkü bu yorumda -bilgi noksanlığından kaynaklanmış olacak ki- ciddi yanlış ve çelişkilere düşülmüş.

Keşke bizi arayıp istişare yoluna başvursaydı. Bu çok daha hayırlı olurdu. Neyse, nasipte bu şekilde iletişim kurmak varmış.

Arkadaşımız bizi TGRT grubuna mensup göstererek üslubumuzu tenkit ediyor. Hem kendisinin merakını gidermek hem de bu yorumu okuyup bir şekilde meseleden haberdar olan kardeşlerimizi doğru bilgiyle tatmin etmek adına birkaç kelam etmeyi lüzumlu görüyorum:

Biz söz konusu yazımızda sadece durum tespiti yaptık; delillere ilerleyen yazılarımızda yer vereceğimizi, çizdiğimiz çerçeveyi bu delillerle dolduracağımızı yazıda birkaç kere tekrarladık. Delilsiz konuşmayacağımızı; itham, iftira, yalan, hile, saptırma gibi ilim ahlakına yakışmayan yollara tevessül etmeyeceğimizi de altını çize çize ekledik. Hal böyleyken asıl itham, bizi ithamda bulunmakla suçlamak olsa gerektir.

Yavuz Bey üslubumuzun yumuşak olmadığından şikayet ediyor. Eğer İslam'ın bidat, tahrifatlar ve bunları yapanlar karşısında takındığı tavrı bilseydi, bizim neden yumuşak bir edayla değil de kesin ve net hatlarla konuştuğumuzu anlardı.

AİDİYETİMİZ

Onun bizi ilişkilendirmeye çalıştığı TGRT camiasındaki güzide kardeşlerimizi sevmekle beraber, bu camiadan olmadığımızı bizi tanıyan dost düşman herkes bilir.

Ama burada asıl mesele, onun, M. Görmez'i tenkit edenleri ille de TGRT grubuna dahil etmeye çalışmasındaki tutarsızlıktır. M. Görmez'i sadece TGRT grubu mu tenkit etti? Üstelik Yavuz Bey bu yaklaşımıyla kendisiyle de çelişmiş oluyor. Çünkü Görmez'in iki kitabına tenkit getirdiğini kendisi söylüyor. O zaman soruyoruz: Acaba kendisi de mi bu camiadan? İlim adamı peşin hükümlü olmaz; fikre fikirle cevap verir. İslam itikat esaslarını savunmak her Müslümanın vazifesidir.[2]

Hangi gruba intisabımız olduğunu merak ediyorsa söyleyeyim:

Yolumuz ehl-i sünnet ve'l cemaat yoludur. Hanefi - Maturudi çizgideyiz. Ehl-i sünnet ve'l cemaat mensubu bütün kardeşlerimiz canımız, ciğerimizdir; gözümüzün nurudur. Bidat ve dalalet fırkalarının mensuplarına bakışımız ise hidayetlerine dua etmektir. İnancımızın gereği, sapkınlıklara, akaid ihlallerine müsamahamız yoktur.

Beyefendi 'yumuşak' bulmasa da, biz duruşumuzdaki ciddiyetten asla taviz vermeyeceğiz. Manevi ve milli bir yangının sebeplerine inmek ve koca bir milletin gözümüzün önünde akamete doğru sürüklenişini durdurmak adına takatimizin yettiği katkıyı yapmak için bu böyle olmak zorundadır. Yazımızda adı geçen hiç kimseye şahsî bir husumetimiz yoktur ve olamaz.

MEHMET GÖRMEZ MESELESİ

Yavuz Bey yazıda kendisinden bahsedilen şahıslar içinde en ılımlılarının Mehmet Görmez olduğunu söyleyerek ona haksızlık yaptığımız mesajını vermeye çalışıyor.

Heyhat! Kendi ifadelerinden öğrendiğimize göre, iki kitabına tenkit getirdiği halde hala bu şahsı tanıyamamış olması son derece şaşırtıcıdır. İmkan olsa da yüz yüze gelsek, kendisine bir çırpıda Mehmet Görmez'in yirmi büyük yanlışını sayarım; hiçbirine itiraz edemez. Bu yanlışların çoğunun akaid ihlali olduğunu anlamıştır sanırım. Arkadaşımız, Mehmet Görmez konusunda ya çok habersiz ve bilgisiz kalmış ya da onun yaptıklarına göz kırpıyor. Biz hüsnüzan ederek birinci ihtimal üzerinde duruyoruz. Vakti gelip de meseleler delilleriyle ortaya kondukça arkadaşımızın nasıl mahcup olacağını düşünmek bile istemiyorum.

İŞLER DIŞARIDAN KURGULANMIYORMUŞ…

Yavuz Bey Türkiye'deki bidat ve tahrifatçıların dışarıyla bir bağlantıları olmadığını, eleştirilebilecek bazı fikirlere münferit olarak kapıldıklarını ifade ediyor.

Doğrusu bu yaklaşımda çok ciddi arızalar var. Bir kere bugün artık bir ülkeyle sınırlı kalmış kültür hemen hemen yok gibidir. Dünya adeta küçük bir köy haline gelmiş; doğu - batı, kuzey - güney birbirinden etkilenmiştir. Kültürel etkileşimin varlığını -hele Türkiye için- göz ardı etmek hiç gerçekçi değildir.

Kaldı ki M. Görmez yurtdışına çıkışını, oradaki kütüphanelere duyduğu hayranlığı, yardımcısı M. Emin Özafşar'la birlikte bavul bavul fotokopi toplayarak Türkiye'ye döndüklerini röportajlarında kendisi anlatıyor. Ne dersiniz, acaba bu bavullar dolusu fotokopilerde neler yazıyordu?

Yavuz Bey'in anlamadığı veya anlamak istemediği şey şudur: Bidat ve tahrifat için ajanlık görevi almış olmak şart değildir. Bir kimse, bizden olmayanların ortaya koyduğu ve sürdürdüğü, mukaddesatımıza kast eden bir misyona hizmet ediyorsa, o onların adamıdır. Ajanlık gizlilik gerektirir; burada gizliliğe gerek de yoktur.

  1. Görmez'in neye hizmet ettiğini -başka yere başvurmadan- kendi yazıları, kitapları, konuşmaları ve organize ettiği faaliyetler üzerinden anlamak mümkündür. Bu husus itham, iftira, yalan, saptırma denilip yok sayılamayacak kadar açıktır. Arkadaşımız bekleme sabrını gösterirse, sırası geldiğinde bunların bir kısmını yazılarımızda okuyabilir.

KESİN BİLGİYE SAHİP DEĞİLSEK SUSMAK GEREKTİĞİ

Yavuz Bey bize bir ahlak dersi de vererek (!) kesin bilgiye sahip olmadığımız konularda susmak gerektiğini söylüyor. Doğrusu Müslümanların birbirine hakkı tavsiye etmesi güzeldir ve bizi memnun eder. Ama yukarıda belirttiğimiz gibi, bizim ulaştığımız bilgiler kesin ve nettir. Dolayısıyla bu prensip bizim için işletilemez. Arkadaşımıza gelince; gerek bizimle gerekse de M. Görmez'in ortaya koyduğu müktesebatla ilgili kesin bilgiye sahip olmadan konuşması dolayısıyla, tavsiyesini kendisine havale ederiz.

İTHAMLAR MI VAR?

Yavuz Bey yazımızda ciddi ithamlar olduğunu söylüyor. Buna şaşmamak mümkün değil.

Mehmet Görmez'in Fazlurrahman'ın tarihselci görüşünü savunduğunu, Fazlurrahman'ın ise bu projeyi Macar Yahudilerinden Goldziher ve Alman Yahudilerinden Schacht'tan aldığını söylemek mi ithamdır?

Hüseyin Atay'ın açıkça dinde reform talep ettiğini, buna dair kitap yazdığını, İslam'ın 46 meselesini değiştirmek istediğini beyan etmek mi ithamdır?

Ebu Zeyd'in Kuran'ın Allah kelamı olduğunu tartışmaya açan kitabını Türkçeye tercüme edenin, eski İstanbul Müftüsü M. Emin Maşalı olduğunu yazmak mı ithamdır?

Hayır; o yazıda yapılan tespitlerin hepsi gerçektir. Ne çare ki delilleri de aynı yazıda sunmak mümkün olamadı.

Bunları yazmak itham değildir, bilakis bu gerçekleri gizlemek, milletin manevi ve milli değerlerinin çöküşüne seyirci kalmak cürümdür.

Bir şeye itiraz eden kimse, aksini ispat edemediği müddetçe iddiaları ilmî bir kıymet ifade etmez.

BOP VE ILIMLI İSLAM PROJESİ MESELESİ

Yavuz Köktaş, Ilımlı İslam meselesinde de bir saptırmaya imza atıyor.

Biz yazımızda Ilımlı İslam Projesinin BOP'un dinî ve kültürel ayağı olduğunu ve bazı ilahiyatçıları etkisi altına aldığını söyledik. Yavuz Bey ise 'Yazıda BOP ilahiyatçılara bağlanıyor' diyor. Biz ne dedik, arkadaş ne diyor.

Eğer BOP bünyesinde yürütülen Ilımlı İslam Projesinin varlığından yana bir şüphesi varsa, biz kendisine bu projeye dair bir raporun hem İngilizcesini hem Arapçasını hem Türkçesini hatta Türkçesinin de özetini gönderebiliriz.

Konuyu Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkilendirmesinin ise çok çiğ ve yakışıksız kaçtığını açık açık söylemek isterim. Güya biz bu ifadelerle Sayın Tayyip Erdoğan'ı ima etmişiz.

Ne kadar da cahilane, nasıl da mesnetsiz bir iddiadır bu!

Bizi T. Erdoğan'a muhalif göstererek pasifize etmek istiyor.

Bizim Sayın Cumhurbaşkanıyla neredeyse yarım asır öncesine dayanan tanışıklığımız, sohbetimiz var. Seksenli yıllarda Necip Fazıl'ın arkasında, MTTB döneminde, belediye başkanlığı ve akabinde Kırklareli'ndeki hapishane günlerinde kendisiyle hep irtibat halinde idik. Biz ona ima ile konuşmayız. Konuşacaksak açık, net, dobra, lafı dolandırmadan, eğip bükmeden, gereği gibi konuşuruz. Biz bukalemun gibi araziye uyanlardan değiliz. Şahsî çıkar için yağcılığa da tenezzül etmeyiz.

Yazılarımızda ülkemizin içinde bulunduğu, yangına benzettiğimiz manevi ve milli felaketi resmetmeye çalışırken, 'siyasi irade' diyerek zaman zaman yetkililere mesajlarımızı göndermekteyiz. Korkacak, çekinecek bir şeyimiz yoktur. Fırsat bulduğumuz durumda ister sözlü ister yazılı olarak raporumuzu vermeye de hazırız.

Biz suç işlemiyoruz. Manevi ve milli kimliğimizin altını oyup içini boşaltarak bizi Endülüsleşmeye doğru sürükleyen gidişata dur denmesini istiyoruz. Bunu yapmak bizim manevi ve milli vazifemizdir.

Bu konuda biz ne kadar hassas isek, milletin ve devletin başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımız da elbette o kadar hassastır. Ama ola ki yoğun gündemi ve ağır yükü sebebiyle vahametin boyutlarını tam olarak bilememiş olabilir; bir insan olarak onun da bilgilendirilmeye ihtiyacı vardır.

Evet; belki de tarih boyunca hiç olmadığı kadar büyük bir manevi badirenin içine düştüğümüz gerçeği, bütün dehşetiyle Sayın Cumhurbaşkanımıza acilen anlatılmalıdır diye düşünüyorum.

Hiç kimse Sayın Cumhurbaşkanımızı şahsî kaprisleri uğruna kullanmaya kalkmasın! Bunu yutmayız. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımızın samimi, dürüst ve faydalı işlerde kendisine yardımcı olacak insanları sevdiğine, başka hesaplar peşinde koşanlardan ise hiç haz etmediğine inanıyoruz.

'ELEŞTİRELİM AMA ÖLDÜRMEYELİM'

Yavuz Bey ilim hikmet dolu (!) bir cümleyi de böyle kurmuş:

'Eleştirelim ama öldürmeyelim.'

Heyhat! Mukaddesata yapılan saldırıları gündem etmek ne zamandan beri insan öldürmek anlamına geliyor? Tam tersi, yapmaya çalıştığımız, tahrifat ve bidat cereyanlarına kapılanların kurtuluşu adına dostane bir yaklaşımla ihyaya yönelik uyarıdır. Niyetimiz bu olduğu içindir ki yazımızı şu cümlelerle bitirmiştik:

'Duamız ve temennimiz, felaket halini alan bu yanlışlara şu veya bu şekilde bulaşanların bundan vazgeçmeleri, telafi yolları aramaları, Allah'a tevbe edip milletten de özür dilemeleridir.'

Arkadaşımıza son diyeceğim şudur:

Biz kendi tanımlamasından hareketle Yavuz Bey'i ehl-i sünnet ve'l cemaatin samimi bir müntesibi zannediyorduk. Öyle olmasını arzu eder, buna dua ederiz. O halde kendi selameti için safını iyi belirlesin, çelişkili, yalpa yapan tutum ve davranışlardan kaçınsın deriz, acizane…

Allah hepimize doğru istikamet nasip eylesin.

[1] https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=5145622918816195&id=100001056126166

[2] Sosyal medya paylaşımında yer almayan bu paragraf, yazıya sonradan eklenmiştir.