“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr:10.)

'Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.' (Haşr:10.)

Yazının başlığındaki 'Sonradan Gelenler' ifadesi, yukarıda meali verilen ayet-i kerimeden alınmıştır. Bu ayette sonradan, yani sahabenin arkasından gelenlerin, öncü olan sahabeyi nasıl yad edeceği anlatılmaktadır.

Bu manayı genelleştirilip bizden önce yaşamış ve İslam'a hizmet etmiş diğer bütün nesilleri de sahabeyle birlikte ayetin kapsamı içinde değerlendirmemizin önünde bir engel yoktur.

Bu ayette bize verilen mesaj, müminlerin -hataları olsa da- birbirlerine sevgi, şefkat, merhamet ve hüsnüzanla yaklaşmaları; Allah'ın affına ve merhametine nail olmaları için birbirlerine dua etmeleri gerekliliğidir

Bir evvelki yazımızda Kuran'ın sahabe konusundaki yaklaşımını vermiş, Kurancılar denen zümrenin bu yaklaşıma ters düşerek Kuran'la nasıl çeliştiklerini anlatmıştık.

Burada küçük bir parantez açarak bir üzüntümü sizinle paylaşmak isterim:

Keşke bu sapkın zümre hakkında 'Kurancılar' tabiri kullanılmasaydı…

Ne çare ki onlar İslam'ın içini boşaltmaya çalışırken kendilerini 'Biz Kurancıyız, Kuran'a bakarız, Kuran'ı esas alırız' şeklinde tanıttıkları için, biz de onlara cevap verirken Kurancılar tabirini kullanmaya mecbur kalıyoruz. Gerçekte ise bunlar Kurancı falan değil, kelimenin tam anlamıyla 'Kuran tahrifçileri'dirler. Nitekim biz bu gerçeği 'Kurancıların Kuran'la Çelişkileri' başlıklı yazımızda ortaya koymuştuk.

Bu yazıda Muhacir ve Ensar'dan oluşan, İslam'daki ilk ve öncü toplum (sabigûnî evvelîn) olan sahabe toplumunun, yani Hz. Peygamberin (s.a.v.) arkadaşlarının Kuran'da başka ayetlerde nasıl anlatıldığına ve onlardan sonra gelenlerin özelliklerine nasıl işaret edildiğine vurgu yapacağız.

Çerçevenin netleşmesi için şu ayetleri mealen aktaralım:

'Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte sadık (doğru yolda) olanlar bunlardır.

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.

Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.' (Haşr: 8-10.)

Görüldüğü gibi Haşr: 8'de ilk Müslümanlar olan Mekkeli ashabın yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılıp hicret etmeye mecbur bırakıldıkları, muhacir oldukları; müşrikler tarafından kendilerine yapılan bu eziyetlere ve çektikleri mahrumiyetlere katlanarak Allah'ın lütuf ve rızasını aradıkları, Allah'a ve Resulüne (İslam'a) hizmet ettikleri anlatılıyor. Onların 'sadıklar' olduğuna vurgu yapılıyor.

Haşr: 9' da Medineli ashab, yani Ensar anlatılıyor.

Ensar 'yardım edenler' demektir. Medineli Müslümanlar Mekke'den hicretle gelen muhacir kardeşlerine gönüllerini ve kucaklarını açtıkları için Ensar vasfını kazandılar. Onlar muhacir kardeşlerine sevgi beslerler, onlara verilenlerden nefislerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile muhacir kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. Ayetin sonunda Ensar üzerinden verilen 'nefsinin tamahkarlığından, hırsından (cimriliğinden) kurtulan imanlı kimselerin kurtuluşa ve saadete ereceği' mesajı çok önemlidir.

Gerçek şu:

Muhacir ve Ensar'ı ne kalemler ne de diller gerektiği gibi anlatamaz. Onlar hakkında şu tespiti rahatlıkla yapabiliriz ki, tarih ahlak seviyesi başta olmak üzere tüm insani değer ve ölçülerde zirve olan böyle bir topluma daha şahit olmamıştır. Peki, acaba sahabeyi zirveye taşıyan sebep nedir?

Bu sebep onların mualliminin Resulüllah (s.a.v.) olması, onları vahyin nuru ve disiplini ile eğitmiş olmasıdır. Bu yüzden ashab insanlığın ve özellikle de müminlerin en güzel örneğidir. İslam'da müşahhaslık / somutluk dendiği zaman akla önce Resul-i Ekrem (s.a.v.) sonra da sahabe-yi kiram gelmelidir. Zaten bütün İslam ümmeti Hz. Peygamberi ve sahabe toplumunu ideal örnek kabul eder. Her kim bu müşahhas örnek gerçeğine ters düşerek kendi başına birtakım yollar icat etmeye kalkarsa doğru yoldan sapmış demektir.

Bu yazıda vermek istediğimiz asıl mesaj ise Haşr: 10'dadır.

Bu ayette ashabdan sonra gelenlerin onları nasıl anacağı ve onlara bakışının nasıl olacağı anlatılır.

Ayette sonradan gelenlerin dualarında kendileriyle beraber kendilerinden önce iman edenlerin de bağışlanmalarını ve onlara karşı gönüllerinde hiçbir kin olmamasını istemeleri ne kadar da anlamlı ve heyecan verici bir inceliktir. Ve bu, ilahi rahmete vesile bir yaklaşımdır.

Kuran bize işte bunu öğretir. Nitekim böyle bir duanın rahmete vesile olduğuna işaret, ayet olarak gelen duanın sonundaki şu ifadedir:

'Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.'

İşte bu ayet-i kerime -bizim de içinde olduğumuz- sonradan gelen Müslümanlara, sahabeyi nasıl anacaklarını öğretiyor.

Onlar da birer insandı, hata yapmış olabilirler. Bizim görevimiz onların hatalarını araştırmak değil, bağışlanmalarını istemektir; Kuran bize bunu öğretiyor.

Kuran'ın bize öğrettiği bir diğer ölçü de, kalplerimizde onlara karşı hiçbir kin, gayz, nefret olmamasıdır. İşte tarih boyunca bu ölçüyü ortaya koyup sahabe anlayışını Kuran ve Sünnet istikametinde temellendiren tek yol, ehl-i sünnet ve'l cemaattir.

Göz yaşartan, kalpleri rikkate getiren şu incelik ve heybet karşısında iman coşmalı, azim ve gayret harekete geçmeli iken, Kurancı denen zümre ne yapıyor? Sahabenin de içinde olduğu bütün İslami birikimi 'gelenek' yaftası altında bir çırpıda silip atıyor ya da en azından itibarsızlaştırıyor. Bu, vefasızlığın ötesinde bir sapkınlık değil midir?

Her şeylerini Allah yolunda feda eden sahabenin 'sonradan gelenler' tarafından tartışılması, sonradan gelenlerin onların Allah yolunda yürürkenki ihtilaflarını dillerine dolamaları, kendilerini hakim - savcı yerine koyarak onları mahkeme etmeye kalkışmaları çok büyük bir hadsizlik olup, aynı zamanda Kuran ve Sünnet ölçülerine ters düşmek demektir.

Acaba Kurancıların küçümsedikleri, insafsız tenkitlere maruz bıraktıkları 'gelenek' kavramının içinde neler var, bir bakalım.

Ta ki Kurancı denen taifenin neyi hedef aldıkları ve neden mahrum ve uzak oldukları anlaşılsın.

Bakalım gelenek kavramı içinde neler var?

1- Sahabe-yi kiram (Muhacir ve Ensar)

2- Tabiin (Sahabeye uyup onların yolunda gidenler)

3- Tebaitabiin (Tabiine uyanlar, dolayısıyla sahabeye de uymuş olanlar)

4- Müçtehit imamlar, fakihler. Yani itikatta mezhep imamları, amelde mezhep imamları ve bunlara tabi olan ulema toplumu.

5- Muhaddisler. Hayatlarını hadis ilmine vakfetmiş ve bu konuda derinleşmiş hikmet erbabı alimler.

6- Müfessirler. Resulüllahın (s.a.v.) ve sahabenin Kuran'ı anlama metoduyla, bu ilmin bütün şartlarına uyarak onu 'nakil' esası üzerine oturtan Tefsir alimleri.

7- Kelam alimleri. Felsefe batağına düşmeyen, aklını Kuran ve hadis rehberliği ile terbiye edip felsefecilerin de yanlışlarını ortaya koyan, İslam'ın hikmet yönünü ispat eden muhakkik ve müdekkik alimler.

8- Ehl-i Kuran diye vasfedilen, Kuran'ı zahir ve batın bütünlüğünü dikkate alarak en güzel şekilde okuyan kıraat alimleri

9- Mutasavvıflar. İslam'ın ilm-i ahlak denen kalbî boyutunu bilen, her mümine farz-ı ayın olan nefis terbiye ve tezkiye metodlarını geliştiren Allah dostları, veliler, arifler, mürşid-i kamiller ve onlara uyan, Hakka talip salikler, Allah yolunun tüm yolcuları… (Tasavvuf esasen nübüvvetin devamı olan velayetin müesseseleşmesini, ilmî bir disiplin haline getirilmesini temin eden görüş, yaşayış ve hal yoludur.)

10- İslam'ı korumada görev alan İslam orduları, askerler, İslami literatürle söylersek 'mücahidler' ve tarih boyunca bu yolda canını feda eden milyonlarca şehitler.

11- İslam'a gönül vermiş tüm samimi ve ihlaslı müminler, Müslümanlar, topyekûn İslam ümmeti…

İşte kendilerine Kurancı denenler, sayılan tüm bu toplulukları, kadroları ve dolayısıyla on dört asırlık İslam müktesebatını, ortaya konan on binlerce eseri 'gelenek' diyerek küçümsüyor, insafsızca tenkit ediyor, hatta kaldırıp atıyorlar.

Heyhat! Cahil cesur olur derler ya, bunlar cehaletin de ötesinde kör, sağır ve nasipsiz adamlar…

Şirke batmış Avrupa'nın çöplüğünde mücevher arıyorlar.

Müsteşrikleri mürşid edinmişler, bilimsellik adı altında onların tekerlemelerini söylüyorlar. Yahudi ve Hıristiyan olan o adamları iyi niyetli, dürüst zannedip oyunlarına geliyorlar. Kuran'ın onlar, yani ehl-i kitap hakkındaki beyanlarını hiç mi hiç dikkate almıyorlar.

Halbuki Kuran onlar hakkında biz müminleri uyarıyor, 'Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin, onlar sizi imandan sonra çevirip kafir yaparlar' diyor. (Bak: Maide: 51, Âl-i İmran 100.)

Yine ehl-i kitabın hakla batılı karıştırıp müminleri saptıracaklarını söylüyor. (Bak: Âl-i İmran: 67 - 71.)

Okuyucularımıza Kurancı denen zümrenin Kuran'la nasıl çeliştiklerini başka yazılarımızda da gündem etmeye devam etme sözü vererek diyoruz ki Kurancı denen bu zümre Kuran'da asla samimi değildir. Dahası Kuran'la çelişki ve hatta çatışma halindedir. Biz yine de onlara hidayet dileyelim ve ayıkmaları için dua edelim.