5 Nisan 2022’de başladığımız, yani yedi buçuk aydan bu yana hemen her hafta bir makale ile devam eden, “İslam’ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar” adlı yazı serimize dair, sizlerle hasbihal niteliğinde bir değerlendirme yapmanın faydalı olacağını düşündük.

Muhterem okuyucularımız,

5 Nisan 2022'de başladığımız, yani yedi buçuk aydan bu yana hemen her hafta bir makale ile devam eden, 'İslam'ı İmha Yolunda Döşenen Taşlar' adlı yazı serimize dair, sizlerle hasbihal niteliğinde bir değerlendirme yapmanın faydalı olacağını düşündük.

Evveliyetle böyle hayatî bir konunun gündem edildiği bu seriye gösterdiğiniz yoğun ilgi ve hassasiyete çok teşekkür ediyorum, Allah hepinizden razı olsun.

Ortaya konan gerçekler karşısında imanının ve mesuliyet hissinin gereği olarak bizzat telefonla arayan, mesaj gönderen, yazımızın altına yorum yazan kardeşlerime ayrıca minnettarım.

On binleri aşan sessiz kitleyi oluşturan okuyucularımın hayret, üzüntü ve kalbî tepkilerini de biliyor, hissediyorum. Onlara da gönülden selam ve muhabbetlerimi arz ediyorum.

Bu ilgi ve hassasiyetin saf, temiz ve köklü bir imanın tezahürü olduğundan şüphemiz yoktur.

Henüz kendilerine ulaşamadığımız kardeşlerimizin de bu yazılarda anlatılan meselelerden haberdar olduklarında aynı tepkiyi ortaya koyacağına gönülden inanıyoruz.

1- Bu Serideki Yazılarımızda Takip Ettiğimiz Usûl, Tarz ve Metod

Siz kıymetli okuyucularımızın da şahit olduğu üzere, bu seride ele aldığımız meselelerin delillerini hep net bir şekilde takdim ettik. Mesnetsiz, afaki, ayakları yere basmayan hiçbir iddiada bulunmadık; İtham, iftira gibi ilim ahlakıyla bağdaşmayan yollara asla tevessül etmedik. Yanlışları bizzat sahiplerinin söz, yazı ve fiilleriyle ortaya koymaya çalıştık. İlmî usûl ve üslubun dışına çıkmadık.

Gelen yorum ve mesajlardan anlıyoruz ki, bu yaklaşım tarzımız ayrıca takdir toplamıştır.

2- Ortaya Çıkan Vahim Durum

Yedi buçuk aylık bir zaman dilimini kapsayan bu yazılarımızı, baştan sona bu geniş yelpaze içinde değerlendirdiğimizde, manzaranın son derece vahim olduğu açıktır. Bütün plan ve projelerin, vahiy kaynaklı yegane hak din olan yüce dinimiz İslam'ın imhasına yönelik olarak geliştirilip devreye konduğu ortadadır. Söz konusu bu plan ve projelerin hedefine ulaştığı farz edilirse, insanlık için ne dünyada huzur ne de ahirette kurtuluş imkanı kalmaz.

Ama yüce Rabbimize şükürler olsun ki, o bu dini koruyacak, tahrif, tahrip ve reform hareketlerinden hıfz u himaye edecektir. Ancak sünnetullah gereği O, dininin korunmasında kullarının hak istikamette mücadelesini ve say u gayretini görmek ister; bu meyanda onları dener. İşte bizi bu ulvi mücadeleye sevk eden amil budur.

3- İslam'ı Vaz'eden Yüce Allah'tır (c.c.)

Burada şu gerçeğin altını önemle çizmek gerekir:

Bu seri boyunca yaptığımız araştırma ve çalışmalarda, vaz'edeni Allah olan, vahiyle sabit; 'muhbir-i sadık' olan Allah Rasûlü (s.a.v.) tarafından hakkıyla tebliğ edilen ve en mükemmel örneklikle hayata geçirilen yegane hak din İslam'ın safiyet ve ulviyetini hedef alan pek çok beşerî müdahale teşebbüsüyle karşılaştık.

Allah'ın nizamı olan yüce İslam, iman edenlerin tam teslimiyetini, fikrî ve amelî manada kul takati neyi gerektiriyorsa onun ortaya konmasını ve hepsinden önemlisi bu yolda ihlas ve samimiyetle yürünmesini emreder. Kitap ve Sünnet ölçülerini ihlal eden her türlü beşerî müdahalenin 'tahrif' anlamına geldiğini önceki kitapların başına gelenlerden misaller vererek öğretir.

'Dinde reform' esasen açık bir tahrif girişimidir. Kimi tahrifatçılar gemi iyice azıya alarak, bu 'dinde reform' tabirini açıkça kullanırlarken, birçoğu bu yöndeki talep ve teşebbüslerini 'rönesans', 'tecdid / yenilenme' 'ihya', 'içtihat' gibi daha farklı, daha cazip (!) kelimelerle kamufle etmeye çalışırlar. Bu tuzağa düşülmemelidir. Bunlar hep oryantalist taktiğidir.

Keza 'Dinlerarası Diyalog', 'İbrahimî Dinler', "Ilımlı İslam", 'tarihselcilik', 'sünnet / hadis dışlayıcılığı', 'dini modernizm', 'tevhid-i edyan / dinlerin birleştirilmesi' ve 'hümanizm / insancıllık dini' gibi hezeyanlar da hep batı menşeylidir.

Bunların hepsi de İslam'ın tevhid akidesini zaafa uğratmaya ve hatta hepten ortadan kaldırmaya yönelik menfur teşebbüslerdir. Hedef, Müslümanların cehaletinden istifadeyle, mahiyeti tamamen bozulup başkalaştırılmış, fakat adı İslam olmaya devam eden yeni bir dini tedavüle sokmaktır. Böyle bir din anlayışının ne dünyada ne de ahirette hiçbir fayda sağlamayacağı bilinmelidir. O nedenle İslam'ın tevhid akaidinin korunması, biz Müslümanlar için hayati önem taşımaktadır.

4- Akaid Bozulursa…

Kitap ve Sünnet'ten kaynaklanan akaid ilkeleri İslam'ın hayat damarlarıdır. Bütün İslami hükümler temelde itikat ilkelerine istinat eder. İmandan sonra gelen ibadet ve muamelat sahaları, İslam'ın kalbî boyutu demek olan ahlak / tasavvuf sahası hep itikat ilkelerinden beslenir. Bundandır ki, akaidi bir noktada ihlal, bütün İslam'ı inkar ve ihlal sonucunu doğurur.

Akaid bozulursa ilim, amel ve ihlasın da bir anlamı kalmaz. Çünkü bunlar da akaid eksenlidir. İnsanı küfre düşürecek bir söz, bir yazı veya fiil, bütün dinî gayretleri bir çırpıda siler ve yok hükmüne getirir. Tıpkı bilgisayarın silme tuşuna basılması gibi. Yazarken yüzlerce, hatta belki binlerce kere tuşa basarsınız. Ama silmek için ikinci bir hamleye gerek yoktur, tek tuş yeterlidir. Şu ayetler amelleri boşa gidenlerden haber verir:

'Onlar ki; dünya hayatındaki çabaları boşa gittiği halde, gerçekte iyi şeyler yaptıklarını sanırlar.' (Kehf: 104)

'Kafirlerin amellerinin (durumu), düz bir arazideki seraba benzer. Susuz kişi onu su zanneder. Sonunda oraya varınca hiçbir şey bulamaz…' (Nûr: 39)

'…Bunlar, iman etmemişlerdir, Allah da amellerini boşa götürmüştür. Bu, Allah için çok kolaydır.' (Ahzab: 19)

Bu ve benzeri ayetlere istinat eden akaid ilkelerine göre, küfürde olanların, küfre düşenlerin (İslam dairesi dışına çıkanların) amelleri mahşerde değerlendirmeye alınmaz. Onlar, küfürlerinin şiddetine bağlı olarak azaba çarptırılırlar. Ahirette hesap, kitap ve mizan iman sahibi olan müminler içindir.

Bu sebeple dinin temel kuralları demek olan akaidi korumak, hayatî önem taşımaktadır.

Ne vahimdir ki yukarıda sözünü ettiğimiz menfur projelerin hepsi akaidi tahrif etmek üzere planlanmıştır.

Akaid dinde, vücuttaki kalp ve beyin gibidir. Bunların arızalanması hayat fonksiyonlarını tamamen felce uğratır.

Yahut akaid bir binanın, üzerine oturduğu temel gibidir. Temeli çürük olan binanın ayakta kalması da mümkün değildir.

Veya üçüncü bir misalle akaid bir ağacın kökleri gibidir. Kökü kuruyan bir ağaç yeşererek hayat bulamaz.

İşte bu misallerden anlaşılacağı gibi, akaidi bozulmuş bir İslam tasavvurunun dünyada huzur ve mutluluk, ahirette felah / kurtuluş getirmesi mümkün değildir. Bu, Müslümanların karşı karşıya kalabilecekleri en büyük tehlikedir.

5- Kuran'ın Müminleri Uyarması, Ehl-i Kitaba Uyulursa Ne Olur…

Yukarıda bahsettiğimiz İslam'da Reform, İslami Rönesans, İslam modernizmi, tecdid gibi zihniyetler, hep bu yegane hak dini tahrife götüren modern putlardır.

İslam düşmanlığını güya bilimsel kılıfa sokan oryantalistlerin ortaya koydukları projelerin hepsiyle hedefledikleri, İslam'ı tahrif etmek, asliyet ve safiyetinden uzaklaştırmak, Müslümanları da kendileri gibi küfre düşürmektir.

İşte tam da bu noktada Kuran bizi özellikle ehl-i kitap denen Yahudi ve Hıristiyanların İslam'ı tahrif etme girişimlerine karşı uyarmaktadır.

Yüce Allah'ın kelamı ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) en büyük mucizesi olan Kuran, ehl-i kitap denen Yahudi ve Hıristiyanların, İslam'a ve Müslümanlara karşı kalplerinde gizledikleri düşmanlıklarının gereği olarak, müminleri küfre düşürmek istediklerini haber vermektedir. Bu, başlı başına bir mucizedir. Konuya dair birkaç ayet-i kerimeyi mealen aktaralım:

'De ki: Ey kitap ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah'ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.' (Âl-i İmran: 99.)

'Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kafir etsinler. Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar…' (Bakara: 109.)

'Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?' (Âl-i İmran: 71.)

Az çok tarih bilgisi olan herkes bilir ki, ehl-i kitabın Müslümanlara olan bu düşmanlığı haçlı seferleriyle, misyonerlik faaliyetleriyle, son zamanlarda da oryantalizm çalışmalarıyla hep zuhur edip yaşanmıştır. İşte bu büyük gerçeği haber vermesi Kuran'ın mucizelerindendir.

Kuran ayetlerinde hak ve batıl ayrımı son derece kesin ve nettir. Bazılarının hak ve batıl ölçüsünü dışlayarak, İslam'ın yanında hak din vasfı taşıyan başka birtakım dinler de kabul etmeleri, Kuran'ın geliş hikmetine ve açık mesajlarına taban tabana zıttır. İslam'ın hak oluşu, ondan başka herhangi bir dinin Allah katında geçerli olmayacağı gerçeği ayetlerle sabittir. Bazılarını mealen aktaralım:

'De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.' (İsra: 81)

'Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da (o onun) beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allah'a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!' (Enbiya: 18)

'O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.' (Fetih: 28)

'Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.' (Âl-i İmran: 19)

'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.' (Âl-i İmran: 85)

'…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim…' (Maide: 3)

Yine bu doğrultuda, Âl-i İmran Sûresi 64. ayette ehl-i kitap şirk unsurlarından temizlenerek İslam'a gelmeye çağrılmaktadır:

'De ki: 'Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.' Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun, biz müslümanlarız.'

Ve iman için Allah ve Rasûlüne itaati şart koşan şu ayeti de aktaralım:

'De ki: Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kafirleri sevmez.' (Âl-i İmran: 32.)

Bütün bu ayet-i kerimeler gösteriyor ki, Kuran'ın tespitleri bütün gerçekliğiyle hem tarih boyunca yaşanmıştır hem de günümüzde yaşanmaktadır.

İşte yazı serimiz boyunca gündem ettiğimiz, ehl-i kitabın -günümüz özelinde oryantalistlerin- İslam'a yönelik menfur plan ve projelerinin anlam ve hedefini, bu ayetlerin ışığında ibretle düşünmek gerekmektedir.

6- Oryantalizmin Hedefi

İnanmadığı halde İslami konularda araştırma yapıp ahkam kesmeye kalkışan ve birçok yerli bedbahtı da peşinden sürükleyen Yahudi veya Hıristiyan kökenli oryantalistler, yukarıda anlatılan, Kuran'ın haber verdiği İslam'a suikastın müşahhas temsilcileridirler.

Burada son derece önemli şu iki noktaya dikkat çekmek gerekir.

Birincisi, bu oryantalistler asla iyi niyetli değillerdir. Şayet iyi niyetli olsalardı İslam'ın güzellikleri karşısında iman eder, Müslüman olurlardı.

Neden Müslüman olmuyorlar?

Müslüman olmadıkları halde, inanmadıkları bir dinle ilgili neden bu kadar zahmete katlanarak araştırma yapıyorlar?

Bunun bir sebebi olması lazım. O sebep şudur:

Onların niyetleri, bilimsel çalışma adı altında İslam'ı bozup kendi muharref dinlerine benzetmek, Kuran'ın beyanıyla Müslümanları küfre sürüklemektir.

İkinci önemli nokta da şudur:

Oryantalistler -velev ki iyi niyetli olsalar dahi- iman etmedikçe İslam'ı gereği gibi anlayamazlar. Çünkü iman ilahi bir mevhibedir. Tek başına iman, marifetullah ilminde kalbî idrak sağlar. Bundan mahrum olan bir şahsın nübüvvetin nurunu görmesi, feyzini, bereketini tatması ve verdiği ufku keşfetmesi mümkün değildir. Bu keyfiyetten fersah fersah uzak olan oryantalistleri İslam alimi zannedip peşlerinden koşan nasipsizlere yazıklar olsun.

Onların -oryantalistlerin- İslam'a bakışlarındaki bu çarpıklık ve nasipsizliği, Prof. Ahmet Yücel'in 'Oryantalist Hadis Anlayışı ve Eleştirisi' adlı kitabının Önsözünde geçen şu cümleler ne güzel anlatıyor:

'Hadislerin Hz. Peygamber'le hiçbir ilişkisinin bulunmadığı temel anlayışına dayanan oryantalistlerin kanaatleri, Müslümanların görüşlerinden tamamen farklıdır. Müslümanların araştırmaları Hz. Peygamber'e ait olduğu iddia edilen bilgilerin Ona (s.a.v.) ait olup olmadığını / sıhhatini tespit etmeyi amaçlarken; oryantalistlerin çalışmaları bu bilgilerin Müslümanlar tarafından Ona (s.a.v.) ne zaman nispet edildiğini tespite yöneliktir. Oryantalistlerin hadislerle ilgili kullandıkları temel kavramlarından 'dating of traditions (hadislerin tarihlendirilmesi)' ile kastettikleri budur. Başka bir ifadeyle Müslümanların gayretleri sıhhat tespitine, oryantalistlerin faaliyetleri ise Hz. Peygamber sonrası dönemde hadislerin ortaya çıkış tarihini belirlemeye yöneliktir. Dolayısıyla oryantalistlerin hadislerle ilgili uygulandıkları yöntemler de, kullandıkları kavramlar da Müslümanlarınkinden farklılık arz eder…' [i]

Bu cümlelerden anlaşılacağı üzere, oryantalistlerin hadislere bakışı, daha en baştan onların 'uydurulduğu' kabulüne dayanmaktadır. Yani onlara göre, hadislerin uydurulduğu zaten bellidir ve mesele sadece 'ne zaman uydurulduğunu' tespitten ibarettir. Böyle bir kabulün, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve onun hadislerini anlamaya engel olacağı ortadadır.

Burada şu soruyu sormak mecburi olmuştur:

Peki, niyet ve hedefleri belli olan bu müsteşrikleri üstad kabul eden yerli oryantalistlerin durumu nedir?

Sözü hiç uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, bunları iki cihan felaketi sonucunu doğuracak bir bedbahtlık, rezillik ve rüsvaylık beklemektedir.

Tevhidi bırakıp batı kaynaklı hurafelere, modernizm ve çağdaşlık denen putlara teveccüh eden bu bozuk zihniyet sahiplerine ne kadar acınsa azdır.

Böylelerine hem yollarında gittikleri oryantalistleri tanıtmak, hem de kendi durumlarını anlatmak bakımından, mealen vereceğimiz şu iki ayet-i kerime üzerinde derin derin düşünmelerini tavsiye ederiz:

'Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kafir yaparlar.' (Âl-i İmran: 100)

'Mü'minler, mü'minleri bırakıp inkarcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır. Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü dönüş Allah'adır.' (Âl-i İmran: 28)

7- Nefis Muhasebesi

Değerlendirmemizin bu safhasında küçük bir nefis muhasebesi de yapalım.

Bizim, tevhid akaidini esas alan Müslümanlar olarak, materyalist batı ile tabiri caizse kan uyuşmazlığımız vardır. Batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma gibi tabirler, Hıristiyan ve materyalist batı kültürünü cazip göstermeye matuf kurgu ve yalanlardır. Bunu söylerken kimseye düşmanlık yapmıyoruz. Dinimize, akaidimize kastedenlerin bozuk niyetlerini, menfur plan ve projelerini deşifre etmek amacıyla bunları söylüyoruz.

O halde kendimize gelmeli, yüce dinimize ve onun tevhid akaidine sahip çıkmalıyız. Bunu yapmazsak dünyamız zillet, ahiretimiz ebedî felaket olur.

Ecdadımızı düşünelim:

İslam ve tevhid uğruna milyonlarca şehit vermiş bir milletin evlatları değil miyiz biz? Atalarımız acaba boşuna mı şehit oldular?

Gelecek neslimizi düşünelim. Kendimizi düşünelim.

Allah'ın azabından korkalım. Ona saygı, sevgi, itaat ve teslimiyet gösterelim; kurtuluş yolunu bulan takva sahiplerine uyalım. Böylece dünyamız izzet ve şeref, ahiretimiz ebedî saadet olur.

Sonun başlangıcına geldiğimiz şu zaman diliminde, eğer aklımızı kullanarak uyanmazsak, bundan sonra bizi İsrafil'in suru mu uyandıracak?

Veyahut dinini bozanların maruz kaldıkları dünyevi felaketler; can, mal, izzet ve şerefin gitmesi demek olan muhtemel işgaller mi bizi kendimize getirecek?

Müslümanlar olarak Allah'ın emri gereği, dini nasıl gerekiyorsa öyle yaşamalı, takatimiz neye yetiyorsa ortaya koymalı, bu uğurda mücadele vermeyi varlık sebebimiz ve hayatımızın gayesi olarak görmeliyiz. Unutmayalım ki hak ve adalet, hedefinden zerre kadar sapmadan mahşerde karşımıza çıkacaktır. Şu ayette haber verildiği gibi:

'O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.' (Yasin: 54.)

[1] Prof. Dr. Ahmet Yücel, Oryantalist Hadis Anlayışı ve Eleştirisi, 3. Baskı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2021, s. 11.