Bir evvelki yazımızda delilleriyle ortaya koymaya başladığımız, M. Görmez’in İslam’ın Kuran’dan sonra ikinci kaynağı olan Sünnet ve Hadislere olan sorunlu bakışını anlatmaya bu yazımızda da devam ediyoruz.

Bir evvelki yazımızda delilleriyle ortaya koymaya başladığımız, M. Görmez'in İslam'ın Kuran'dan sonra ikinci kaynağı olan Sünnet ve Hadislere olan sorunlu bakışını anlatmaya bu yazımızda da devam ediyoruz.

Önceki yazımızda konuları işlemedeki genel prensiplerimizle ilgili kısa bir açıklama yapmıştık. Ona ilaveten şunu da ifade etmek isteriz:

Biz yazılarımızda reformist yaklaşımlarla Diyanet'e yön veren, dinde tahrif ve tahrip anlamına gelebilecek eylem ve söylemlerde bulunanların yanlışlarına işaret ediyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi kurum olarak Diyanet asla hedefimiz değildir. Tam tersi biz, Diyanet'in İslamî çizgiden saparak manevi ve milli benliğimize zarar veren menfur yaklaşımlardan korunmasını istiyoruz. Nitekim kuruluş gayesini açıklayan ilk kanun maddesinde de Diyanet İslam dininin doğru olarak anlatılması ve tatbik edilmesiyle yükümlü tutulmaktadır. Bizim bu yazılardaki hassasiyetimiz manevi, itikadî ve milli kimliğimizi korumaya yöneliktir. Dolayısıyla yaptığımız da, bu kimliğimize zarar veren şahısların söz, yazı ve fiillerindeki yanlışları -onların da hayrına olacak şekilde- tahlil etmekten ibarettir.

I- M. GÖRMEZ SÜNNET'İN BİR BEŞERE DAYANDIĞINI İDDİA EDEREK ONU DİNDE DELİL OLMAKTAN ÇIKARMAK İSTEMİŞTİR

Mehmet Görmez'in dini reforma sokmak istediğine dair en önemli işaretlerden biri, 'Sünnet'in, tarih içinde beşerî olanı ilahîleştirme ameliyesine tabi tutulduğunu' söyleyerek, onun (Sünnet'in) 'bir beşere dayandığının unutulmaması gerektiğini' iddia etmesidir.[1]

Burada Sünnet'in beşere (insana) dayandığı ve 'beşerî olanı ilahîleştirme ameliyesine tabi tutulduğu' ifadesinde -Sahabilerden, onları takip eden ulemaya kadar- bütün İslam öncülerine itham ve iftira söz konusudur. Çünkü Sünneti bize aktaran onlardır ve bu söz (haşa) onların Sünnet üzerinde birtakım tasarruflarda bulundukları, ona müdahale ettikleri anlamına gelmektedir.

Dahası bu, Hz. Peygambere (s.a.v.) itaati emreden, onun en güzel örnek ve en yüce ahlak üzere olduğunu haber veren ayetleri de görmezlikten gelmektir. (Haşr: 7, Kalem: 4, Ahzab: 21 vb.)

Evet, Hz. Peygamberin (s.a.v.) 'beşer' olduğu bir vakıadır. Ama o diğer beşerlerden farklı olarak Allah'tan vahiy almaktadır. Şu ayet-i kerime Hz. Peygamberin (s.a.v.) her iki yönüne birden işaret etmektedir:

'De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Fakat bana ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu vahyediliyor…' (Fussilet: 6.)

Ama ne yazık ki M. Görmez Hz. Peygamberin (s.a.v.) ayette geçen beşerî yönüne vurgu yaparken onun vahiy aldığı gerçeğini 'Görmez'likten geliyor. Böyle bir yaklaşım tarzının ayeti parçalamak, ayetteki mana ve muradı saptırmak anlamına geleceği açıktır.

Bu söz, kişiyi Hz. Peygamberin (s.a.v.) Allah'tan vahiy aldığı ve ona göre hareket ettiği gerçeğini inkara götürür. Zira Allahu Teala, Rasûlüne (s.a.v.) Kur'an dışında bir de 'Hikmet'i, yani pek çok alimin beyan ettiği gibi 'Sünnet'i indirdiğini haber vermektedir. Yine Kur'an dışında 'vahy-i gayrimetlüv' adlı bir çeşit vahiy daha olduğu ve Peygamberimizin (s.a.v.) bütün hareketlerinde isabet etmesinin bu vahye bağlı olarak gerçekleştiği de İslamî bir hakikattir. Görmez ise, Hz. Peygamberin (s.a.v.) Hadislerinin, vahy-i gayrimetlüv özelliğini de kabul etmemekte, dolayısıyla Sünnet ve Hadislerin vahiyle olan münasebetini göz ardı ederek, onları sıradan bir beşer sözüne indirgemiş olmaktadır. [2]

Halbuki 'O kendi heva ve hevesinden konuşmaz. O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir.' (Necm: 3–4.) ve '…Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının…' (Haşr: 7.) ayetlerinin, Sünnet ve Hadisleri de içine aldığı muteber tefsirlerde izah edilmektedir.

Keza Erike Hadisi diye bilinen Hadis-i Şerifte de Sünnet ve Hadislerin dinde hüküm ifade ettiği açıkça beyan edilmektedir. Hadis, mealen şöyledir:

'Haberiniz olsun ki, bana Kur'an ve onunla birlikte bir o kadar benzeri daha verildi. Dikkatli olun ki, koltuğu üzerindeki karnı tok bir adamın, 'Size şu Kur'an yeter, Onda helal olarak bulduğunuzu helal bilin, haram olarak bulduğunuzu da haram bilin' diye konuşması oldukça yakındır. Haberiniz olsun ki Allah Rasûlünün haram kıldığı şeyler, Allah'ın haram kıldığı şeyler gibidir...' [3]

Bu Hadis-i Şerif de Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünnet ve Hadislerinin dinde hüküm ifade ettiğini göstermektedir.

Ama geçen haftaki yazımızda Ahmet Gelişgen'den aktardığımız değerlendirmede geçtiği gibi Görmez, Özafşar'ın 'Sahabenin uydurduğu' yönündeki iddiasına atıfla Erike Hadisini de kabul etmemektedir.

Bu ayet ve hadisler gün gibi ortadayken Hz. Peygambere (s.a.v.) sıradan bir beşer muamelesini reva görmek, olsa olsa dinin ikinci kaynağını itibarsızlaştırmaya yönelik bir yaklaşım olabilir.

II- GÖRMEZ'İN 'SÜNNET VE HADİSİN ANLAŞILMASI VE YORUMLANMASINDA METODOLOJİ SORUNU' ADLI KİTABINA GENEL BİR BAKIŞ

Mehmet Görmez'in doktora tezi olan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1995 yılı 'İslam Araştırmaları Ödülü'ne layık görülen 'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu' adlı kitabı, onun Sünnet konusuna nasıl baktığını gösteren önemli delillerden biridir.

Her şeyden önce kitaba ad olarak seçilen 'Metodoloji Sorunu' tabiri, duyan / okuyan herkeste, sanki ortada Sünnet ve Hadislere dair bir sorun varmış gibi bir çağrışım yapmaktadır. Onun bir başka çalışmasının, bir tebliğinin adı da 'Hadislerde Delalet Sorunu' şeklindedir.

Bu, şüphesiz ki bilinçli bir tercihtir ve dahası 'Metodoloji Sorunu' tabiri, Mehmet Görmez'in üstadlarından olan Fazlurrahman'a aittir. Nitekim Fazlurrahman'ın Türkçeye çevrilmiş bir kitabının adı da 'Tarih Boyunca İslamî Metodoloji Sorunu'dur.

Mehmet Görmez'in, 'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu' adlı kitabındaki en büyük yanlışlardan biri, birçok müsteşrikin Sünnet ve Hadisleri tahkir eden görüşlerinin tenkitsiz bir şekilde aktarılmasıdır.

Ahmet Gelişgen Hoca bu hususu şöyle açıklar:

'Görmez, 'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu' adlı kitabında sayfa 85'de, müsteşrik Sprenger'in, tüm hadislerin uydurma olduğu görüşünü getirmekte ve buna hiçbir tenkit getirmemektedir. Akademik usulde, bir düşünürün görüşünden söz edip olduğu gibi bırakıyorsanız, bu sizin görüşünüz demektir. Sayfa 86'da ise, müsteşrik Sir William Muir ve R.P.A. Dozy'nin, Buhari'nin hadislerinin yarısının sahih olabileceği görüşünü aktarmakta ve yine tenkitsiz bir şekilde bırakmaktadır.

Adı geçen kitapta aynı sayfada (s. 86) Görmez, İngiliz müsteşrik D. S. Margoliouth'den tenkitsiz olarak özetle şu görüşleri aktarmaktadır:

1- Hz. Peygamber'den geriye hiçbir hüküm veya dinî karar kalmamıştır.

2- Hz. Peygamber'den sonra sahabenin uyguladığı sünnet, Hz. Peygamber'in kendisine ait değildir. Kur'an aracılığıyla değişikliğe uğrayan İslam öncesi Arap örf ve adetleridir.

3- İkinci hicri yüzyıldan sonra gelen nesiller, Arap örf - adetlerine normatiflik (kurallılık) kazandırmak amacıyla 'Hz. Peygamber'in Sünneti' kavramını geliştirmek için hadis mekanizmasını uydurdular. (Yani, güya temelde hadisler, Arap örfünü meşrulaştırmak için uydurulmuş, haşa!).' [4]

Görmez'in, bu oryantalist görüşleri tenkitsiz bir şekilde vermesi, yukarıda Ahmet Gelişgen'in de ifade ettiği gibi, kendisinin de bu görüşlere katıldığı anlamına gelmektedir. Bunun kişiyi itikaden nasıl bir uçuruma savuracağını anlatmaya gerek bile yoktur.

III- GÖRMEZ'E GÖRE HADİSLER İÇTİHADIN ÖNÜNDE ENGELMİŞ VE İÇTİHAD ALANINI DARALTMAKTAYMIŞ!

Görmez 'rivayetler' dediği hadislerin içtihada engel olduğunu ve içtihad alanını daralttığını da iddia etmektedir. Şöyle der:

'İçtihada kaynaklık etmesi gereken her rivayet serbest içtihadın önünde bazen bir engel olmuştur ve içtihadın alanını daraltmıştır.' [5]

Bu yaklaşım, son derece yanlış, aslı esası olmayan, İslami müktesebata aykırı ve içtihad kavramını yozlaştırmaya yönelik saçma bir iddiadır. Şöyle ki:

1- İslam alimleri, hususiyle de müfessirler Nisa: 59 ve 83. Ayetlerin içtihada işaret ettiğini söylemişler ve bu ayetlerde geçen 'ulu'l-emr' tabirine 'hak ve adaletle hükmeden idareciler ve ilmiyle amil olan ulema' manasını vermişlerdir. Bu ikinci mana ile de 'ulu'l-emr vasfı taşıyan alimlerin Kuran ve Sünnetten hüküm çıkardıklarına' vurgu yapmışlardır. (Bak: Hülasatu'l Beyan ve Elmalılı Tefsirlerinde ilgili ayetlerin izahı)

Bu ayetlerden Nisa: 83. mealen şöyledir:

'…Halbuki onu Peygambere ve içlerinden ulu'l-emr olanlara arz etseler elbette bunların istinbata kadir olanları onu anlar bilirlerdi…'

Ayette geçen ulemanın istinbat edeceğine dair ifade, içtihadı anlatmaktadır. Nitekim Fıkıh Usulünde istinbat kelimesi 'Kuran ve Sünnetten hüküm çıkarmak, içtihad etmek' anlamında kullanılmaktadır.

2- Bilindiği gibi edille-yi şeriyyenin 'Kitap', 'Sünnet' ve 'İcma'dan sonra dördüncüsü de 'Kıyas'tır.

Kıyas ıstılahta 'İki bilinen şeyden birinin nassla sabit olan hükmünü, aralarındaki müşterek illetten dolayı diğerinde de içtihad ile izhar etmek, ortaya çıkarmak' şeklinde tarif edilmiştir. Başka bir ifadeyle Kıyas 'Kitap, Sünnet veya İcma'da hükmü bulunmayan meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle bu kaynaklardan birinde yer alan meselenin hükmünü vermek' demektir.

Usul kitaplarında Kıyas'ın aslının 'gizli olan hükmü açığa çıkarmak' olduğu özellikle ifade edilir. Kıyas içtihad yollarından biridir ve daha ziyade Kitap ve Sünnet'e istinat eder.

Yani Görmez'in 'rivayetler' dediği Hadisler, içtihadın kaynaklarındandır. Bir esasın kaynağının o esasa engel olacağı yahut onun alanını daraltacağı iddiası amansız bir çelişkidir.

3- Tam da buradan şu anlaşılmaktadır: Reformistlerin içtihad kavramına yükledikleri mana, hiçbir engel ve kayıt tanımayan, dolayısıyla da dini tahrif ve tahrip eden başıboş bir akıl yürütmedir. Görmez'in ifadesindeki 'serbest içtihad' tabirinden bu netice çok rahat çıkmaktadır.

Halbuki İslam'da içtihad serbest akıl yürütmeyle değil, yukarda ifade ettiğimiz gibi Kuran ve Sünnet'e bağlı olarak ve Fıkıh Usulü kurallarına göre gerçekleşir. Dolayısıyla İslamî literatürde serbest içtihad diye bir kavram yoktur. Görmez'in 'serbest içtihad' tabirden maksadının, Kuran üzerinde felsefe yaparak dini reforma tabi tutmak olayı olduğu anlaşılmaktadır. Ve bunu mahut reformistlerin, kendi beyanlarından anlamak da mümkündür.

Dinde reformun öncüleri sayılan C. Afgani, M. Abduh ve R. Rıza, dine reformist yaklaşımlarını hep 'içtihad (!)' olarak adlandırmışlardır. Keza yine yerli reformistlerden yazılarımızda gündem ettiğimiz M. Said Hatiboğlu ve Hüseyin Atay da din de reformu 'içtihad (!)' adı altında kamufle etmeye çalışmışlardır. Ki bunun en açık ifadesini Hüseyin Atay'ın 'Reform demek içtihad demektir' sözünde görüyoruz.

Hayreddin Karaman ise, aynı reform anlayışını 'tecdid / ıslah' kelimeleriyle ifade etmeyi tercih etmiştir. Sonuçta hepsi de aynı kapıya çıkmaktadır: İslam'da reform.

Görmez'in rivayetlere beşerî anlamda yaklaşımı ve 'serbest içtihad' kavramını kullanması Hadisleri sıradan bir insan sözüne indirgemekte, böylece Kuran ve Sünnetten kaynaklanan fıkhî hükümlerin vahiy kaynaklı oluşunu da inkar anlamına gelmektedir. İlerleyen yazılarımızda Görmez'in fıkıh anlayışını ayrıca gündem edeceğiz. Burada fıkhın vahiy kaynaklı oluşuna dikkat çekmekle yetinelim:

'Fıkhın en önemli özelliği, vahiy kaynaklı oluşudur. Vahiy kaynaklı oluşunun anlamı, onun dinin en temel iki esası olan Kuran ve Sünnete dayanıyor olmasıdır.

Fıkhî hükümler ya doğrudan Kuran ve Sünnette yer alır, ya Kıyas yöntemi kullanılarak onlardan çıkarılır. Yahut da bu iki kaynakta temsil edilen temel prensiplerden hareket edilerek içtihad yoluyla elde edilir. Bu duruma göre fıkhî hükümlerin kaynağı nihai kertede ya doğrudan yahut dolaylı olarak Kuran ve Sünnet olmaktadır. Kuran ve Sünnetin fıkhî bilgi üretimindeki merkezi rolünden dolayı bu iki kaynağa 'temel metin' anlamında 'nass' adı verilmiştir.'[6]

IV- GÖRMEZ HADİSLERE TOPLUM TARAFINDAN KABUL EDİLME ŞARTI GETİRİR

Görmez'e göre sünnet ancak toplumun kabul ettiğidir. Toplum kabul etmiyorsa rivayetlerin bir önemi yoktur.

Bir önceki yazımızda yer verdiğimiz Ahmet Gelişgen'e ait şu değerlendirmeyi tekrar hatırlatalım:

'Hadislerin Peygambere aidiyeti kesin bile olsa, toplum tarafından kabul edilmiyor ve toplumda uygulanmıyorsa, bir değeri yoktur, diyor. Toplumun kabul ettiğine ve toplumda yaşanabilene 'Sünnet' diyor. Sünnet, toplumun kabul ettiği ve din adına yaşadığı hayattır, der. Fazlurrahman bu anlayışa, 'yaşayan sünnet' der.

'Yaşayan sünnet', her devirde gelen toplumun yaşayışına uyan 'dinî anlayış'tır. Bu sakat tanımlamadan, toplumun yaşantısına uymayan sünnet'in, -haşa- 'ölü sünnet' olduğu anlamı çıkmaktadır.

Görmez'in, dinde delil kabul ettiği -sözde- 'sünnet' de, topluma uyan 'dinî yaşantı'dır. Bu yüzden Görmez'e göre, 'hadisler', bu hayata uygun olduğu sürece doğru kabul edilir; yoksa en sahih hadislerin de bir kıymeti yoktur.' [7]

Skandal olarak nitelenebilecek bu vahim görüş, Kuran'a ve İslam'a birçok yönden terstir, hezeyandır. Şöyle ki:

1- Bu sözde bilerek ya da bilmeyerek toplumun gidişatını ve kabullerini merkeze alarak (haşa!) dine ayar vermek manası vardır. Halbuki toplum teker teker insanlardan oluşmakta ve insanlarda olan sapma tabi olarak toplumu da saptırmaktadır. Toplumun istikametten kopup sapkınlığa düşmesi ilahi gazabı celbeden bir vahamettir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Şu ayet-i kerimeyi hatırlayalım:

'…Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez…' (Ra'd: 11)

Ve şu hadis-i şerifi de:

'Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.' (Ebû Davud, Libas, 4/4031)

Bu ayet ve hadisten Allah'ın emir ve hükümlerine ters düşen toplumların çöküş ve yıkılışa gittikleri anlaşılmaktadır. Peki, durumu devamlı değişken olan toplumun, vahiyle desteklenen Rasûlün hadislerine müdahale edip (haşa) ayar vermesi nasıl mümkün olabilir?

2- Bu yaklaşım tarzı Sünnet'in, yani dinin ikinci kaynağının değil, toplumun ölçü alındığı anlamına gelir. Halbuki düşünce ve görüşlerin merkezinde vahiyle ortaya konmuş hakikatler olmalıdır. Din (İslam) hiçbir zaman kaygan bir zeminde varlık süren toplum yapısına uydurulamaz. Tam tersi insanlar ve toplum, ilahi ölçü ve adalet ilkelerine tabi olmalıdır ki ferdin ve toplumun kurtuluşu mümkün olsun.

3- Görmez'in bu yaklaşımı Emile Durkheim'in ortaya attığı ve dünyayı fesada veren teorilerden biri olan 'sosyolojik materyalizm'i çağrıştırmaktadır. Yahudi kökenli Durkheim'e göre topluma asla müdahale edilmemeli, gidişatı her ne yöne olursa olsun normal kabul edilmelidir. Halbuki böyle bir yaklaşım milletleri yozlaştırır ve felaketlere yol açar. Bu, doğrunun bulunmasında toplumu merkeze almak ve ondaki genel kabullere itirazsız teslim olmak demektir; dahası topluma teşri görevi vermek, onu şari (kanun koyucu) kabul etmek demektir. Bu yaklaşıma göre din ancak toplum tarafından kabullenildiğinde itibara alınır.

Durkheim'in bu yaklaşımı İslami literatüre göre 'toplumu Allah'a ortak koşmak' manasına gelir. Bu da netice olarak fert ve toplumun ebedi mahkûmiyete sürüklenmesi demektir.

Hadisleri toplumun denetimine açma fikri esasen Yahudi müsteşrikler Goldziher ve Schacht'a ait olup, Fazlurrahman vasıtasıyla İslam dünyasına servis edilmiştir.

İşte Mehmet Görmez'in Sünnet'le ilgili görüşlerini bu arka planla birlikte değerlendirmek gerekmektedir.

Hadislerin toplum denetimine açık hale getirilmesi görüşü başlı başına bir fecaat olmakla birlikte, böyle bir tavrın hadislerle sınırlı kalmayacağı, Kuran'a bakışa da sirayet edeceği bilinmelidir. Nitekim bu da olmuştur. Başını yine Fazlurraman'ın çektiği, Kuran'ı belli bir zaman ve bölgeye mahkûm eden 'tarihselcilik' anlayışı işte budur.

Netice itibariyle Görmez, yukarıda sunduğumuz delillerden anlaşılacağı üzere, dinin ikinci kaynağı olan Sünnet ve Hadisleri itibarsızlaştırıp yok saymaktadır. Bu açık, net ve zaruri bir sonuçtur. Takdir değerli okuyucularımızındır.

[1] Bak: 'Hz. Peygamberı̇ Örnek Almak ve Sünnete Tabı̇ Olmanın Anlamı Üzerı̇ne' Makaleye şuradan ulaşılabilir:

http://www.mehmetgormez.com/Kur'anvesunnet/hzpeygamberiornekalmakvesunnetetbiolmaninanlamiuzerine

[1] Sünnetin Kaynak Değerini Temellendirme Sorunu, s: 6.

[1] Ebû Davûd, Sünnet, 6; İbn Mace, Mukaddime, 2; Tirmizî, İlim, 10; Ahmed, IV/131.

[1] Ahmet Gelişgen, 'Görmez'in; Ahlak'tan, Adalet'ten ve Dini Tartışmaya Açmanın Zararından Söz Etmeye Hakkı Var mıdır?' Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://www.ahmetgelisgen.com/Kategoriler.aspx?ID=18#20210702091352

[1] Görmez, 'Hadislerde Delalet Sorunu', DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas Toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV Matbaası, Ankara, 2004, s. 229)

[1] Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku – 1 Dersi, 1. Ünite (İslam Hukukuna Giriş) Ders Notları, Hazırlayan: Yard. Doç. Dr. Emrullah Dumlu.

[1] Ahmet Gelişgen, 'Mehmet Görmez Müslüman mıdır, Diye Soran Kardeşime!' Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=176

Yazarın bu bilgiler için verdiği dipnot: Bkz. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s.222, 223, 231, 233, 234, 240; Bkz. Fazlurrahman, İslam Metodoloji Tarihi, s. 29, 30, 31, 83, 157, 158. Ayrıca bkz. M. Emin Özafşar, Hadis Yeniden Düşünmek, s. 29, 75, 77, 78, 100, 337, 338.