İSTANBUL SEÇİMİ VE YSK KARARI

Konu, iki ana başlık altında irdelenmesi gereken bir zaruret arz ediyor. Ancak, bu başlıklara geçmeden evvel, kısa ama net bir cümle kullanmak istiyorum. Karar, hangi durumda cereyan ederse etsin hep bir eksiklik barındıracağı kanaatimden hareketle, hep bir taraf hoşnutsuz kalacaktır. Ve her iki tarafında hoşnutsuzluk duygularının altı da boş değildir.

Zira seçim sonuçları geçerlidir ve dolayısıyla CHP adayı kazanmıştır diye bir yargı ile gelinecek olursa, Ak parti adayının hesabına eklenilen takriben on beş bin oyun adını ne koymak gerekiyor diye, can alıcı bir soru devreye girmekte. Seçimin iptaline dair CHP seçmenin de kendince haklı itirazları olacak zira kanun ‘’ sonuca müessir ‘’ gibi bir kavramla kendisini sınırlamış olması dolayısıyla itiraz kendi içerisinde bir tutarlılık arz etmekte.

Gelelim konunun irdelenmesi gereken iki ana başlığa

1: Hukuki boyut

2: Hukuk’un felsefi boyutu

Konuya hukuki açıdan bakarsak eğer, yukarıda da bahsettiğimiz gibi temel enstürman olarak sonuca müessir olmayı alacak olursak eğer, bu durumda CHP adayının ve seçmeninin itirazları son derece haklılık kazanmaktadır. Mademki bir hukuk devletiyiz ve mademki işler hukuk kuralları üzerinden cereyan ediyor, bu durumda yapılacak tüm isyan ve itirazların temeli son derece haklı ve sağlamlık içermektedir.

Olayın ikinci boyutu da, Hukuk’un felsefesi açısından bakmaktır. Felsefik açıdan bakıldığı zaman, seçimi tazmin eden kanun maddelerinin muğlaklık ve yetersizliği de, Ak parti adayı ve seçmeninin itiraz ve isyanlarına haklılık kazandırmaktadır. Yani, mevcut yanlışın, yolsuzluğun veya maddi hatanın sonuca müessir olacak düzeyde seyretmemiş olması demek, mevcut sonucun masum, temiz ve doğru olduğu anlamına gelmemektedir. Bu yanlışın, hatanın ve yolsuzluğun kimler tarafından ve nasıl yapıldığı, hangi Saiklerin devreye girdiği, sandık üyelerinin nasıl ve ne şekilde pasif kaldığı ve ya pasifize edildiği gibi sorular, sonuçların kirli olduğu gerçekliğini ortadan kaldırmamaktadır.

Hukuk’un ham, yetersiz ve muğlak direktiflerinden hareketle konuya yaklaşmış olmak hem mantık ve hem de vicdanları tırmalamaktadır. Ortada ciddi ve büyük bir yanlışlığın varlığı evvela CHP’nin kendisi tarafından da kabul edilmektedir. Bir şeylerin bir takım ellerin devreye girmesi sonucunda keşmekeşe sebebiyet verdiği, ciddi oy kaydırmalarının olduğu somut verilere dayanmış olması dolayısıyla, hiçbir itirazın yapılamadığı gerçekliği orta yerde durmaktadır. Bu somut veriler CHP’nin elini zayıflatırken, sadece sonuca müessir olmak tezinden hareket etmek hukukun felsefesi, hayatın doğal akışı ve vicdanların tatmini noktasında kısık ve yetersiz kalmaktadır.

Burada yapılacak tek ve en mantıklı yaklaşım empatidir. Hukuk’un direktiflerini bir kenara bırakacak olursak, mevcut sakatlıkların hangi parti aleyhine yapılmış olursa olsun mide bulandırıcı, can yakıcı ve vicdanları yaralayıcı olduğu gerçekliğinin, her vicdan ehli tarafından kabulünü zaruri kılmaktadır.

Temiz, şaibesiz, üzerinde hiçbir leke olmayan, her türlü seçmenin tercihinin aynen ve olduğu gibi sandığa yansımış olması, seçim yapmanın tek ve en anlamlı gerekçesidir. Bu özelliklerden mahrum bir seçimin ve sonuçlarının, mazbatayı alan hangi parti olursa olsun hep bir meşruiyet sorununu ve vebalini boynunda taşıtacaktır.

Ama denilirsek ki çiğ, yavan, yetersiz ve muğlak olmasına ve vicdanları kanırtmasına rağmen Hukuk ne diyorsa odur, bu durumda Hukuken yapılabilecek bir şeyin varlığına kani değilim. Ve böyle bir durumda kazanan CHP adayıdır. Ancak bu adayın bahsettiğim ağır sorumluluk, vicdani boyut ve meşruiyet sarmalını boynunda taşıma cesaretini kendisine yediriyor ise, başkanlık mübarek olsun…!