Devasa camiler inşa ediyoruz, devasa ceza evleri, devasa adliye binaları, nezarethaneler, karakollar inşa ediyoruz…Ve bütün bu inşa ettiklerimizin icrası için on binlerce kişilerden oluşan Din görevlileri istihdam ediyoruz, hukuk insanları istihdam ediyoruz, asker, polis infaz memuru istihdam ediyoruz da; 

Devasa camiler inşa ediyoruz, devasa ceza evleri, devasa adliye binaları, nezarethaneler, karakollar inşa ediyoruz

Ve bütün bu inşa ettiklerimizin icrası için on binlerce kişilerden oluşan Din görevlileri istihdam ediyoruz, hukuk insanları istihdam ediyoruz, asker, polis infaz memuru istihdam ediyoruz da; bir türlü değerler inşasını, değerlerin inşası ve İnsanın değerlerle birlikte değerli inşasını inşa edemiyor ve beceremiyoruz.

Binlerce yıllık devlet tecrübesi ve harika bir medeniyet geçmişi olan böylesi bir devlet ve coğrafyanın, mevcut sorunları çözmek bir kenara bambaşka sorunları türeten hale gelmiş olması, işte yukarı da bahsini yaptığımız değerler ve onun inşası probleminden kaynaklanmaktadır.

Zaman zaman nüksedip duran Batı hayranlığı karşısında ki kendi medeniyetine düşmanlık besleyen hastalıklı politik duruş, kimi zaman yetersiz kişilerin ellerine teslim edilen adalet ve eğitim sistemimiz, kimi zaman siyasi ihtiraslarımız ve kimi zaman da toplumun olması gereken yere bir türlü gelemeyişi, problemin akut hale gelişinin gerekçeleri olmuşlardır.

Çağcıl bir problem olan bu asayiş ve ahlaki kirlenmeler, bu kadim coğrafyanın yüksek ahlaki değerlerini bu denli yerle yeksan etmiş olması, ileri ki yıllarda sayısız doktora tezlerine konu olacak başlıklar arasındadır. Kendi değerlerini kahvaltı niyetine bu denli pervasızca tüketen bir toplum, çok daha büyük felaketlerle atbaşı gittiğinin farkında bile değildir.

Devletin eğitim, Din, kültür ve ahlaka dair sakat bakışı ise, mevcut kirlenmenin hız ve boyutlarına ivme kattığı ise yadsınır bir tablo değildir. Batı'nın, ahlak ve değerleri perdeleme siyasetinin genel karakteristiği bütün dünya halklarının yaşamları üzerine bir karabasan gibi çökmüş ve her saniyeyi kendi alçak emelleri üzerine şekillendirirken, devlet ve onun aygıtları üzerinde ki ölü toprağı ise, hepten boynumuzu bükmektedir.

Bir zamanlar çağdaşlık, Batılılaşma, medenileşme zırvalıklarından haylice çekmiş olan bu toplum, bir lahza soluklanmaya dahi fırsat bulamamış ve bu kez de Din adamı adı altında şaklabanların istilasına uğramıştır.

Modernitenin açtığı yara ve büyük yarılmalar, akabinde Din adı altında yapılan kirlenmelerin de eklenmesiyle kapanması imkansız büyüklüğe evrilmiştir. Gedikli simsarların her fırsatı sonuna kadar değerlendirdiği (!) ehli vicdan sahibi bir avuç zümrenin müstehzi bakışlarında ki etkisizlik, sorunların kavuruculuğuna engel olmaya yetmemiştir.

Kumdan kaleler misali kadim değerlerin bir bir yıkıldığı ve her yıkıntının altında kalan bizim değerlerle birlikte bizim evlatlarımızın olduğu bir an evvel hem devlet ve hem de millet olarak ilgi alanımıza girmesi gerekmektedir.

Paha biçilmez rezillerin paha biçilmez rezillikleri bütün yaşam alanlarımızı işgal ve iğfal ederken, açlıktan ağzı kokan geniş kitlenin ise, bu rezillere ağzı sulak bakıp tezahürattan boğazlarının dahi kuruduğundan bihaber sürdükleri hayat, mevcut durumumuzun nedenlerini de açıkça ortaya koymaktadır.

Her türlü ahlaki norm, ölçüt ve koşuldan bağımsız, zincirlerinden kopmuş vahşi hayvan misali ve ya, yaşam alanının orta yerine atılmış ve üstelik pimi çekilmiş bir bomba haline dönüşmüş insan, sadece kendisini değil, bütün yaşamsal formların da katili olduğunu fark etmesinde ki son viraj dönümündedir.

Biçimsiz, tat ve tınısız bu yaşam formu, insanlık tarihi boyunca görülmüş ve muhtemelen görülecek en dip noktadır diye düşünüyorum. Umarsızlığın, duyarsızlığın, pervasızlığın bu denli cömertçe kullanıldığı bir başka zaman diliminin olma ihtimaline, ihtimal dahi vermiyorum.

Zaten bahsini yaptığımız bu tüketimin ve tükenişin bir tık sonrası kıyametin kendisi değil midir!?