Sende, bende, o da yani herkes gösteri dünyasından bir parça oldu. Anlamamız gereken mesele şu ki; bunu en kısa yoldan kabullenmek ve farkına varmak. Böylelikle daha az zarar görme bakışı yerine bu durumu fırsata çevirebiliriz.  

Sende, bende, o da yani herkes gösteri dünyasından bir parça oldu. Anlamamız gereken mesele şu ki; bunu en kısa yoldan kabullenmek ve farkına varmak. Böylelikle daha az zarar görme bakışı yerine bu durumu fırsata çevirebiliriz.

Nasıl mı?

Asıl üzerine tartışmamız gerekenin, zaten entelektüel birikimden uzak kalmış cahil dünya üzerinde yaşayan insanları öldürmese de süründüren eğlence sosyal medyanın varlığını ne şekilde tanımlayacağı konusudur. Bu konunun abonelik çağı ile ilgisi nedir? Sosyal medya ve unsurları keyifli ancak, gerçekten de yan etkileri yok muydu? Daha ne olduğunu kavrayamadan her bir şekilde kabullendiğimiz ve en ücra mahremiyetimize kadar girebilen bu sistem neyin nesiydi?

İşin aslına bakacak olursak sosyal medya ile başlamadı bu süreç. Çünkü televizyon hatta matbaanın icadına kadar iner ve oradaki sosyal dinamiklerin tavırları ile bizim tavırlarımız arasındaki insani tepkileri kıyaslarsak çok daha evveline dayanan bir kültürün günümüze yansımaları olarak görebiliriz.

İlk olarak Çin'de temelleri atılsada Avrupa da yaygınlaşıp/tanınan matbaanın, yeni bir çağın başlatma fişeği olarak görülmesi yadsınamaz. Birçok insan ilk başlarda bunun ne olduğunu kavrayamamış olsalar da ürettiği içerik ve kullanımın verdiği hizmetten ötürü, sosyal yaşama çabucak adapte oluşu keyifli bir merak konusu olmuştu.

O dönemin köşe başı meddahları açısından garipsenen matbaa, daha sonraları senaryoların basıldığı kullanışlı bir araç haline dönüşmüştü. Bir bakıma matbaa;, mecaz işlev olarak akılcı kamusal ve sosyal bir konuşmacıya dönüşmüştü. Akılla kullanılınca öyle oluyordu tabi.Her şeyin başı akıl değil mi?

Televizyon ve radyo da bunlar gibidir. Her birimiz çok net hatırlıyordur ki, futbol maçlarının izlenebilmesi bir dönem ihale alan kanala aitti ve o kanal futbol ve diğer heyecanları aktarabilmek adına abonelik kampanyaları başlatırlardı.. İnsanlar oluk oluk abonelikler, üyelikler alabilmek için gün sayarlardı. Yazılı basında ise durum farklı değildi. Merak uyandıran içeriklerin ufak bir sunumunu yaptıktan sonra,' dergimize ya da gazetemize abone olun' nidaları ile reklamları patlatırlardı. Hala yapanlar ve devam ettirenler olduğu gibi…

Demem o ki; abonelik çağından ya da kültüründen ne anlıyoruz meselesine verilen cevaplar belki sadece birer mecaz olabilir. Daha öncesi olan bir anlayışın yeni gibi algılanıp karalar bağlanması ya da aşırı tedirgin olunuşunun pek de bir önemi yok. Zaten kültür dediğimiz olgunun kendisi başlı başına mecazlarla dolu toplu bir görüştür. Kültürel yozlaşma derken aslında bir mecazı ifade etmiş oluyorduk. Kültürel yabancılaşma kabullenilebilir olabilir ancak kültürel yok oluş ya da 'kültürsüzleşme' olası değildir. Çünkü nitelik değişir.

Endişe edilecek bir şey yok! Rahat olun. Post-modern çağın kültürel açıdan tekrar orta çağa gerilemesi gibi bir durum yok ortada.. Zaten orta çağ kendi içinde iyi algılanıyor olsa, şu zamanda ki mülakat anlayışından tutun da eğitim anlayışına kadar her şey daha ilgi çekici olabilirdi!. Misal; abonelik çağının etkisi ile ortaya zuhur ediveren anlamsız mecazları cadı kazanında kaynatmak kötü olmazdı sanıyorum. Galiba fikren de ben buna müsait olabilirdim! Şaka tabi. Kimsenin buna gücü yetmezdi. Ne post-modernizm döneminde, ne de orta çağ zamanında artık böyle bir şey mümkün değil çünkü o görev trolcü cahil'us insanına ait artık.

Lewis Mumford, abonelik çağına denk gelmiş olsaydı sanıyorum mağlubiyetini ilan edebilirdi. Çünkü ona göre; basılı kitap, insanları dolayımsız ve yöresel olanın egemenliğinden diğer araçlardan daha fazla kurtarıyordu. Basılı bir söz yaşanan olaylardan ve görsellikten çok daha derin bir iz bırakıyordu. Mumford'a göre var olmak ancak basılı biçimde var olmaktı. Bana göre yanıldı ve artık 'milyon' takipçisi olan biri var olmak adına kitap değil, film çekiyor. Aslına bakacak olursak MumFord'un görüşünü takip etse dahi, yani milyon takipçili birisi kitap çıkarsa var olmuş mu olacaktı diye sormak lazım? Magazinsel ünlülerin eşlerinin çıkardığı kitaplar halihazırda orta yerde dururken sanıyorum var olmanın sürekliliği yönünde fikir beyan eden Mum Ford, Televizyon sahibi adamların eşlerini kast etmiyordu. Belki MumFord, burada söz uçar yazı kalır meselesine atıfta bulunarak söyledi ancak abonelik çağı için geçerli değildi bu. Çünkü abone ve takipçi sayısına göre köşe yazabilen, kitap çıkarabilen, yazarlık anlayışı ve yayım ahlakı vardı artık! Evet, abonelik çağı etki alanı, tesir gücü ve farklı oluşuyla garip olayların yaşanacağı bir çağ olarak karşımızda duruyor. Fakat bu durum, kötü değil sadece alışılmadık bir kavram…