İNSAN’IN ADI NE ?

Şu fiilden türemiş, bu sıfatın çoğulu ve ya bilmem ne kelimesinin kökü gibi bir sürü gereksiz bilgi ile okuma zevkine halel getirmek gibi bir niyet içerisinde değilim.

Kendi dünyamdan yola çıkarak, bir parça gelene projeksiyon çizebilir miyim diye bir kanaatten kaynaklı bir yazı olacak benimki.

Unutkan olan, unutan, pişkin, zayıf, duyarsız, umarsız, egoist, dik kafalı, aceleci, nankör gibi bir sürü olumsuz özelliklerinin yanı sıra, bir o kadar da olumlu özellikleri aynı anda bünyesinde taşıyabilen bu varlığın adı ne !?

Zaman zaman iç dünyasına yaptığı dalgın gezmeler, zaman zaman dış dünyaya karşı bir başkaldırı cüreti gösteren varlık…

Düşen, düştüğü zaman kalkan ama kalktığı zaman büyün can yanıklarını kısa zaman sonra unutan, unutmakla kalmayıp sanki hiç yaşanmamış gibi ders almaktan uzak bir varlık..

Doğduğu zaman ve mekâna sığmayan, kendisini, ailesi ve içerisinde bulunduğu toplumdan bile isteye tecrit eden, ben çok farklıyım gibi ucube inanışlar içerisinde olan ucube bir varlık…

Kendi kendisine bir menzil tayin eden, çıktığı yolda her çarptığı taşın verdiği acının şiddetine bağlı olarak, ha bire rota değiştiren bir varlık…

Sabahı öğlene, öğleni akşama uymayan, geceleri ise bambaşka bir telden çalan bir varlık…

Herkes ve her şeye bir cevabı olan, bildim edasından taviz vermeyip çamurdan çamura bulanan varlık…

Türemiş bir varlık yani…

Birbirine benzemez milyarlar ve birbiri ile hazzetmeyen, bir diğerini anlamsız ve gereksiz bulan bir varlık…

Sadece dış dünya ile kavgalı değildir. En vahşi ve en acımasız kavgayı yine kendisi ile veren bir varlık.

Tutkularının, arzularının, ihtiraslarının, hayallerinin, hedeflerinin sınırları olmayan ama üç lokmaya teslim olan bir varlık.

Bile bile lades diyen bir varlık yani…

Ölümün varlığını bilen ama işine gelmediği için kanıksamayan, görmemek, duymamak ve illiyet bağı kurmamak için envai türden çakallık yapan bir varlık.

Kendisinden, kendi gerçeklerinden kaçan bir varlık yani

Her ne kadar hayatın merkezine kendisini koymuş gibi görünse de, en büyük sahtekârlığı ve en büyük kazığı yine kendisine atan bir varlık…

Çanların ve ezanların kendisi için çalınıp okunduğunu bile bile, en irrite müziğe ayak uydurduğu görüntüsünü verip kendi kendisine çalım atan bir varlık.

Durmak gibi, düşünmek gibi, yaşanılanların hepsini önüne koyup, payına düşen hisseyi almak gibi bir derdi olmayan vurdumduymaz bir varlık.

Saç ve sakala ak düşmüş olmasına rağmen, düşen kırdan, aklarından aklanmak gibi bir amacı olmayan varlık…

Belini doğrultamayacak kadar yaşlansa, adım atacak takati dahi olmasa, ruhen on sekiz gibi hisseden bir varlık.

Dedik ya !

kendi kendisine çalım atan, kendi kendisini kandıran, kendi kendisini dolandıran bir varlık.

Yazdığım ve anlatmaya çalıştığım bir varlığın adı ne…!?