Aziz dostlar, sizleri fazla sıkmayacak şekilde ve hepsi de birer kitap konusu olduğu halde, bu kısa “DİZİ YAZIMIZ” da, Türkiye’nin 14 Mayıs 2023’de seçim atmosferine iyice girdiği şu günlerde, iktidar olmaya talip ve aday siyasi partilerimizin neredeyse hiçbirinin günümüz itibariyle artık iyice “ALTI ÇEŞİT MİLLİ BEKA SORUNUMUZ” haline gelmiş bu sorunlarımızın dile getirilmesi ve çözümlenmesine hiç yanaşmadıkları, devamlı göz ardı ettikleri bir ortamda yaşıyoruz.

Aziz dostlar, sizleri fazla sıkmayacak şekilde ve hepsi de birer kitap konusu olduğu halde, bu kısa 'DİZİ YAZIMIZ' da, Türkiye'nin 14 Mayıs 2023'de seçim atmosferine iyice girdiği şu günlerde, iktidar olmaya talip ve aday siyasi partilerimizin neredeyse hiçbirinin günümüz itibariyle artık iyice 'ALTI ÇEŞİT MİLLİ BEKA SORUNUMUZ' haline gelmiş bu sorunlarımızın dile getirilmesi ve çözümlenmesine hiç yanaşmadıkları, devamlı göz ardı ettikleri bir ortamda yaşıyoruz. Siyasi partilerimizin, her Allah'ın günü sanki bunların dışında hiçbir ciddi sorunumuz yokmuş gibi, enflasyon ve doların yüksekliği, faiz belası, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, maaşların azlığı, sık sık değişikliklere uğrayan rejim meseleleri vs. gibi 'köklü' değil 'kabuk' meselelere kilitlenmek, çözümlenmeleri, her an ve kısa bir müddet içinde olabilecek bunları, bu meseleleri, seçmenin oyunu alabilmek için her gün dillerine dolamaları, sürekli siyasi propaganda malzemesi yapmaları, vatan ve milletimizin geleceğinin tam olarak kurtarılmasına yönelik işler değildir.

'Kabuk sorunlarımız' dışında 'asıl ve köklü' sorunlarımızı dile getirerek, en sonunda da vatan ve milletimizin, bugün ve gelecekte daimi olabilecek huzurlu ve varlığının ilelebet davamı için hangi şartlarda ve hangi özelliklere sahip partilere oy verebileceğimizi de dizi yazımızın en sonunda açıklayacağız.

Bu yazımızda ayrıca, yerlerinin geldiği kısımlarda, 'taşı gediğine koymak' kabilinden, 40 yıllık yayıncılık ve kitap fuarı hatıralarımı da anlatarak, bunlarla yazımı hem belgelendirecek hem de renklendireceğim.

'Asıl ve köklü sorunlarımız' ı dile getirmeye yönelik ilk olarak, Başbakan Turgut Özal zamanında başlayan ve ondan sonraki dönemlerde iyice ivme kazanan 'Yabancıları ev ve toprak satmak' tan bahsedeceğiz.

Yabancılara Ev ve Toprak Satmaların Gerekçeleri

1-1970'lı yıllardan itibaren Yerküremizde artık, özellikle de 'ekonomik' olarak, 'Küreselleşme, Globalleşme, Serbest Piyasa Ekonomisi ve Özelleştirme başladı. Kalkınmak için biz de bunların dışında kalamayız' söylemi dillerden hiç düşmemiştir. Üç kelimelik ifadesiyle de buna 'Küresel Sermayenin hakimiyeti' diyebiliniz. Dünya'da 'Küresel Sermaye' odağı neresi idi? Anglo – Sakson ve Kıta Avrupası, yaklaşık 300 yıldan beri hakimiyetini dünya üzerinde sürdüren 'Kapitalizm Emperyalizmi' idi. Sömürüsünü devam ettirebilmek için 20. asrın son çeyreğinde kendisini, 'eski şartlar' artık eskidiği için kendisinin belirlediği 'yeni şartlar' a uymak gerekecekti. Zaten bu da yukarıda anlattığımız şekilde belirlenmişti.

2- 'Kalkınmak için yabancı sermaye ve teknolojileri ülkemize çekmek gerekiyor. Bunun için bunların geliş şartlarından birisi de fabrika kuracakları toprakların kendi mülkiyetlerinde olmasını istiyorlar' görüşü.

3- 'Avrupa Birliği'ne (AB) girmek için aday bir ülkeyiz. Buna girmek için adı geçen birliğin 'Muktesebatı' na (giriş şartı antlaşmaları) mutlak uymamız gerekiyor. Yabancılara ev ve toprak satmak da bu şartlardan birsidir' görüşü.

4-Hazinemiz bomboş, bunu biraz da gayri menkul satarak dolduralım' görüşü.

Yabancılara Satış Yapılanmasının Süreci Nasıl İşledi?

Bu 'kör olası' diyeceğimiz, dört görüşün ilk kararı ve pratiğini Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel ile 'onun adamı' denilen Devlet Planlama Teşkilatı Başkanı Turgut Özal'ın birlikte hazırladıkları, adına '24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları' denilen kararlarla 'ilk adım' atılmıştı ama, bir türlü 'istenildiği' gibi yürümüyordu. İşte tam bu sırada, özellikle 'dış algı operasyonlu' olarak, 'gelenekten gelen' denilen, 'Bu kararlar sivillerle yürümez, Türkiye'de ancak bir darbe ortamında uygulanabilir' den, istenilen darbe, Amerikalıların 'Bizim çocuklar yaptı' dedikleri biri Genel Kurmay Başkanı 4' ü kuvvetler komutanı 5 generale 12 Eylül 1980'de yaptırıldı.

'Artık kullanım miadı doldu' denilen Başbakan Demirel darbeyle tasfiye edilmişti ama, yeni kurulan '12 Eylül Darbesi Rejimi Hükümeti' denilen ve yine darbeden 12 gün önce emekli olmuş Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu' ya da hükümet kurdurulmuştu. 'Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı' na da, 'Demirel'in artığı' denildiği halde, kendisinden bir türlü vazgeçilmek istenilmeyen Turgut Özal 'tesadüfen' getirilmemiş, 'Amerika' nın darbeci generallere fısıldaması' yla getirilmişti.

Anlaşılan, 'Darbe Rejimi' denilen hükümet ortamında 24 Ocak Kararları Özal'a uygulattırılacaktı. Zaten de Başbakan Özal, hatıralarını anlattığı gazeteci yazar Mehmet Barlas'a da '24 Ocak Kararlarının asıl mimarı Sayın Demirel değil bendim' dememiş miydi? Demişti ve şimdi uygulamaya başlamıştı. Ama, darbeci generallerin, 'Bazen milliyetçilikleri, muhafazakarlıkları tuttu. Birçoğunu uygulatmadılar' değerlendirmeleri de yapıldığı halde, artık 3 Kasım 1983 seçimleri de iyice yaklaşıyordu.

'Tam uygulatmak' için denilerek, bu seçimleri Özal'ın kazanıp başbakan olması yine 'Küresel Sermeye ve Kapitalizmin başı' denilen Amerika'nın kendisinin fısıldaması sonucu Özal'a Anavatan Partisi kurdurtulmuştu.

'12 Eylül Darbesinin başı Orgeneral Evren' denilen bu, Özal'ın partisini 'veto' edip seçimlere sokmamakta kararlı idi. O, kendisinin emekli Orgeneral Turgut Sunalp'e kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin seçimleri kazanıp iktidar olmasını istiyordu. Amerika, Özal'ın iktidara gelmesi için Evren nezdine eski NATO başkomutanı Amerikalı general Aleksandr Haıg'i gönderip, Özal'ın seçimlere girmesine ondan izin çıkarttı.

Seçimleri Özal kazandı ve başbakan oldu. O bu rolüyle, 12 Eylül Rejimi Başbakan Yardımcılığı döneminde 'tam' olarak yapamadıklarını kendi dönemi denilen 1983 – 1992 döneminde yapacaktı.

İşte tam bu dönemde, yine 'Amerika'nın kulağına fısıldamasıyla' olacak ki, 'Küresel Sermaye' ye tam adaptasyon' şartlarından birisi olarak, Başbakan Özal, 'Yabancılara ev ve toprak satımı kanunları' nı da 'Özal'ın yenilikleri' nden olarak çıkarmaya başladı.

Başladı ama, çıkardığı ilk kanun , 'Güvenliğimiz ve toprak bütünlüğümüz için tehlikelidir' gerekçesiyle Milli Güvenlik Kurulu' nda itiraza uğruyor ve Anayasa Mahkemesi de aynı gerekçelerle kanunu iptal ediyordu. Özal'ın ısrarlıya kanun çok az değişikliklerle yeniden çıkarıyor ve gene aynı itirazlarla bu da iptal ediliyordu. Yabancılara ev ve toprak satımı bir başka bahara kalmıştı.

Başbakan Özal'ın 17 Nisan 1992'de ölümüyle dönemi bitince, onun yerine yine 'Amerika'nın fısıldamasıyla gelen' denilen yeni yeni bir sürü başbakanların dönemleri başlıyor ve bunlar da 'planlandığı' üzere görüşüyle bir bakıma Özal'ın yollarını takip ediyorlardı. Hatta bu başbakanlardan birisi yabancılara gayrimenkul satışlarına yönelik, 'Ben Türkiye'yi pazarlamaya geldim' demekten bile çekinmiyordu. İlerleyen zaman içinde, yeniden çıkarılmaya başlanan 'Yabancılara satmak kanunları' na Milli Güvenlik Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin yeniden itiraz ve iptallerine rağmen, bu sefer allem edilip kallem edilip bir yolu bulunarak bunlar 'tam yürürlük' e konuluyor.