Bu yazımızda İslâm’ı / Kur’ân’ı anlamanın bâtınî, yani kalbî ilim yolunu izaha çalışacağız. Baştan şunu belirtelim ki, İslâm’da bâtınî / kalbî saha, sınırına ulaşılamayan bir derya gibidir. Biz bu deryadan bir katre misali, dil ve kalemin anlatmaya güç yetirebileceği bazı hakikatlerden bahsedeceğiz. En azından şunu bilmeliyiz ki, İslâm’ı / Kur’ân’ı anlamanın zâhirî ilim yolunun yanında bâtınî / kalbî ilim yolu da vardır.

Baştan şunu belirtelim ki, İslam'da batınî / kalbî saha, sınırına ulaşılamayan bir derya gibidir. Biz bu deryadan bir katre misali, dil ve kalemin anlatmaya güç yetirebileceği bazı hakikatlerden bahsedeceğiz. En azından şunu bilmeliyiz ki, İslam'ı / Kur'an'ı anlamanın zahirî ilim yolunun yanında batınî / kalbî ilim yolu da vardır.

Batınî / kalbî ilim yolu herkesin iman ve ihlas derecesine göre genişler; bu yolda yürüyenleri ebedî saadete ulaştırır.

Esasen İslam'ı anlamak batınî yolla, yani kalple olur. Zira insanda anlayan, idrak eden kalptir. Akıl ise kalbin emrinde bir yardımcıdır. Tıpkı hükümdarın yanındaki vezir gibi…

Bir evvelki yazımızda kalbin önemine dair Kur'an ve Sünnet'ten bazı deliller zikretmiştik. Batınî / kalbî idrakin ölçüsünü de, muhtevasını da Kur'an ve Sünnet, yani nass belirler. Daha geniş çerçevede buna edille-yi şeriyye de diyebiliriz. İslam'da istikametin ölçüsü zahirî ilim yoluyla kaimdir. Bu sebeple Kur'an ve Sünnet'e ters düşen bir 'batınî yol' tasavvuru geçerli olmayıp konumuzun dışındadır.

I- İSLÂM'DA KALBİN ÖNEMİ

İnsan gerek maddesi ve gerekse de manasıyla zübde-yi alemdir; alemin özetidir. İnsanın bünyesinde merkez nokta kalptir. İmam Gazali'nin ifadesiyle kalp insanda 'vücut ülkesinin payitahtı / başkenti' gibidir.

Yahut bir başka temsille kalp insan denen varlığın çekirdeğidir. Ama çekirdek mesabesindeki bu kalp, mana genişliği itibariyle bütün alemleri içine alacak bir vüsata sahiptir.

İnsanda idrak eden, mükellefiyet kabul eden ve mesuliyetten dolayı muhatap alınacak olan da kalptir.

Allah'ı bilmek marifet ilmiyle olup, bu ilmin merkezi de aynı şekilde kalptir. İnsan Rabbiyle kalbi vasıtasıyla konuşur. Ancak bu kalbin her türlü manevi kir ve lekeden arınması ve 'selim' olma vasfını kazanması gerekir.

Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

'İnsanların diriltileceği, Allah'a selim bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme!' (Şu'ara: 89)

Kalbi daha iyi anlayabilmek için onunla ilgili bazı batınî ilimlerden bahsedelim:

1- Nübüvvet ve Velayet İlmi, İlm-i Ledün, İlm-i Vehbî

Cenab-ı Hakkın yarattığı ve biz kullarından dilediklerini nasiplendirdiği tevhid ilminin peygamberlerin şahsında tezahür etmiş haline nübüvvet ilmi denir. Nübüvvet ilminin devamı da velayet ilmidir. Velayet ilmi ilham yoluyla kalplerin nurlandırılmasıdır, yani batınî / kalbî ilimlerdendir.

Velayet ilminin kaynağı olan ilahî nurun kalbe ilham edilmesi ve bunun sirayetinden ibaret olup 'ledün ilmi' diye anılan bir ilim daha vardır ki, bu da batınî / kalbî ilimlerdendir. Bütün batınî / kalbî ilimler Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvet ilminin tezahürü olarak, onun tecellisiyle ortaya çıkar.

Süleyman Çelebi Mevlidinde Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu yönünü anlatma babında şöyle der:

'Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır,

Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır.'

İstikameti korumak kaydıyla insanların nübüvvet ilminden istifadesi velayet ilmiyle olur.

İlm-i vehbî ise Allahü Teala'nın tamamen batınî yolla kalbe nur indirmesi ve o nurun kalbin idrak ve ihata gücünü genişletmesidir. Vehbî yolla kalbe inen bu nur hem belli seviyede bir hidayet ve istikametin alamet ve işaretidir hem de hakikati bulma adına kalpte açılan bir penceredir. Bu konuda söz uzundur. Ve bu sözleri de ancak işin ehli olan Allah dostları, basiret sahipleri söyleyebilir.

İmam Gazali, er-Risaletü'l Ledünniye adlı eserinde ledün ilminin hakikati ve lüzumuna dair şöyle der:

'Ey kardeşim! Bilmiş ol ki, ilham nurunun sirayetinden ibaret olan ledün ilmi, ruhun arınmasından sonra meydana gelir. Nitekim 'Nefse ve onu düzeltip olgunlaştırana and olsun' (Şems: 7) ayeti buna işaret etmektedir.

Ruhun aslına dönüşü üç şeyle olur:

a- Bütün ilimleri tahsil etmek, aşk ve şevk ile onlardan bolca nasiplenmiş olmakla.

b- Gerçek bir riyazet ve sağlam bir murakabe ile.

Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurur:

'Kim ilmiyle amel ederse Allah ona bilmediklerini öğretir.' (Hakim et- Tirmizî, Beyanü'l Fark s. 50; Ebu Nuaym Hilye 10 / 15.)

'Kim Allah'a kırk gün ihlaslı bir şekilde kulluk ederse, Allahü Teala hikmet pınarlarını onun kalbinden lisanına akıtır.' (Ebu Nuaym, Hilye 7 / 189; İbnü'l Esir, Camiu'l Usul 11 / 557; Deylemî, Firdevsü'l Ahbar nr. 6179.)

c- Tefekkür ile.

Çünkü ruh ilim öğrendikten, riyazetle meşgul olduktan sonra sistemli bir şekilde tefekkür ederse ona gayb kapısı açılır…' [1]

Şimdi bidatçı ve tahrifatçıları düşündüğümüzde şu soruyu sormak belki gereksiz olabilir ama, biz mesajımızı -onlara değil- okuyucularımıza vermek adına yine de soralım:

Bu bedbahtların batınî / kalbî ilim deryasından -nasiplenmek şöyle dursun- acaba haberleri var mıdır?

İslam'ın / Kur'an'ın anlaşılmasında zahirî ilim yolunu dahi 'gelenek' adı altında küçümseyip toptan inkara kalkışanların bu batınî dünyadan nasip almaları elbette mümkün değildir.

Ama onlar bilseler de bilmeseler de, kabul etseler de etmeseler de, nasiplenseler de nasiplenmeseler de, İslam / Kur'an ancak ve sadece bu iki yoldan, yani zahirî ve batınî ilim yolundan doğru anlaşılabilir.

2- İmam Gazali'nin Hakkı Arama Mücadelesi ve Batınî / Kalbî İlim Yoluyla Hakikate Ulaşması

İmam Gazali hayatının bir döneminde hakikati bulmanın yollarını araştırırken akla da, beş duyuya da itimadını kaybettiğini, böylece ümitsizliğe doğru sürüklendiğini, bu halin kendisinde iki ay kadar devam ettiğini, sonra En'am Suresi 125. ayetin tecellisi ile kalbine ilahi nurun inmesiyle hakikati yakaladığını anlatır. Bu hadise İslam'ı / Kur'an'ı anlamada batınî ilmin önemini müşahhas bir örnek olarak ortaya koymaktadır. Onun yaşadığı bu serüveni kendi lisanından dinleyelim:

'…Bu hastalık hali bende kronikleşti ve yaklaşık iki ay devam etti. Bu süre içinde her şeye şüphe ile yaklaşıyor, fakat bu halimi ne sözlü ne de yazılı olarak kimseye açmıyordum.

Nihayet yüce Allah beni bu hastalıktan kurtardı. Vicdanım eski sağlıklı, dengeli haline yeniden kavuştu. Eskiden olduğu gibi zorunlu aklî bilgileri güven ve kesinlik üzere kabul edilir ve güvenilebilir görmeye başladım.

Bu hastalıktan kendiliğimden deliller düzerek veya birtakım önermeleri ard arda sıralayarak kurtulmuş değildim. Hastalıktan sadece yüce Allah'ın gönlüme akıtmış olduğu bir nur sayesinde kurtuldum.

Bu nur bilgilerin büyük bir kısmının anahtarıdır. Kim hakikati keşfetmenin sadece serbest delillere bağlı olduğunu sanırsa, o ancak yüce Allah'ın geniş rahmetini daraltıp sınırlandırmış olur.

Nitekim Allah Rasûlüne (s.a.v.) 'Allah her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslam'a açar.' (En'am: 125.) ayet-i kerimesinde geçen 'göğsünü açmak' sözünün anlamı sorulunca, 'O Allah'ın kalbe bıraktığı bir nurdur' buyurmuştur.

Kendisine 'Bu nurun alameti nedir?' diye sorulunca da, 'Aldatıcı dünya yurduna ilgi göstermeyip ebediyet yurdu olan ahirete yönelmektir' buyurmuştur.' [2]

İslam alimlerinin ittifakla 'Hüccetü'l İslam / İslam'ın delili' unvanıyla andıkları İmam Gazali'nin, hakikati bulma uğrunda yaşadığı bu serencam ve sonunda En'am: 125. ayetin tecellisiyle kalbine zuhur eden bir nurla hakikati keşfetmesi, İslam'ı ve Kur'an'ı anlama yolunda -tahrifatçılar dahil- herkes için istifade edilmesi gereken çok kıymetli bir tecrübedir.

Ne var ki, hakikati bulma diye bir dertleri olmayan, tam tersi ifsadı meslek edinmiş kişilerin bu hadiseyi akl-ı selimle değerlendirip samimi bir gayret göstermeleri pek uzak bir ihtimal olsa gerektir.

II- İLAHÎ NURLA ŞEREFLENEN KALBİN GENİŞLEMESİ VE HİDAYETLE BULUŞMASI

İslam'ı / Kur'an'ı anlamada kalbin durumunu ve kalbe inen nurun ehemmiyetini diller anlatmaktan, kalemler yazmaktan acizdir. Ancak işin ehli olan, ilm-i velayet yoluyla hakkı ve hakikati gören Allah dostları, veliler ve kamil zatlar bu hali yaşamışlar ve eserlerinde bu konuya önemle işaret etmişlerdir.

Mesela ilahî nurun kalbe inmesiyle kalbin nasıl genişlediğini Gavsü'l Azam Şah Abdülkadir Geylanî'nin şu ifadelerinden anlıyoruz:

'Allahü Teala'nın sevdiği kullar arasında birinci gelenin öyle geniş kalbi vardır ki, sema ve zemin bütünüyle oraya konsa yine boşluk kalır.' [3]

Yine Geylanî, Kitap ve Sünnet'le amel etmek neticesinde kişinin kalbindeki nurun artacağını, bu nur sayesinde hakla batılı ayıracağını, feraset sahibi olacağını, Hakka yakınlık kazanacağını ve nurlanmış kalbiyle birçok keşfe de muttali olup makamlar kazanacağını şöyle anlatır:

'Kalp Kitap ve Sünnet'le amel ederse Hakka yakın olur. Yakın olunca iyiliğine ve kötülüğüne olan şeyleri öğrenir. Hak için ve onun (Hakkın) zatından gayrı şeyler için olanı öğrenir. Hakkı batılı beller.

İmanlı olmanın ilk derecesinde bulunan kimsenin dahi bir nuru olunca, imanda derece alan ve sıddık mertebesini bulan kimse için nasıl nur olmaz? Ve o nurla iyiyi kötüyü nasıl seçemez? Peygamber (s.a.v.) Efendimiz iman sahibi için şöyle buyurur:

'İman sahibinin ferasetinden (bir şeyin özünü kavramasından) sakınınız; çünkü o Allah'ın nuruyla bakar.' [4]

Bu nur, Hak yakınlığını bulan irfan sahibinde bulunur. O nurla Hakka yakınlık mertebesine bakar, görür ve kalbi cihetiyle Hakka nice yakınlığı olduğunu anlar. O irfan sahibi meleklerin, nebilerin ruhlarını görür. Doğru kimselerin kalbi ona ayan olur. Onların ruhî durumlarını sezer ve onların hallerini, makamlarını bilir…

O irfan sahibi bir vasıta olur; Haktan alır, halka dağıtır.

İman ve irfan sahiplerinden bir kısım vardır; kalpleri hikmet deryasıdır; dilleri onu halka aktarır. Onlardan bir zümre vardır; kalpleri ilim hazinesidir; dilleri peltek olur, halka laf edemez.' [5]

İmam Gazali ve Abdülkadir Geylanî'den yaptığımız bu alıntılara dair şu ortak noktaya dikkat çekmek isteriz:

İmam Gazali'nin, hakikati keşfetmesinde delil gösterdiği En'am: 125 ayetiyle ilgili olarak bir sahabinin göğsün İslam'a açılmasının manasını sorması üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) 'O Allah'ın kalbe bıraktığı bir nurdur' buyurmuştu.

Gavsü'l Azam Abdülkadir Geylanî'nin buradaki izahında ise kalbe inen bu nurun hangi fütühatlara sebep olduğu anlatılmaktadır.

Dolayısıyla Gazali'nin ve Geylani'nin ifadeleri, Allahü Teala'nın lütfuyla kalbe inen nurun, İslam'ı anlamada ve hakla batılı ayırmada, birtakım keşif ve fütühatlara ulaşmada belirleyici olduğu mesajında birleşmektedir.

İşte İslam'ı gerçekten anlamak budur ve bu hal batınî / kalbî ilim yoluyla gerçekleşmektedir.

Bu hale eren ulema ve evliyanın İslam'ı idraki sair insanlardan çok farklıdır. Buna dair Geylanî'den son bir izahat aktaralım:

'İslam demek Allah'ın kaza ve kaderine teslim olmak ve onun fiil tecellisi önünde sessiz durmaktır. Ayrıca Kitabın hüküm hududunu aşmamak ve Peygamberin (s.a.v.) adetlerine (sünnetine) uymaktır. Peygamberimize salat ve selam olsun. Kitaba ve Sünnete uyman sahih olduğu takdirde İslam kelimesi sana yakışır.' [6]

Yazımızın sonuna geldiğimiz bu noktada, beyhude olsa da bir kere daha soralım:

Bidatçı, ifsatçı ve tahrifatçılar acaba bu hal ve keyfiyet karşısında ne derler? Bu hakikatlerden ne anlarlar?

İşin içinden çıkamayıp akıl hocaları olan oryantalistlere gitseler, bir de onlarla birlikte mesai harcasalar(!) bir netice alabilirler mi dersiniz?

Cevabını siz kıymetli okuyucularımızın takdirine bırakıyorum.

İslam'ı Kur'an'ı anlamada batınî / kalbî ilim yolunu anlatmaya gelecek yazımızda da devam edeceğiz.

***

Not:

Gelen talepler ve görülen lüzum üzerine You Tube sohbetlerimizi başlatmış bulunuyoruz. Siz kıymetli okuyucularımızdan da kanalımıza abone olmanızı rica eder, bu hizmeti hep beraber yürütmek için katkılarınızı bekleriz.

https://www.youtube.com/@alidegermenci

[1] İmam Gazali, er- Risaletü'l Ledünniye / Ledün Risalesi, Tercüme: Serkan Özburun, Yusuf Özkan Özburun, Semerkant Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2007, s. 74 – 75.

[2] İmam Gazali, el- Münkızü mine'd- Dalal, Tercüme ve Dipnotlar: Osman Arpaçukuru, Beyan Yayınları, İstanbul, 2017, s. 31- 33.

[3] İlahi Armağan, Tercüme: A. Akçiçek, Bedir Yayınevi, 1988, İstanbul, s. 308.

[4] Tirmizi, Tefsiru'l-Kur'an, 16.

[5] İlahi Armağan, s. 326 - 327.

[6] İlahi Armağan, s. 317.