Ulus-devlet inşası ile uluslararası göç arasındaki ilişkiyi incelerken, iki temel konuyu gündeme getirmekte fayda var. Birincisi, “ulus-devletin oluşumunun uluslararası göç anlayışını şekillendirdiği” tezi, ikincisi “bu tezde yer alan içgörünün sosyal bilimsel teorileri ve yöntemleri, özellikle de göçün konumuna ilişkin bilimsel söylemi etkilediği” iddiasıdır.

Ulus-devlet inşası ile uluslararası göç arasındaki ilişkiyi incelerken, iki temel konuyu gündeme getirmekte fayda var. Birincisi, 'ulus-devletin oluşumunun uluslararası göç anlayışını şekillendirdiği' tezi, ikincisi 'bu tezde yer alan içgörünün sosyal bilimsel teorileri ve yöntemleri, özellikle de göçün konumuna ilişkin bilimsel söylemi etkilediği' iddiasıdır. İndirgemeci yaklaşımlar, özellikle bu tezlerden ikincisiyle bağlantılı olarak, ulus devletlerin tek uluslararası göç anlayışı diyebileceğimiz unsura sahip olması gerektiğini belirtir. Küreselleşme zamanlarında bu tür pozisyonlar kendilerini ciddi eleştirilere karşı savunmayı zor buluyor. Özellikle direniş, öncelikle göçün bir sonucu olarak ortaya çıkan çok kültürlülüğün ulus devletin oluşumu üzerinde doğrudan olumsuz bir etkiye sahip olduğu görüşünü uyandırmaktadır. Bu, bizi çağdaş toplumların bu etnik, ulusal ve kültürel çeşitliliği nasıl ele aldığı ve düzenlediği sorusuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Küreselleşme, Ulus Devlet ve Uluslararası Göç

Küreselleşme tartışmalarında en çok öne çıkan konulardan biri uluslararası göç olgusudur. Yirminci yüzyılda, ulus devletlere bölünmüş uluslararası bir sistemde, bir ülkenin vatandaşları, pasaport veya vize gibi kurumsallaşmış prosedürlerle başka bir ülkeye taşınırken kontrol edilmektedir. Bir anlamda sınırlar ulus-devleti tanımlar. Yabancıların sınır geçişleri ve ülkedeki ikamet koşulları ise resmi egemenlik, diğer bir deyişle denetim egemenliği tarafından belirlenmektedir. Uluslararası göç hareketleri, yirminci yüzyıl boyunca artan küresel entegrasyonun etkisiyle dünya genelinde yoğunlaşırken, her ülke kendi ekonomik, sosyal ve politik yapısı ve geleneklerine göre bunlarla farklı şekilde karşılaşmakta ve bunlara karşı farklı tepkiler geliştirmektedir. Özellikle Batı ve Kuzey'in gelişmiş dünyasında, modernite ve ulus devlet düzenine paralel bir uluslararası göç düzeninin ortaya çıkacağı kuşkusuz varsayılabilir. Ancak, yirminci yüzyılın sonunda ve yirmi birinci yüzyılın başında, küreselleşmenin yeni boyutu, dünya çapındaki uluslararası göç hareketlerini bir kez daha ön plana çıkarmıştır.

Küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki ilişkinin yeni anlamı üzerine yapılan araştırmalar, birkaç kilit noktaya odaklanmaktadır. Öncelikle, küreselleşmenin insanların göç etme fırsatlarını artırdığını ve dolayısıyla onların olasılığını da artırdığını belirtmek gerekir. Mutlak rakamlara bakarsanız, daha önceki tarihsel dönemlerin göç hareketlerinin iddia edildiği gibi öncelikle coğrafi hareketlilik çerçevesinde gerçekleşmediği ortaya çıkıyor. Ancak farklı göç biçimlerinin ortaya çıkması ve coğrafi hareketliliğin yoğunlaşması ile yabancıların her iki yöndeki sınır geçişlerinin hızla artması, sınır kontrollerinin yönetilmesi ve yabancıların ülkedeki ikamet koşullarının izlenmesi gibi gelişmelerle birlikte giderek daha fazla hale gelmektedir.

Bu durum, ulus devletlerin kendi fikirlerine göre uluslararası göçü kontrol altında tutabilme koşullarının önemli ölçüde değiştiğini göstermektedir. Küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki ilişkiye ilişkin çalışmalarda ortaya çıkan ikinci en önemli hipotez, ulus-devletin bu ilişkideki değişen konumuyla ilgilidir. Hemen hemen her ülkenin hem göçmen gönderen hem de göç alan ülke olduğu, göçmen alan ve gönderen gibi kavramların yetersiz kaldığı ve uluslar üstü alanlar gibi yeni kavramların ortaya çıktığı, öğrenci göçü veya göçmen göçü gibi göç türlerinin ortaya çıktığı bir dönemde, geçici ve kalıcı ya da yasal ve yasadışı göç arasındaki ayrımların çoğu durumda zorluklara neden olduğu emeklilerin göçü devreye girerken, göçü ana aktörleri yalnızca ulus devletler olan bir dünya olgusu olarak görmek bu dönemde giderek sorunlu hale gelmektedir. Üçüncüsü, küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki yeni ilişki bağlamında, uluslararası göç, ulus devletlerin ana aktörler olmasına izin verilmeyen bir küresel yönetişim meselesi olarak ele alınmaktadır.

Başka bir deyişle, küreselleşme çağında, uluslararası göç hem kökenleri hem de yarattığı sonuçlar açısından, çok sayıda aktörü içeren karmaşık bir olgudur. Göçmenlerin kendileri, ev sahibi, alıcı ve hatta geçiş ülkeleri ve ayrıca uluslararası kuruluşlar söz konusu.

Daha önce de belirtildiği gibi, uluslararası göçün merkezi reflekslerinden biri, mevcut ulus devletlerin nüfus yapılarının göreli homojenliği üzerindeki değişen etkisidir. Küreselleşmenin yeni önemi bağlamında, bir yandan köklü etnik ve ulusal çoğulluk giderek belirginleşirken, diğer yandan farklı etnik ve ulusal kökenleri olan göçmenler, özgürce hareket etmelerine olanak tanıyan bir ortamla karşılaşmaktadır. Kültürel özelliklerine uygun bir yaşam sürmekte büyük güçlük çekerler. Ulus devletlerin farklı etnik, ulusal veya kültürel değerlere sahip göçmenlere karşı temel bir eylem olan asimilasyon politikası, yerini entegrasyon biçimleri ve çok kültürlülük tartışmalarına bırakıyor.