SOSYAL KATMANLAR

Suni yaşam tarzı ve buna mukabil kimi kuramcılar katmanlara ayırmış ve çeşitli isimlerle adlandırmışlar insan ve toplumları. Bu ayrımda kendilerince bir takım kıstaslar koymuş olsalar da ilim, ahlak ve edep bu skala da kendisine yer bulamamıştır.

Bir kast sistemi olan bu yapılanla ve isimlendirme, hayatın doğal akışı içerisinde gelişen ve iler tutar bir tasnif değildir elbette. Bir bakıma toplumun seçkinleri (!) tarafından kanunlaştırılmış ve diğer kesimlere de zora ki dikte ettirilmiştir.

Bir tahtakurusu misali insan ömrü yiyen bu tipler ve yapılanmalar, sanal katmanlarını bitmez tükenmez bir saltanat zannetmiş ve mevcut statülerine de dört elleri ile sarılmışlardır. Ayraca tabi tutulan diğer toplum ise tatlı mı sert mi, doğru mu yanlış mı, yerli mi yersiz mi diye sorgulamayıp tahripkâr bir bakış dahi atmamıştır bu kast sistemine.

Bir bakıma sessiz sedasız kabul ile reddediş arasına sıkışıp kalmış genişçe bir kesim, ve bu öldürücü sessizlik, sonra ki safhalarda aygın baygın bakışlara, o hayatları ‘’ cemiyet ‘’ adı altında hayransı bakış ve takiplere bırakmış yerini.

Şato ve villa bozuntusu yapılardan dışarıya sarkan insan müsveddeleri, emeksiz yükselişlerini daha bir tahkim etmişlerdir bu öldürücü sessizlik sonrası. Boğuk, yılgın ve asabi birkaç itiraz olagelmişse de bastırılmış, sindirilmiş ve bertaraf edilmiş bu seçkin zümre! tarafından.

Sahte, yapmacık, ciddiyetsiz, tatsız ve tuzsuz toplantılarına ve yaşam şekillerine çeşitli makyajlar çekerek, dış dünyaya servis ettikleri kokuşmuş ve korkak hayatlarına suni teneffüs pompalamışlardır. Mutsuzdurlar, doyumsuz, dur durak bilmez ve ipe sapa gelmez bu yaşantıları ile evvela ve sadece kendilerini boğduklarını kendileri çok iyi bilmekteler.

Aynı cemiyetin insanları bir duygudaşlık sendromu içerisinde birbirlerine acıyan bakışlar atmalarının yanı sıra, bir de birbirlerinden yardım bekleyen biçare olduklarının da farkındadırlar. Ama bu yaşam tarzının hükümran yasaları hepsini kapsama altına almış ve çaresiz depreşip durmaktadırlar bu hastalıklı yaşamları içinde. Çekip çıkarılmaya, insan ve özgür kılınmalarına duydukları özlemi başka hiçbir şeyde duymamaktadırlar.

Elemler, ıstıraplar, sancılar ve kıvranışlar ile debdebeli yaşamın kısır döngüsü kasıp kavurmaktadır nice insan ve yaşamlarını. Hem düşünce ve hem de duygu Dünyalarında ki bozuk akort, birbirini duymaz ve duysa anlamaz yığınlar haline dönüştürmüştür.

Sadece kendi dar Dünyaları içerisinde bulunan bu yığınlar, insana ve insanlığa dair çok yanlı ve çok yönlü bir bakış açısına dair de ciddi fakirlik çekmektedirler. Paranın vaat ettikleri ile ve ondan mahrum kalma korkusu bir ur gibi kuşatmış tüm Dünyalarını. Para Tanrıdır ve Tanrı kaybedilmesi risk edilebilir bir olgu da değildir…!

Akıl ve duygu tamamen nasır tutmuştur. Lafügüzaf birkaç kelam ve zevahiri kurtarmak kabilinden sağa sola çaresizce başı vurup durmaktır yaşam dedikleri savruluşları. Kendilerine ve kendi yaşamlarına dair bir derinlikleri de yoktur. Dar ve sığ Dünyaları her geçen gün daha bir küçülmekte ve daha bir kısırlaşmaktadır.

Ne göz ne kulakla dahi izlenmeye değmez bu seçkin güruh bir karın ağrısı, bir mide bulantısı kabilinden bambaşka bir seyrü sefer halindedirler. Bahsettiğim ve söyleyemediğim daha nice hasret ve özlemleri göz çukurlarına kadar aşina bir hal almışken, bütün bu aşinalıkları görme ve okuma özürlü nice yığınların imrenti içerisinde oluşları ise bir başka karın ağrısı cinsinden.

Hayat ile hayatiyet arasında ki nefes darlığı çekenlerin yaşamlarına dair imrenti duyan topluma, ne yazılsa ve ne kadar yazılsa hem yeridir ve hem de azdır…