Osmanlı’nın son çeyreğinde başlayan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında en yüksek seviyesine ulaşan ve günümüzde bazı çevrelerin ısrarla ve inatla devam ettirdiği “öz Türkçe” hareketi, Türkçeyi bütün yabancı dillerden “arındırma” değil sadece ve sadece İslâm medeniyetini tedai ettiren kelimelerden uzaklaştırma projesi olduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlı'nın son çeyreğinde başlayan, Cumhuriyet'in ilk yıllarında en yüksek seviyesine ulaşan ve günümüzde bazı çevrelerin ısrarla ve inatla devam ettirdiği 'öz Türkçe' hareketi, Türkçeyi bütün yabancı dillerden 'arındırma' değil sadece ve sadece İslam medeniyetini tedai ettiren kelimelerden uzaklaştırma projesi olduğu anlaşılmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca hiçbir lisanın kendi dışındaki dillerden kelime almadığına dair tek bir örnek yoktur.

Türkçemiz de bu gerçekten hareketle tarihi akışı içinde milletimizin temasta bulunduğu kültürlerden kelime ve kavram alış-verişinde bulunmuştur.

Nitekim başta Arapça ve Farsça olmak üzere Çince, Soğdca, Toharca, Moğolca, Slavca ve Rumcadan birçok kelime dilimize kazandırılmış ve bunlar bugün menşelerini hissettirmez hale gelmişlerdir.

Sıkça ifade ettiğimiz gibi bu tür kelimelere 'fethedilmiş kelimeler' denilmektedir.

'Kaldırım' kelimesi Rumcadır, Rumcadan bize gelmiştir.

'Kiler', bayrağın 'gönder'i hatta 'ninni' Rumcadan geçmiştir.

Hatırlamak gerekir ki, yabancı menşeli mülahazasıyla dilimizde asırlardır kullanmakta olduğumuz kelimelerin atılması sadece Türkçemizdeki kelimelerin kaybıyla kalmaz aynı zamanda 'atılan' kelime ve kavramlarla birlikte kültürel müktesebatımız da kaybedilmiş olur. Kaybedilen kelimeler ecdadımızın nisyana terk edilmesi ve nesiller arasındaki iletişimin zayıflatılması olarak da kendini gösterir/gösterecektir. Asırlar boyunca Türkçemizde kullanmakta olduğumuz ve nesilden nesile intikal etmiş kelime ve kavramlarımız asil hislerimizin taşıyıcısıdır. 'Öztürkçe' adı altında yapılan/yapılmaya devam edilmek istenen bu uygulama ile kök değerlerimiz hedef alınmaktadır.

Türkçe ibadet teşebbüsünün ayrılmaz parçası olan 'arı dilcilerin' lisanımıza neye mal olduğunu birkaç örnekle izah etmeye çalışalım:

Mesela 'rahmetli' veya 'merhum' kelimesini ele alalım. Rahmet mefhumu /kavramı, İslam öncesinde yoktu. O çağın telakkileri içinde 'rahmet' diye bir mefhum düşünülemezdi. Bu 'rahmetli' kelimesini bilmeyen yoktur. Şimdi 'öztürkçe/arıtürkçe' akımına 'kapılarak' 'merhum' kelimesini, 'yabancı menşeli' mülahazasıyla lisanımızdan 'atmış' olsak, 'merhum' kelimesinin yerine 'ölü' kelimesini ikame etmek mecburiyetinde kalacağız.

Bu durumda vefat etmiş birinden bahsederken 'ölü falanca' şeklinde ifade etmemiz gerekmez mi? 'Ölü falanca' ifadesiyle 'Rahmetli' veya 'merhum' kelimesi aynı mıdır?

'Rahmetli' kelimesinin yerine 'ölü' ifadesini kullanmakla vefat etmiş olan kişiye olan incelik ve hürmeti yok etmiş olmaz mıyız? Başka bir örnek verelim: Mesela bizim kültürümüzde 'şehit' kavramı çok önemlidir. Peygamberlik makamından hemen sonra gelir. Bir dinî ve manevî payeyi ifade eder. Bu kavram da Kur'an menşelidir ve 'arı dilcilere' göre bu kelime de 'atılmalıdır'.

Buna göre 'şehit' ifadesi yerine 'ölü' kelimesini koyarsak, kelime zenginliği kaybolduğu gibi muhteva ve hürmet derinliği yok olmaz mı? Düşünün; 'şehit asker' yerine 'ölü asker', 'şehit Mehmed' yerine 'ölü Mehmed' ifadesi kullanılmış olacak ki, bu durumda kavramlarımızın yok edilmesi bir yana, şehitlik gibi ulvî payenin kadavra mevkiine düşürülmesi gibi bir durum ortaya çıkarmaz mı?.

Banarlı (ö.1974), 'Bizim dilimiz, bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Atalarımızın bize miras bıraktığı en güzel iki şeyden biri vatanımız ise diğeri lisanımız' demektedir. Milletimizin İslamiyet ile buluşmasından sonra atalarımızın bu mümtaz mirasını ihtimamla muhafaza etmek hepimizin vazifesidir/görevidir.

Kur'an menşeli kelimelerin lisanımızdan 'atılması' 20. asra kadar hiç düşünülmedi.

Arada sırada düne bakmak lazım ama sürekli değil.

Düne bakacak "yüzümüz" olmak kaydıyla.

Ecdadımız Alparslan'ın emanetine sahip çıkmamış isek;

Fatih Sultan Mehemmed Han'ın mektubunu okuyamayacak hale gelmiş isek;

"Birisinin" yardımıyla okuyabilsek bile "arılaştırılmış" dil belasıyla anlayabilecek miyiz acaba?

Neredeeen nereye gelmişiz, değil mi?

Yol yapmak, köprü inşa etmek güzeldir ama bunların üzerinden geçecek olanlara yatırım yapmak gerekmez mi?

Sağıyla soluyla bu ülkenin yönetimine talip olan herkes milletimizin bin yıllık müktesebatına ihtimam göstermek durumundadır.

Milletimizin lisanına, kök değerlerine sahip çıkan ve hiçbir siyasî yapıya angaje olmayan sivil teşekküller desteklenmelidir.

Lisanımız, temel değerlerimiz partiler üstüdür ve varlık sebebimizdir.