Herkesin hayatında unutamayacağı birçok anısı vardır. Benim de çok var, tabii fotoğraf peşinde koşarken yaşadıklarım zaten unutulmaz.

Herkesin hayatında unutamayacağı birçok anısı vardır. Benim de çok var, tabii fotoğraf peşinde koşarken yaşadıklarım zaten unutulmaz.

İşte 10 Ocak 2017, İstanbul karakışını yaşıyor. Günlerden Cumartesi, İstanbul'a çok güzel kar yağmıştı. Biz fotoğrafçılar için eşsiz bir güzelliktir kar fotoğrafları çekmek.

Allah'ın kusursuz sanatını kim çekmek istemez.

Hava kar yağışından dolayı çok soğuk.

Arabalar yollara pek çıkmadı o gün.

Ben arabamla kar lastiği olduğu halde zor bir şekilde Fatih'e kadar ancak gelebildim.

Sırt çantamı tripotumu alıp yoğun kar altında ağır adımlarla önce Yavuz Selim Camii'ne gitmek istedim. Öyle soğuk var ki nefesim kesiliyor adeta. Camiye vardım. Kar diz boyu yürümek çok güç ama o fotoğraf sevgisi bizi dağa bile çıkarıyor. 'Yeter ki iste' diyor, evet, istemeden hayatta bir şey olmaz.

Güvenlik arkadaş çayı koymuş, 'Ooo üstadım hoş geldiniz safalar getirdiniz' diyerek o çetin soğukta sıcacık bir tebessümle karşılayarak içimizi ısıtıyor.

Kulübede ağır ağır çayımızı içerken Yusuf ve Mehmet kardeşim 'Ya üstat hiç mi insan erinmez? Hava fena, 5 metre önünü görmüyorsun. Şimdi o merdivenleri bu soğukta nasıl çıkacaksın?' dedi.

Bizim içimizdeki o aşk var ya anlatılmaz yaşanır.

Allah hiçbir emeği zayii etmez hiç kuşkusuz biz Ayeti Kerime'ye boyun eğmişiz ve duasız, besmelesiz hareket etmeyiz.

Çayımızı içtik 'hadi bismillah' diyerek buz gibi havada 132 basamak merdiveni ağır ağır çıkmaya başladım. Minarenin içerisi dışarıdan daha soğuk. Ortalama 15 dakika sonra şerefeye ulaştım ama kar dolmuş kapı açılmıyor.

Demiş ya Mevlana;

'Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!"

Evet, bende öyle yaptım. Şerefe ile Kubbe arası 25 metre ama nafile görünmüyor kar yağışından.

Tripot ile şerefe kapısını aralayıp biriken karı oradaki bir tahta ile kürek gibi temizledim.

Makinayı tripoda bağladım. Ellerim üşümeye başladı 10 dakika, 20 dakika, 30 dakika geçti, kar durmuyor.

O esnada telefonum çalıyor arayan güvenlik arkadaş 'Üstat iyi misin? Üşümüşündür, gel hasta olacaksın.' dedi. Kimin umurunda, çünkü orada fotoğraf çekmeliyim.

Allah nasip etti, yarım saat sonra bir an hava açılınca ben hemen hızla şerefeye girip 10 dakika çekim yapabildim.

Tabii o feyzle aşağıya indim arkadaşlar soğuk derdinde, ben o an fotoğraf derdinde.

Aşağıya inince Rabbime şükrettim bana verdiği bu güzellik için çok mutluydum. Üşümeyi düşünmeden içim ısınmıştı.

Kulübeye gelince üşüdüğümü anladım, çay içimizi ısıttı.

Kar her zaman olmuyor İstanbul'da. Belki o fotoğrafların bir eşi olmayacaktı ve gerçekten o yıldan sonra maalesef İstanbul'da kar olmadı.

Arkadaşlara 'Hadi bana müsaade' dedim. Sıra fethin ilk selatin camisi Fatih Camii idi.

Dizlerime gelen kara aldırmadan zorda olsa Fatih Camii'ne ulaştım.

Tabii oradaki arkadaşlarda 'Yahu bırak bu soğukta çıkma etme donacaksın' dediler. Dedim ya içimizi ısıtan fotoğraf dur der mi?

Hazırlandım başladım minareye çıkmaya. 168 basamak çıkarak şerefeye ulaştım.

Rüzgarın sesi içeride öyle bir uğultu yapıyor ki insan bir tuhaf oluyor.

Son şerefeye 20 dakika civarında ulaştım.

Rüzgar sanki beni oradan alıp götürecek çok sert.

Orada 15 dakika bekledim ve hava bir an açınca şehir gelinlik gibi adeta beyaza bürünmüş. 'Off' diyorsunuz. Başladım çekim yapmaya ve biraz sonra tekrar havada yoğun kar yağışı başladı.

Dedim 'Cemil yeter' indim aşağıya. Dinlendikten ve sohbetin ardından yola revan oldum.

Süleymaniye Camii'ne gitmeliydim. O kar fotoğrafları kaçmaz.

Grayderin açtığı yolda ilerlerken botumun su aldığını gördüm. O esnada bir esnafın önünden geçerken plastik içi yünlü botları gördüm.

İçeri girdim, selam verdim. Esnaf amca dedi 'Oğlum ne bu halin? Çıkar o ayakkabıyı çoraplarını önce ısın şurada' dedi. Sonra bana yünlü çorap getirdi. Birde 'O bottan giy evladım bununla Fizan'a bile gitsen su almaz.' dedi.

Aldım, esnaf amcaya teşekkür ederek yola koyuldum. 45 dakika civarı yürüyerek Süleymaniye Camii'ne ulaştım.

Orada da arkadaşlar çay içiyorlardı, ortak olduk. Dinlendikten sonra '242 basamak çıkacak var mı benimle' dedim, hiç birinden ses yok. Üşeniyorlar tabii. Aklıma kardeşim Dr. İbrahim Akkurt geldi. Aradım bana eşlik etmek için geldi. Beraber 242 basamaklı minareye doğru çıkmaya başladık. Süleymaniye Camii minaresi İstanbul'un en büyük minarelerine sahip.

Tabii İbrahim hocamız tarihçi olunca muhabbetin keyfine diyecek yok. En tepeye çıktık, şerefeden dışarı bakamıyorsun çok sert rüzgar mevcut orada.

5-6 dakika sonra hava açınca hemen çekime başladım. Ama ayaklarımı hissetmeyecek kadar soğuktan artık basamaz oldum.

O rüzgar insanı felç eder. Yukarılarda millet evinde, çay ocağında, ofisinde, bizler o havada minare tepelerinde bir şeyler çekmek derdindeyiz. O sevda, aşk bambaşka. Titreye titreye aşağıya indik.

Sırada Sultanahmet Camii var ama akşam vakti yaklaşıyor. Vardık Sultanahmet'e İbrahim Akkurt ve İbrahim Müezzin hocam ile önce caminin 2 şerefeli minaresine çıktık. Üçümüz neredeyse donacağız. Ama o muhteşem fotoğraflara trilyon versen tekrarı yok.

Dedim 'Arkadaşlar ben 3 şerefeli orta minareye çıkmalıyım.' Çünkü en iyi manzara kadraj oradaydı. Ayasofya Camii ve arkada boğazı gören en müstesna yer burasıdır. Bir defa insanı alıp başka bir duyguya götürür, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şehir zaten yok. İnşallah bu şehre, Fatih'in bize emanetine sımsıkı sarılır sahip çıkarız. Her tarafı adeta tarih fışkıran bir şehir. İşte o nedenle kar görüntüsü gerçekten olağanüstü güzellikte. Nasıl fotoğrafı çekmezsin? O soğukta donuyorum ama kaçırılmayacak bir anı durdurmuş oluyorum. Çünkü bu anın tekrarı yok

İbrahim Akkurt ve İbrahim Müezzin hocam 'Üstadım bizden bu kadar' dediler. Kendi kendime 'Cemil topla gücünü hadi bismillah.' dedim.

Ve diğer minareye çıktım ama gücüm artık kalmadı gibi. Birkaç foto çektim. Hele ki bir selfie çektim 8mm ile hiç unutamam. Tripotu tutup kaldırıp çekim yaptım, 2. seferi yapamadım gücüm kalmadı o soğukta deklanşöre artık basamaz hale gelmiştim.

Toparlanıp aşağıya inip çay içmeye geçtik. 1 saat kendime gelemedim.

Siz siz olun yapabileceğinize inandığının yoldan asla vazgeçmeyin. Çünkü bazı şeylerin hayatta tekrarı yok.

İçimiz ısındı. Tarihçi İbrahim hocama dedim ki 'Biz bugün kaç basamak merdiven inip çıktık bu soğukta?'

Başladık tek tek saymaya.

Sonuç bizi kendimizden aldı.

1452 basamak çıkıyor. Bir büyük basamakta Fatih'in minare kapısının önündeki taş olunca 1453 hedefine ulaştık.

3 defa saydık ve doğruluğunu tespit ettik.

Bu büyük bir tevafuk olsa gerek dedik. Biz Osmanlı torunuyuz ecdadımızın izinden gitmek bize ayrı bir gurur veriyor.

Siz yeter ki gönülden isteyin. Ne kış, kar, soğuk, rüzgar size vız gelir. En derin sevgi, saygı ve hürmetle.