Sedefkârağa ne kadar güzel bir söz söylemiş. O, sözün ruhuna münhasır olan tefekkür dokunuşlarıyla âdeta insanı kendinden alan, müthiş eserler bırakan, kadim bir dostumla “sedef” hakkında tüm bilinmeyenleri gözler önüne sereceğiz. Sedefin ne olduğunu, nasıl işlendiğini, nereden nasıl başladığını büyük keyifle dinleyeceğiz.

'Sanat, insanın ruhuna dokunan bir şeydir.'

Pir-i Sedefkar Mehmet Ağa.

Sedefkarağa ne kadar güzel bir söz söylemiş. O, sözün ruhuna münhasır olan tefekkür dokunuşlarıyla adeta insanı kendinden alan, müthiş eserler bırakan, kadim bir dostumla 'sedef' hakkında tüm bilinmeyenleri gözler önüne sereceğiz. Sedefin ne olduğunu, nasıl işlendiğini, nereden nasıl başladığını büyük keyifle dinleyeceğiz. Sedef aynı zamanda Kur'an'da inci ve mercan olarak denizden çıkarılan, Allah'ın bir lütfu olduğundan söz edilmektedir. Bize sedef sanatını en ince ayrıntısına kadar aktaracak olan kıymetli Üstad Şevket Hakan Üç'ten sedefin ruhunu, güzelliğini, asaletini konuşacağız.

'Bir eserin güzelliği, yapımındaki detaylarda gizlidir.' Sedefkar Mehmet Ağa

Bu sözdeki güzelliğe, detaylardaki gizliliğin sırlarına Sedefkar Üstadımız Şevket Hakan Üç ile ulaşacağız.

Öncelikle Osmanlı'da sedef işinin piri Mimar Sedefkar Mehmet Ağa'dan kısaca bahsetmek isterim.

Sedefkar Mehmet Ağa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Mimar Sinan'dan sonra en önemli mimarlarından biriydi. 17. yüzyılda İstanbul'da birçok önemli yapıyı tasarladı ve inşa etti. En ünlü eseri, Süleymaniye Camii'nin mihrap kürsüsüdür. Ayrıca, Sultan Ahmed Camii'nin revakları ve Üsküdar'daki Aziz Mahmud Hüdayi Camii de dahil olmak üzere birçok cami, medrese ve türbe tasarladı. Sedefkar Mehmet Ağa, tarih boyunca Osmanlı mimarisinde unutulmaz bir isim olarak kalacak.

1562'de Elbasan'dan İstanbul'a (Kostantiniy'ye) geldi. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinde bir yıl bahçe bekçisi oldu. Ardından Hasbahçe'ye girdi. Acemi oğlanlarının musikî meclisinden etkilenerek tezene çalmaya başladı.

1570'ten 1589'a kadar Mimar Sinan'nın öğrencisi oldu. Muhzırbaşı oldu. Mimar Sinan'ın ölümünün ardından Mimar Davud Ağa'dan, sonra da Dalgıç Ahmed Ağa'dan ilim öğrendi. 1590'da kulle sofisi oldu, Mısır'a gitti, oradan bütün Arabistan'ı dolaştı. İstanbul'a döndükten sonra sultanın emriyle Rumeli teftişine çıktı. Selanik, Arnavutluk, Malta, İspanya, Bosna, Frengistan, Budin, Erdel, Eflak, Boğdan, Kırım, Kefe, Silistre, Niğbolu, Semendire, Belgrat'ı görüp döndü. Diyarbakır'a müsellim olarak gitti, altı ay idare etti. Şam'da Havran Nahiye Hakimi oldu.

1598'de su nazırı, sekiz yıl sonra da, 1606'da mimarbaşı oldu. 1609-1610 yıllarında Sultan Ahmet Camii'nin temeli atıldı. Caminin tamamlanması 7 yılı buldu.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Mehmet Ağa'dan şöyle bahsetmektedir;

'Bu şehr (İlbasan) içre kırk adet çeşme-i ab-ı hayat vardır. Cümle çeşmesarların kemerleri kaşii çinidir. Tahrir olunan tarih budur.' Risale-i Mimariyye'nin verdiği bilgilere dayanılarak Mehmet Ağa'nın hayatı şöylece özetlenebilir:

(1569/1570) Sedefkarlar karhanesinde dinlendiği bir hendese dersinden sonra mimarlık ve sedefkarlık sanatına heves etmiş, sedefkarlar halifesi Üstad Mehmet tarafından yetenekleri sınanmış, başarılı görülerek mimarlık ve sedefkarlık eğitimine başlamıştır. (1588/1589) yılları arasında Üstad Mehmet, Mimar Sinan ve birçok devrin büyük mimarının yanında 20 yıla yakın bir süre talebelik ve yardımcılık yapmış, mimarlık sanatını en iyi şekilde öğrenmiştir. Mimar Sinan, Mehmet Ağa ile yakından ilgilidir.

Sedefkar Şevket Hakan Üç kimdir? Sedefkar olma yolunda ilk adımlarınızı nasıl attınız? Kimlerden feyz aldınız?

1972 İstanbul doğumluyum. 1996 yılında geçirdiğim ameliyatlar sonrasında bir gece bir rüya neticesinde sedef kakma sanatı ile Sanat hayatım başladı. Tabiî ki bu başlangıç, seyr-i sülûk uzun ve meşakkatli bir süreçti.

1996-97 yıllarında sedef kesme ile başladım. Sonrasında kesilen bu sedefler ahşaba kakma işlemi ile devam etti.

Bu süreçte sanat ve tasavvuf ilişkisini, sanatsal üretim, öğrenim, ürün bilgisi ve sedef kakma sanatı tekniklerini öğrendim. Akabinde sanatımın tarihini, eski ustalarını araştırdım.

2000'li yılların ortasında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Somut Olmayan Kültür Mirası Sedef Kakma Sanatçısı oldum.

İlk eğitimimi Sedefkar Sinan ÇİFÇİ'den aldım. 3 yılın sonunda hocamın hocası Hüsamettin YİVLİK ile devam ettim.

Aldığımız bu sorumlulukla çalışmalarımıza devam ettik. Çeşitli kültürel sergi ve etkinliklere katıldım. Daha sonra Millî Eğitim Bakanlığı Geleneksel Sanatlar Meslek Liselerinin kuruluş çalıştayı sonrasında ustamla birlikte T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünce Milli Eğitim Bakanlığı Sanatçısı olmaya uygun görüldüm

İstanbul Pendik Belediyesi'nde Sedef Kakma Hocalığı yapmaktayım.

Geleneksel Sanatlara başlama biçimim belki klasik arzu ve istekle oluşmadı. Geçirdiğim operasyonlar sonrası, nekahet süresi (rahatsızlık dönemi) geçtikten sonra bir gece rüyamda bir emir geldi;

'Sedef'le ilgilen.' dediler. O zamana kadar sedefi sadece bir tür hastalık olarak bilirdim. Evimin yakınlarındaki bir caddede bir afiş gördüm.

Burada araya girmek istedim. Üstad Pirin sözü aklıma geldi.

'Sanat, insanın ruhuna dokunan bir şeydir.' Sedefkar Mehmet Ağa

Sizde öyle bir dokunuş yaptınız ki gerçekten bizlerin ruhuna dokundunuz.

Buyurunuz...

Sedef kakma kurs afişi...

'Sizin hayır sandığınız şer, şer sandığınız şeyde hayır vardır Allah bilir siz bilmezsiniz.''

Bakara Suresi, 216. ayet

Biz de böylelikle sanatımıza bu teslimiyetle başladık. Ameliyatlar sonrası gözde ve görmede hasarlı birisi olarak teslimiyetle başlayan bu yolculuğun her anı hikayelerle dolu oldu. Doldurana hep şükür ederim. Tabiî ki böyle olunca da yaptığımız işlerin ve eserlerin de hikayeleri hasıl oldu.

'Sanat, insanın kendini ifade etme yoludur.' Sedefkar Mehmet Ağa

Sizin sanatınızda aynı şekilde. Öncelikle sedef nedir? Nasıl bir malzemedir? Nerelerde çıkar? Sedef kakma sanatı nedir?

Sedef; sözlük anlamıyla, midye, istiridye gibi deniz hayvanlarının kabuklarının iç kabuğunda bulunan ve sedefcilikte kullanılan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye denir. Sedefi işleyen kişiye de sedefkar denir. Sedef sadelik, parıltılı, en değerli nesne demektir. Kur'an-ı Kerim'de, Rahman Suresi'nin 22 ve 23'üncü ayetlerinde geçer.

Sedefin genel olarak bulunduğu yerler, özellikle zarif incilerin toplandığı bölgelerdir. Avustralya'nın kuzeyi ve doğusu, Tahiti, Gambier Adaları, Meksika'nın Büyük Okyanus kıyıları ve Madagaskar'da bol miktarda bulunur.

Sedefin aslı, bilindiği gibi deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır. Uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır.

Sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanım sahaları ve tarzları bakımından dört ana grupta toplanmaktadır. Eser-i İstanbul… Şam işi... Viyana işi… Kudüs işi...

Üstad burada aklıma Ziya Paşa'nın güzel bir sözü geldi;

'Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde'

Aslında sizin sanatınızda, bu sözde olduğu gibi izah ediyor kedini. İşin sırrı işte burada yatıyor.

Siz hangi usul çalışıyorsunuz? Geleneksel sanatlar içerisinde nasıl konumlanır?

Biz eser-i İstanbul usulü çalışıyoruz.

Bu dört farklı tarz sedefi dört farklı tarz şeklinde işler. Biz eser-i İstanbul usulü çalışıyoruz. Bu tarzda sedefler öncelikle kabuksu biçimden düz hale getirilir. Sonrasında motifler üzerine yapıştırılan sedefler, kıl testeresi ile kesilerek eser ortaya çıkarılır. Çalışmalarımızda altın ve gümüş kullandığımız için de yaptığımız iş bir nevi kuyum alanına da girer. Şam işi denilen tarz, artık Gaziantep işi olarak da adlandırılabilir. Taş motoru ile motife uygun hale getirilen sedef oyulan ahşaba kakılır. Kenarları tel dönülür. Diğer iki usulde çok fazla çalışılma yapılmamaktadır. Kudüs işinde, istiridye kabukları negatif kesilmek suretiyle tam kabuk kullanılarak yapılır. Tabi ki bu süreçler uzun zaman ister, sonra gomalak cila yaparız. Bu sanatla uğraşmak sabırla olur. Çünkü diğer sanatlarda iş ilerledikçe şekillenir ve talebeleri motive eder, ama bizde son cila atılana kadar bu süreç devam eder.

Eser-i İstanbul usulü sedefi en nazik işleyen tekniktir. Kudüs işi, Viyana işi ve Şam işi tekniklerini de gerektiği zaman kullanabiliyorum.

Hocam çok güzel izah ettiniz. Sedefkar Mehmet Ağa'nın sözüyle

'Sanat, insanın hayatına anlam katar.'

Sedefkar olmakta sizin hayatınıza çok farklılık ve anlam katmış.

Ülkemizde eser-i İstanbul dediğimiz tarz rağbet görüyor. Şam işine gelince… Malumdur, Şam yakılıp yıkılınca şimdilerde Gaziantep işi olarak devam ettiriliyor. Gaziantep işi, sedef kakma da çok rağbet görmektedir.

Bizler, geleneksel sanatlar dallarını nitelendirirken, Türk-İslam eserlerine bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalden bakınca geleneksel sanat dalları da sırasıyla ortaya çıkar. O zamanda asıl olan, yegane kaynak, ilahi kitabımız Kur'an-ı Kerim görünür. Sanatçı ilhamını Hak'tan aldığında önce ilahi kitabını güzel yazmayı arzular.

Hat sanatı Hakk'ın kitabını en nadide ve en güzel bir şekilde yazmakla başlar. Sonra o yazılan hat sahifeleri tezhip sanatı ile süslenir.

Tezhip sanatı gelişerek devam eder. Mushaf yaprakları cüz cüz bir araya toplanmak suretiyle cilt sanatı devreye girer. Ve onun iç kısımlarının da daha ala olması için ebru sanatı ciltlerin yan kapaklarını süsler.

Tüm bu işler bitince mushafı korumak için ahşaptan Kur'an-ı Kerim muhafazaları yapılır. Bu süreci, Kur'an-ı Kerim'i okumak için ahşap rahlelerin yapımı takip eder. Söz konusu muhafazaları ve rahleleri en nadide biçimde süslemek için de, Allah'ın engin nimetlerinden birini sembolize eden sedefle sedef kakmalar yapılır.

Ahşaba değer katan sedefler ve motiflerle Kur'an-ı Kerim muhafazalarının daha nadide olması için göz nuru dökülür.

Sedef kakma sanatı daha sonraları ilerleyen ve gelişen Osmanlı mimarisinde de çok kullanılır. Camilerde iç mekan mahfillerde, minberlerde ince ince işlenerek boyut kazandırılır.

Sedefkarlık Sanatı İslam Mimarisini Nasıl Etkilemiştir? Sedef kakma sanatına bakış açınız nedir?

Geleneksel Sanatlar Meslek Liselerinin kuruluş aşamasında düzenlenen çalıştayda, sedef kakma sanatını, ahşap işleme kategorisinin içinde değerlendirdik. Türk-İslam eserleri içeresinde pek çok örneği bulunan sedef kakma sanatı, İslam mimarisini de derinden etkilemiştir. Rahlelerde, sultan kayıklarında, köşklerde, yeniçeri yatağanlarının kabzalarında, hattatın hokka takımında, çelebinin kavukluğunda, kızlarımızın çeyiz sandıklarında, padişahların tahtlarında, camilerimizde, evlerimizdeki en özel eşyalarda, hanımefendinin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanılmış ve değer verdiğimiz eşyalarımız sedef kakma ile süslenmiş, bezenmiştir.

Sanata bakış açım şöyledir: Sanat bir han gibidir. Ustalar hancı olur, ömürleri vefa ettikçe yolculara hizmet ederler. Yolcular handa talep ettikleri kadar kalırlar, talep eden talebe olur. Bu bir çark gibidir; hedefe ulaşmak için döner durursun ve bir yerden sonra hedefte bulursun kendini.

Üstad affınıza sığınırak bu sözlerinize binaen Mevlana'nın şu sözü aklıma geldi:

'Allah'ın sanatlarını gören gözler olmasaydı ne yeryüzü dönerdi ne yeryüzü gülerdi.'

Mevlana

Sözün özü ise sedef kakma sanatı, İslam mimarisini en derinden etkilemiştir.

Çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerinizden bahseder misiniz?

Çıraklık dönemi genellikle Sinan Çitfci ustamdan aldığımız eğitimle geçti. Diğer dönemlerde de Hüsamettin Yivlik Ustamın yanındaydım. Biz geliştikçe işlerine destek olduk.

Ustam da gelişmemize her daim katkı sundu.

Ustam hep derdi ki; 'Ben size vereceğim ama siz de bana yenilikleri, geri bildirim yaparak vereceksiniz.' Karşılıklı bir beslenme biçimi, bir öğretim, bizim ekolümüzün temeli…

Bu şekilde devam ediyoruz. Bu süreç kimi zaman usta-çırak kimi zaman baba-evlat olabilmek gibidir. Sonrasında biz de Pendik Belediyesi Sedef Kakma Hocası olunca biz de bu ekole uygun talebeler yetiştirmeye başladık. Ustam da diğer talebeleri ile devam ederken ona destek olmaya çalışıyoruz. Bu sanatın kaybolmaya yüz tutmuş olması nedeniyle özveriyle çalışıyoruz. Hüsamettin Hocamın gerek manevî gerek sanatçı kişiliği ile her anını ders gibi kabul ederek dizinin dibinde durmaya çalıştım. Bu umde sanatta çok önemliymiş meğerse sonradan idrak ettim. Talebe yola sadakatle girerse sebat etmeyi de bilir.

Sebat eden de sanatını sevgi ve aşk ile tatbik eder.

Velhasıl, hocamla geçirdiğimiz dönemleri toparlarsak önemle 3-S (sadakat, sebat, sevgi) diyebilirim.

'Hüsamettin yivlik müstesna bir değerdir.'

Hüsamettin Yivlik, Türk sedefkarları arasında nesli azalan kıymetli bir sedefkardır. Sedef kakmayı felsefesiyle öğreten ender ustalardan biridir. Müstesna bir değerdir. Hüsamettin Ustamın yetiştirdiği bir talebe olmak, onun ekolünü temsil etmek, icazetini almak ve sanatımızı ve felsefesini gelecek nesillere taşımak omuzlarımıza bir o kadar da sorumluluk yüklüyor demektir. Sedef kakma sanatı öyle bakarak, görerek öğrenilecek bir sanat değildir. Bunlardan dolayı kendimi şanslı addediyor ve Rabb'ime şükür ediyorum. Ustama bereketli bir ömür dilerim. Biraz nasip, biraz liyakat ve çok da sadakat ihtiva eder. Ben bu keyfiyeti şuna benzetiyorum: Mezopotamya kültüründe bir çarkıfelek motifi vardır. Yaşam ve ölüm döngüsünü temsil eder. Benzer ilişki tasavvufta da mürşidi kamil ile derviş arasında olur. Hüsamettin Yivlik Hocamda bulduğumuz aslında bir nevi aradığımızdır. Allah kendilerinden razı olsun. Her daim duacısıyız ve yamacındayız. Ustam Hüsamettin Yivlik'ten Allah razı olsun. Beni talebeliğe kabul etmesi, sanatın tasavvufla iç içe olduğunun belki de imtihanıydı. Talebesi olduk, bu imtihanı geçtik elhamdülillah. Sonrası mülayim kişiliği ve sakinliği ile hoşgörü içinde geçti. Sanatı Sinan Çiftçi Ustadan öğrendikten sonra, sanatın felsefesi ve sanatın kavramları yanı sıra, sanat ve tasavvuf ilişkisini hep Hüsamettin Yivlik ustamdan öğrendim.

Bizim usta-çırak ilişkimizin, üstadımızın bizden sonra gelen talebelerine örnek olduğuna inanıyorum.

Bir parantez açmak istiyorum burada çok önem arz ediyor.

Sedefkar Mehmet Ağa sedef kakma sanatında bence engin bir deryadır. İnsanın bakmaya doyamadığı ve baktıkça bakası geldiği nadide bir elmas gibidir. Arnavutluk Elbasan'dan devşirilmiş bir çocuğun bahçıvanlıktan başlayarak Osmanlı'da devleştiği bir kişiliktir. Mimar Sinan ustası gibi, o dönemin yöneticileri tarafından hayatında üç kez kellesi alınmakla tehdit edilmiştir. Bu keyfiyete kader mi deriz ya da usta-çırak ilişkisindeki gönüldaşlık mı bilemem.

Sedef kakma sanatının tarihinden bahseder misiniz?

Sedef kakma sanatı benim için çok farklı bir dünyadır. Bunun böyle olması bir emir ile belki bu yola girmemizdendir. Belki ilk ustam Sinan Çiftçi'nin naifliğindendir. Ya da ustamın da ustası Hüsamettin Yivlik'in mülayimliğidir. Ama her zaman ol deyince olduranın hikmeti olduğuna inanırım.

'Sedef kakma sanatının piri Şuaybi Hindu isimli bir zattır.' der Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde. Benim araştırmalarıma göre sedef sanatının tarihi 1200'lü yıllara kadar gidiyor. Doruk ve en görkemli zamanı ise 1600-1690 yılları arası diyebiliriz.

'Bu topraklar bilinmeyen sırlarla doludur.'

Bu topraklar bilinmeyen Sırlarla doludur. Halen de çözülmemiş o kadar çok sır vardır ki, akıl almaz deriz. Oysa mum ışığına bile 'söndür' ya da 'kapat' demeyip 'dinlendir' diyen bir toplumun ferdiyiz. O zamanlarda 'ateşi sırla' ya da 'dinlendir' derlermiş. Mesela Süleymaniye Camii'nin altındaki hendese kıraathanesinde Mimar Sinan Hazretleri talebeleri ile geceleri bazen sabah ezanına kadar hendese (geometrik çizim) meşkleri yapar ve çalışırlarmış. İşte sedef kakma sanatı da Mimar Sinan Dönemi ve onun üç talebesi olan Su Yolu Nazırı, sonradan Mimarbaşı olan Davut Ağa, bilahare Mimarbaşı olan Dalgıç Ahmet Ağa ve tabiî ki en doruk zamanı ismi ve lakabı 'Sedefkar' olan Mehmet Ağa'dır.

Sedef kakma sanatı Osmanlı ile birlikte bütün medeniyetlerde vardır. 19 ve 20. yüzyıl Avrupa'sında ahşap sanatına olan ilginin azalıp heykeltıraşlık ve klasik beton yapı tarzlarına ilginin giderek artması, barok (barok mimarlık abartılı hacim ve dekorları kullanarak görkem ve güç etkisi yaratmaya çalışmıştır.) ve rokoko tarzı (barok stiline karşı tepki olarak klasik stilin yeniden ortaya çıkmasından sonra rokoko deyimi modası geçmiş şey anlamında kullanılmıştır. Barok stilin hatları gibi eğri büğrü çizgili motiflerden ibaret olup baroktan daha ince ve şekillerin kıvrımları daha zarif bir stildir.) mimariyi etkilemiş ahşap daha az kullanılmaya başlanmıştır. Buna paralel olarak da sedef kakma işlemeli eserler azalmıştır.

Sedef kakma sanatı başlangıcından beridir rağbet görmüş ve gelişmiştir. 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dahilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedef kakma sanatı öğretildiği kaydedilir. Bu nadide ve kaybolmaya yüz tutmuş sanat hem ham maddenin denizlerde azalması, hem de okyanuslarda az bulunur hale gelmesinden dolayı nadide ve statü belirler hale gelmiştir.

Cami kapılarındaki sedef kakmalar hep aynı tarzda mı ve neden anlamlı?

Sedefkarlık her şeyden önce bir "çizim, ölçü ve estetik sanatı" olduğundan mıdır bilinmez, sarayda yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu sanatın ehli olduğunu görüyoruz. 16 ve 17. yüzyıllar, sedefli eşya kullanmanın İstanbul'da bir moda haline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimarî unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murat'ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmet Ağa, Sultanahmet Camii'nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Sedefkar Mehmet Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Mimaride sedef kullanımı tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile başlamıştır. Burada camiler de yoğun kullanılması sultanın ALLAH'ın evine ve ibadethaneye hürmeti ie kulun Rabb'ine şükrünün ve bu nadide değerin ona layık olduğunun göstergesi olmuştur. Hatta o dönemlerde Kabe restorasyonları Osmanlı sultanları tarafından yapıldığı için oradaki değerli, kıymetli yakut, zebercet, yeşim taşları bile bu camilerde kullanılmıştır. Dönemin motifleri ve tarzları o dönemin mimarbaşının maharetine göre değişim göstermiştir.

Bazı mimarların sedefkar olmasının ne gibi getirileri olmuştur?

Mimar Sinan Dönemi Osmanlı mimarisinde en doruk dönemdir. O dönemde yetişmiş ve Sinan'ın rahle-i tedrisatından geçmiş Dalgıç Ahmet Ağa, Su Nazırın Davud Ağa ve Sedefkar Mehmet Ağa'dır. Bunların içinde en mahiri Sedefkar Mehmet Ağa olup, zaten son mimarbaşı olarak bilinir. Sonrasında mimarbaşılık makamı Kasım Ağa tarafından yapılsa da o makam lağvedilmiştir. Bu mimarbaşıların için de Kabe restorasyonu yapan Sedefkar Mehmet Ağa'dır. Sedefkarinin mimarî üsluba girmesi tamamıyla bir hendese (geometri) işidir. Mesela Topkapı Sarayı revan köşkünde Sedefkar Mehmet Ağa'nın 1. Ahmet Han'a yaptığı bir arife tahtı vardır ki, tamamıyla şah kulu motifi ve sedef kakma, gümüş, altın, yakut zebercet, yeşim Kabe taşları ile işlenmiştir.

Osmanlı sultanları sedefi nerelerde kullandılar?

Yukarıda bahsettiğim gibi sarayda sultanın kullandığı en nadide eşyalar hep sedefle süslenmiştir. Bunun sebebi sadece süslemek değildi. Sedef Kur'an'ı Kerim'de Rahman Suresi'nin 22 ve 23. ayetlerinde zikredilen 'lü'lü' olduğu için manevî bir güç ve şifa özelliğinin olmasından da kaynaklıdır. Kur'an muhafazalarından sultan kayıklarının köşklerine, yeniçeri yatağan kabzasından hattatın hokka takımına, çelebinin kavukluğundan, hanımefendileri nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanılmıştır. Kızlarımızın çeyiz sandıklarında, padişahların tahtlarında, camilerimizde, evlerimizdeki en özel eşyalarımız bile sedef kakma ile süslenmiştir.

Osmanlı ve günümüzde de sedefin aynalarda sık kullanılmasının sebebi nedir?

Ayna bizim kültürümüzde zahirî ve batınî anlamlar içerir. Sedef, bu alemde içinde mücevher ihtiva eden, üreten, içinde barındıran ve bizlere Hak tarafından bahşedilen tek mahlûkattır. Bu mücevher incidir. Yani 'lü'lü'dür. Ayna/sırda insanın kendine benliğini gösteren bir araç olduğuna göre o benliğin de, Hak'tan zuhur olan bir kıymetle süslenmesi, aslına rücu etmenin görsel bir ifadesidir. Bu bakış sanatsal bir bakıştır. Bunu tasavvufî olarak da çok farklı değerlendirebiliriz.

Sedefin dışında hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Uygulama alanlarınız hakkında konuyu açar mısınız?

Sedefin yanında aynı zamanda abalon, yarı kıymetli taşlar, kıymetli taşlar, altın ve gümüş gibi kıymetli madenler ve bağa (bağa; deniz ve kara kaplumbağaları ve kimi hayvanlarda vücudun tümünü ya da bir bölümünü koruyan boynuzumsu ya da kireçli örtenek, boğumlu kabuk, fildişi, kemik, çeşitli filetolar sedefin yanında kullanılan malzemelerdir.), fildişi, kemik ve muhtelif filetoları kullanıyoruz.

Ceviz, koyu renkli abanoz, maun, pelesenk vb. ahşap yapıtların üzerine çeşitli formlarda açılan yuvalar uygulama alanlarıdır. Genellikle kendi talebelerim ile birlikte çalışıyorum.

Zaman zaman bazı firmaların antika eserlerinin restorasyonunu yapıyoruz. Kuyum işi takılar ve yüzükler tasarlıyoruz. Bu işler özel tasarımlar olduğu için piyasada alıcı bulunuyor. Bilirsiniz, öncelikler yaşam içinde her zaman değişiklik gösterir. Eser-i İstanbul tarzı, ince işçilik kesimi nedeniyle aynı zaman da kuyum işini de kapsıyor. Bu minvalde tasarımı bize ait özel takı yüzük ve kolyeler, çeşitli hat ve motif duvar levhaları, sandıklar, mücevher kutuları üretiyoruz.

Atölyenizden ve atölye ortamından bahseder misiniz?

Atölyemiz Pendik'tedir. Pendik Belediyesi Sedef Kakma Kursunu da aynı yerde vermekteyim. Eski usul çalışma tarzını devam ettirirken, yeniliğe ayak uydurmak için son teknolojiye sahip mini makinaların yanında, kendi yaptığımız, işimizi kolaylaştıracak alet ve edevatları da geliştirdik. Çalışmalarımıza bu atölyede devam ediyoruz. Sedef kakma atölyemizde aynı zamanda bi-hamdillah bir yandan yeni eserler üzerinde çalışırken diğer yandan da yeni isimler yetiştirmenin tatlı telaşı içerisinde bulunuyoruz.

Tüm bu malzemeleri hangi aletlerle işliyorsunuz?

Çekiç, keski, kerpeten, pense, oyma aletleri, iskarpela çeşitleri, küçük oyma bıçakları, zımpara veya zımpara taşı, mengene, testere ve eğe asıl kullandığımız aletlerdir. Boyamada kullanılacak muhtelif boyalar (gomalak cila vs.) ahşap boyası, fırça, kalem, macun yapımı için kullanılan yapıştırıcılar ve sağlam damarsız ağaçları da (ceviz, koyu renkli abanoz, maun, pelesenk vb.) kullanmaktayız.

'İYİ USTA İŞİNE GÖRE KENDİ ÂLETİNİ GELİŞTİRİP YAPANDIR.'

Tüm bunlar sedef ustasının yani sedefkarın kullandığı malzemelerdir. Bunların hepsi bezeme veya süsleme malzemeleridir.

Bazı özel oymalar ve kakmalar için kendimizin geliştirdiği aletler de mevcuttur. Eskiler derler ki; 'İyi usta işine göre aletini kendi geliştirip yapandır.' Bizler de bu düsturla aldığımız emaneti bizden sonraki nesillere taşımaya çalışıyoruz.

Sedef kakma sanatına ilgi nasıl?

Sedef kakma sanatı kaybolmaya yüz tutmuş bir sanat. Sanatımızı UNESCO Kültür Mirası'nın içine bu sene dahil ettirme gayreti içerisindeyiz. Bu sanatı devam ettirmek için kurulan Geleneksel Sanatlar Meslek Liseleri ve Belediye Kursları ve özel kurslarla devam ettirmeye gayret ediyoruz. Erişimi kolay olmayan ve maliyetli bir sanat olduğu için de rağbet çok fazla değil. Ancak kurslarımıza gelen talebeler ve özellikle gençler evvelemirde meraklı. Ancak ürün çıkarmaya başladıkları zaman merakları daha fazla artıyor. Bir de malzeme temini kolay bir sanat değil. Ustası da az. Dolayısıyla sedef ehli ile çalışılması gereken bir sanat. Talebe sedef istediğinde sedef, kemik boynuz istediğinde kemik boynuz temin edebilmek çok önemli.

'Kem alat ile kemalat olmaz.'

Sıklıkla kullandığınız motiflerden bahseder misiniz?

Yola, ustam Hüsamettin Yivlik'in ekolünden devam ettiğimiz için 'Selçuklu Tarzı' ve Rumî motifleri genellikle severek çalışıyoruz. Rumî motiflerin kapsamı geniş olduğundan çok kullandığımız motif grubunu oluşturur. Bir başka önemli hususta bu motiflerin oluşum nitelikleri ve içerdiği manalardır. Her biri derin anlamlar taşıyan Rumî motiflerin arka planı araştırıldığında, eskimez zamanların hakikatli sedef ustalarının her motife ayrı bir anlam yüklediği ve yine her bir ustanın kendine özgü motifsel bir tarzının olduğu ortaya çıkacaktır.

Sedef eserleri nasıl muhafaza edilmelidir? Kullanımda nelere dikkat edilmesi gerekir?

Sedef eserler genellikle kakma olduğundan su ile çok temas edilmemesi gereken nadide işlerdir. Çünkü ağaç ve sedef kakma birbirine kakıldığı için ahşap su ile temasında esneme yapar. Bu da sedefin yuvasının bozulmasına neden olur. Sonrasında kullanılan tutkal eğer boncuk tutkalsa patır patır dökülür.

Mesela, yakın zaman önce İstanbul'da yerli ve yabancı turistlerin gözdesi olan kadim bir camimizin kapısındaki sedeflerin dökülme nedeni budur. Yoksa kündekari kapının sedefleri neden dökülsün? Boncuk tutkal ucuz ve kolay ulaşılan bir tutkaldır. Bu vesile ile restorasyon yapanlara da bu bilgiyi vermiş olalım.

Eserleriniz sanatseverlerle nasıl buluşuyor? Nerelerde bulunuyor?

Eserlerimiz genellikle sergilerde ve Kültür Bakanlığı Somut Olmayan Kültür Mirası Sanatçısı olduğumuz için çeşitli festivaller ve etkinliklerde sanatseverlerin irfanına arz ediliyor. Buralarda sergiliyoruz. Ayrıca çalışmalarımız özel koleksiyonlarda ve atölyemizde bulunuyor. Birde web sayfam var. Oradan da ulaşılıyor.

http://www.Sedefkar.art/ adresinden.

Usta işi sedef kakma eseri hangi özelliklerdedir?

Bir defa malzemenin kalitesi önemli. Eskiler 'Kem alat ile kemalat olmaz.' demişler. Sedef ustası tüm işlerinde kaliteli sedef tercih etmeli ki -işini de güzel yaparsa- ortaya güzel eserler çıksın. Osmanlı Dönemi'nde 'Arusek' şeklinde adlandırılan sedef en kaliteli sedeftir. Bahsettiğim ürün temin edildikten sonra sırayı desen tasarımı ve akabinde kıl testeresi ile kesim alır. Kesim hatasız olmalıdır. Ahşabın oyulması ve sedefin içine geçirilip alıştırılmak suretiyle kakma işlemi de önemlidir. Bu işlemi uygularken sıkı sıkıya içi içe geçmesi ustalık gerektirir. Eski ustalar kestikleri sedefi ahşaba alıştırırken tahta çekiçler kullanırlarmış.

En son işlem ve ustalık işini gösteren nihayet bölümü Gomalak cila aşamasıdır.

Ne yazık ki günümüzde Gomalak cila kullanan pek fazla sedefkar kalmamıştır. 40 kat Gomalak cila ile bir işi nihayetlendirmek ustalık gerektirir. Bahsettiğim 40 kat cila kolay bir iş değildir. Sabır ve hassasiyet gerektirir ve dahi zaman alır.

Alamet-i farikanızı izah eder misiniz? Sizin imzanızı nasıl tarif edersiniz?

Ustamızdan aldığımız icazet olan 'kıl testeresi üzerinde 7 yıldızı' yaptığımız işlerin altına gümüş materyal ile imza olarak çakarız. Kıl testeresi motifi üzerine yedi yıldızdan oluşan imzamız bizi tarif eder. Bu da bizi tarif, tavsif ve dahi temsil ettiği için amel-i Hakan'ın alamet-i farikasıdır.

Talebe yetiştiriyor musunuz? Sedef kakma sanatına gönül verenleri ustasının yanında hangi süreçler bekliyor?

Evet yetiştiriyorum. Bu süreç uzun bir süreç aslında ama size kısaca şöyle ifade edeyim: Talebelerimizi öncelikle kitabî bilgilerle kuşatarak işin uygulama aşamasına geçmeden önce ürün bilgisini ve sanatımızın felsefesini öğretiyoruz. Sanat-tasavvuf ve sanat-sanatçı kavramlarının yanı sıra hammadde, alet, edevat bilgilerini veriyoruz. Sonrasında kıl testere ve kullanım aşamalarını gösterip 'Bismillah ya Hak!' diyerek temrin dediğimiz aşamaya geçiyoruz. Temrin aşaması talebenin kesimine göre, gönül yolcuğundaki emek ve çabası ile ahşap kesimini geride bırakıp sert malzeme olan pirinç-metal temrinine doğru aşama aşama yol alır. İşte bu aşamada gönül yolculuğu şekillenir. Talebenin mizacı ve halet-i rûhiyesi, kestiği malzeme ile kurduğu ilişkiyi ve kestiği zamandaki durum ve halini bize gösterir. Bu temrini de geçen talebeler artık sedef kesimine başlar. Her temrin sonunda talebe temrini bitirmek için bir eser çıkartmalıdır. Bu da onun hem hammaddeyi işlemesini hem de işlenmiş malzemeyi başka bir malzeme ile birleştirmesini sağlar. Aynı zamanda bizim de değerlendirmemize imkan tanır. Böyle olunca da bir talebe sedefe geçene kadar en az iki adet iş çıkartmış olur ve motivasyonu da böylelikle artmış olur.

İstanbul'un manevîyatı en yüksek yerlerinden olan Fatih Sultan Mehmet Türbesi ile Eyüp Sultan Türbesi'ne elleriniz değdi. Oraları ilmik ilmik işlediniz. Sanatkar ecdadımızın göz nurlarının bulunduğu eserlere dokunmak, gerekli restorasyonu gerçekleştirerek gelecek asırlara aktarılmasına vesile olmak nasıl bir duygu?

'Şifreleri çözemezseniz başlangıcı bulamazsınız.'

Hüsamettin Yivlik Ustam, ben ve talebem Yusuf Bey kardeşim ile birlikte, üç kuşak bir arada çalıştığımız bu restorasyonda biz sedef olarak çalışmadık.

Fatih Sultan Mehmed Han'ın türbesinin içindeki sanduka kenarları Sultan Abdülmecid Han'a kadar ahşap ve sedef kakmadan yapılmış. Kaynaklar bunu söylüyor. Abdülmecid Han zamanında söz konusu sedef kakmalar söktürülmüş ve sanduka kenar muhafazaları gümüş şebekeli olarak yenilenmiş. Biz türbedeki restorasyonun keşfine gittiğimizde bu şebekeleri ve bu şebekenin birbirine geçme şifrelerini çözmekle uğraştık. Çünkü bu gümüş şebekeli korkulukların şifresini çözemezseniz başlangıcı bulmazsanız, üç bine yakın geçme vidalarını söker, dağıtır ve bir daha da toparlayamazsınız. Tabiîdir ki bunun bir şeması yok, biz sökerken markalama yaptık.

Elhamdülillah, biiznillah, 'Ulu Hakan'ın himmeti ve Rabb'imizin izniyle şifreleri çözdükten sonra gümüş şebeke sökümü bir hayli zamanımızı aldı. Sonrasında bu şebekeleri temizledik. Eksiklerini tamamladık ve onarımını yaptık.

132 gün süren bu aşama bittikten sonra tekrar aynı şifreleme tekniği ile markalama yaptığımız şebekeli gümüş korkulukları tekrar yerlerine monte ettik. Netice itibarıyla da 145 günde tamamladık.

Kültür Bakanlığı uhdesindeki İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'nün kontrolünde yaptığımız bu restorasyon, manevî yönden 'İstanbul'un Fatihi'ne bir hizmetimiz oldu. Bununla birlikte huzurda edeple çalışmanın manevî hazzını yaşadık.

Fatih Sultan Mehmed Han'ın türbesinin korkulukları yıllardır bakım görmedi için gümüşlerin üzeri neredeyse siyah bir yağ tabakası ile kaplanmıştı. Şebeke, daha önce şifresi çözülmeden yapılan restorasyonlar nedeniyle oldukça bakımsız durumdaydı. Biz bu işlemi yaparken kimyasal madde ve zımpara kullanmadık. Osmanlı gümüşünde zımpara ve sair kimyasallar kullanılmamalıdır. Bu hissiyatla çalıştığımız için manevî sorumluluk üstümüzde çok büyük bir baskı oluşturdu. Biiznillah himmet ile hizmet ettik. Bunu böyle bilerek çalıştığımız için de çok şükür tamamlama imkanı bulduk. Gündüzleri bedenen çalıştığımız bu işte, geceleri şifreleme ile ilgili çalıştım. Huzurda çalışmanın manevî hazzı bambaşka… Sorumluluğu ne kadar fazla ise de himmete nail olmak ayrı bir lütuf. Gündüz çalışıp gece kaynaklar üzerinde araştırmalar yapmak ve Osmanlıca metinleri günümüz insanının irfanına arz etmek bizler için büyük bir baht oldu.

Kültür Bakanlığı Sanatçılığı yaptığınız işe ne gibi artı katkısı oluyor?

Kültür Bakanlığı Somut Olmayan Kültür Miras Sanatçısı olmak bize aslında sorumluluk yüklemekte, çünkü bu bakanlıkların sanatçısı olmak aynı zamanda sanatını yapmak yanı sıra talebe yetiştirmek ve sanatı gelecek nesillere aktarmak gibi ciddi bir sorumluluğu içerisinde barındırıyor. Bununla birlikte Fatih Sultan Mehmet Han'ın türbesinin sanduka kenarlarındaki şebekeli kesim gümüş korkulukların son restorasyonunu yapmak gibi işleri de beraberinde getiriyor. Bizim sanatımız meşakkatli ve sabır gerektiren son cilası atılana kadar kendini göstermeyen, toz, kir, pas içinde bir sanattır. Bunlarda bu sanatın imtihanı olsa gerek. Ama bittiğinde, o cila atıldığında da bu dünyaya nadide bir eser bırakmak bizim gibi sanatçıların eserin sahibi Hak Teala'ya şükrüdür. Zahmetsiz nimet olmaz.

Belediyeler yeteri kadar destek veriyor mu bu sanata?

Geleneksel sanatlar bizim millî sanatlarımız ve kültürümüzdür. Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı sanatkarı olmak bizim bu sanatı gelecek nesillere aktarmamızı gerektiriyor. Bunun içinde talebe yetiştirmek bu sanatın gelecek nesillere aktarılmasında olmazsa olmaz. Ben de 5 yıldır Pendik Belediyesi bünyesindeki Pendik Sanat Akademisi'nde Sedefkari Atölyesinde hocalık yapıyorum. Belediyemiz 17 branşta geleneksel sanatlarda Pendik Sanat Akademisi bünyesinde kurslar açıyor ve bu kurslarda bizler talebeler yetiştiriyoruz. Ben bu konuda hizmet veren nadir belediyelerden biri olan Pendik Belediyesine ve değerli başkanımız Ahmet CİN Beyefendiye teşekkür ederim.

Sedef kakma sanatı size ne öğretti?

'Madde, manada gizlidir!'

Geçen yıllar boyunca sedef kakma sanatı bizlere çok şey öğretti. En önemlisi maddenin manada gizli olduğunu öğrendim. Sözden öte bunu bizzat yaşadım. Bu benim bir yolculuğum. Gördüğüm rüyadaki emir bizi buralara getirdi.

'Bizim olan bir şey yok!'

Aldığımız nefesi bile geri veriyoruz. Bizim olan hiçbir şey yok. Sedefkar Mehmet Ağa'nın bir sözü ile bu bahsi tamamlamak isterim. Sedefkar Mehmet Ağa;

'Sedef, azla yetinen olmayınca, içi inci ile dolmaz.' der. Bu söz, bir nevi 'Kanaat bitip tükenmez bir hazinedir.' mealindeki hadis-i Nebevîyi şerh etmektedir.

'İnsan herhangi bir sanatla uğraşmaya başladıkça, çalıştıkça Allah'a yakınlığı artar.'' demişler. Bunu 10. yüzyılda söylemişler. Biz kıl testeresi ile kesiyoruz sedefi. Çinici boyuyor fırınlıyor. Hattat kalemini çekerken, bütün geleneksel sanatlarda bu vardır. Ebrucu ebru fırçasıyla boya atarken mesela bunların hepsinde çizgiler, düzenler, noktalar, usuller, adaplar peşinde koşarken aslında burada Yaratıcı'yı arayış var.

Usuller Yaratıcı'yı arayışı getiriyor. Arayış kendi içinde tekamülü kendini tanımayı, kendini bilmeyi, sabretmeyi ve şükrü getiriyor.

Son olarak 15 yıllık sanat hayatımda şunu müşahede ettim: Bir medeniyetin yaşaması için millî hafıza ve şuur ile kültürün gelecek nesillere aktarılabilmesi gerekir. Bunun için de kültürü bir mühür gibi eserlere işlemektir sanat. Sanat bu fani alemde bir kimlik edinmektir. Tarihin tozlu sayfalarına iz bırakmaktır. Zamana karşı -biiznillah- bir galibiyet isteğidir.

Ve sanat güzeli putlaştırmadan dondurabilmektir. Sedefkar Mehmet Ağa'nın ağaçları sedefle süslemesi ve taşların diliyle Sultan Ahmet Camii'ne edilen bir şükürdür. Rabb'im bizleri şükrü daim olanlardan eylesin

Sedefkarın sırrı neresindedir?

El, kalp, gönül, hissetmek, sevgi ve tefekkür etmek... Sedefkarın sırrı bunlardır. Ben uzun geceler bu sualle tefekkür ettim. 'Gönül Çalab'ın tahtı' der Yunus Emre. O zaman Allah'ın tahtı kulunun gönlüdür. Allah her şeyi affeder, tevbe kapısı açık ya, sadece kul hakkı/gönül kırmak, işte onu affetmiyor. İşte bu da bizim el ile gönül ilişkisini kurmamıza cevap oluyor. Nasıl mı? Bu sorunun cevabını her okuyucu kendine göre biraz düşünerek versin isterim. Benim cevabımı uygun görürseniz okuyucuya nefes vermiş mahiyette:

''Madde manada birleşir.'' Cümlesidir.

Sedefkar Mehmet Ağa der ki; 'Sedef, azla yetinen olmayınca, içi inci ile dolmaz.' der. Bu söz, bir nevi 'Kanaat bitip tükenmez bir hazinedir' mealindeki hadis-i nebevîyi şerh etmektedir.

Son olarak, Hz. Mevlana'nın, bizim sanatımızla ilgili bir sözünü söylemek isterim.

'İnciyi sedefin içinde ara, hüneri sanatın ehlinden iste.'

El ve gönül ilişkisi yoğrulup, tefekkürle birleşince sedefin içindeki inciyi alıp hünerli elleriyle bizlere aktaran kıymetli Üstadımız Şevket Hakan Üç'e çok teşekkür ederiz. Bizi aldı iç dünyamızdan bambaşka bir aleme götürdü. Yüreğine sağlık üstad.

Sevgi ve saygılarımla.