AKRANSIZ kalmıştı benim kendisini tanıdığım yıllarda.

Zamanla çevresi seyreldikçe seyreldi ve neredeyse kendisinden sonraki nesilde dünya yolculuğunu tamamlamak üzereydi.

Kendisi diriydi.

Ömrü boyunca tembelliğe yüz vermemişti.

Nerede yapılacak bir iş var evvela onu görürdünüz başında.

Gençliğinden beri böyleymiş.

Hayata tutunmak için seçtiği bir yöntemdi bu sanırım.

Ben yapabilir miyim, asla. O bunu bile isteye yapmıştı.

Ya da bize öyle geliyordu.

“TAŞRAMIZDAN sormak ile kimse bilmez ahvalimiz” demesi âşığın boşuna değil elbet.

Kim kime ne kadar nüfuz edebilir ki.

Sen kendini ne kadar aşikâr edersen o kadar biliniyorsun. Gerisi sır.

Bir Kalenderî deyişinde “Ölürüz hasret gideriz” denilmesi dikkate değer.

Üzerinde düşünülmeli.

“BABA ERENLER bu yaşa nasıl geldin?” diye sual ettiğimde “Bana Nisyan Dede” derler demişti de pek bir şaşırmıştım.

Zihnimde nisyan kelimesi unutkanlığın varsa hangi versiyonlarını içeriyor diye evirip çevirmeye başlamıştım ki daha fazla dayanamadı.

“Nazarım aktif unutkanım ben” deyiverdi.

BELANIN yağmur gibi yağdığı, küfrün kıyamet misali yerden patladığı bir mahallede gözlerini açmış bu dünyaya. Dolayısıyla ilk ne duyup ne gördüğü malum. Sabah başlayan itişme, kakışma ve dalaşlar uykuyla son bulup gecenin karanlığında pelerinini toplar sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir. Zira kabusa dönen rüyalarda da devam ediyormuş bu hâl.

Ezcümle bu travmatik yaşama biçimi kısacık bile olsa hiç fasıla vermiyormuş.

Gürültü, zırıltı, yumruk, kırılma ve dökülme sesleri onlar için günlük ve sıradan şeylerdenmiş.

Bana hatırladığı çocukluk ve ilk gençlik yıllarını ayrıntıları ile anlattı.

Gözlerimin bu kadar irileştiği başka bir hadise bugüne değin hiç olmamıştı.

Kısa ve mümkün olduğunca çer ve çöpten arındırarak özetlemeye çalıştığımı ifade edeyim ki, ötesini hesap edebilesiniz.

BİR SEHER vaktinde kararını vermiş.

Elini damlarının arkasında yaşlıların oturmak için kullandığı taşa basmış ki, şahidi olsun ve geri dönemesin ahdinden.

Yemin cümlesi şuymuş: “Ben şu andan itibaren daha evvel duyup üzüldüğüm, incindiğim, kalbimde yaralar açan ne kadar kötü söz ve fiil varsa hepsinden yundum yıkandım ve arındım. Bedenimi, zihnimi ve ruhumu bunlardan temizledim. Şu saatten itibaren benzer sözler işitip, davranışlar gördüğümde hemen uzaklaşıp onları da unutacağıma, kendimi sağlam ve zinde tutacağıma yemin veririm.”

İşte ne olduysa bundan sonra olmuş.

Şunca yaşına rağmen sağlıklı, dinç ve çalışabiliyor olması buna bağlıymış.

KABULLENİŞ sonrasında yani durumu tarafsız bir göz, işleyen, sebep sonuç ilişkilerini kuran bir akıl ve hisseden bir kalple değerlendirdiği açık.

Kendi isimlendirmesi ile “Aktif Unutkanlık” diyor ama sanırım bu psikolojinin ve nörolojinin alanına giriyor. Bu mesleklerin uzmanlarının “Seçici Unutkanlık” dedikleri şeye benziyor sanki.

OLAYLARLA baş etmenin farklı bir versiyonu.

Kontrol edilebilir bir unutkanlıktan bahsediyoruz. Hastalık olanı ayrı ve şu anlattığımız mevzunun tamamen dışında.

Kişinin hafızasını biçimlendirerek bir nevi kendi hafızasının efendisi olması durumu bu.

Muhtemelen sadece biyolojik, nörolojik ya da psikolojik ögelerle oluşmuyor, ehlinin bilebileceği başka yanları ve yönleri var.

 “NİSYAN DEDE”nin var olma biçimi bu olsa gerek.

Direnme tarzı. Kendi modelini ortaya koyma stili. Kemalâta yürüme yolculuğu.

Kendisi olma eyleme. Kişiliğini inşa etme yöntemi.

Benim kendisinde fark ettiğim ise şuydu tüm bunlar olup biterken; yaşadığı ana kıymet katıyor, onu değerlendiriyor ve şimdiyi doyasıya ve tam bir özgürlükle yaşıyordu.

Çünkü geçmişin öldüren kıskacından canını, geleceğin korkulu karanlığından ruhunu kurtarmıştı.

Aktif unutma gücü onu dipdiri kılmıştı.

Ya Selam.