Nûreddin Zengî ‘nin sûfîlerle samimi olmasından dolayı zaman zaman en yakın adamları tarafından bile eleştiriliyordu. Örneğin bir defasında Nûreddin Zengî’ nin yakın danışmanları, kendisini mutasavvıflara olan aşırı hürmetinden dolayı eleştirirler.

Nûreddin Zengî 'nin sûfîlerle samimi olmasından dolayı zaman zaman en yakın adamları tarafından bile eleştiriliyordu. Örneğin bir defasında Nûreddin Zengî' nin yakın danışmanları, kendisini mutasavvıflara olan aşırı hürmetinden dolayı eleştirirler. Nûreddin buna çok kızar ve: "Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." ayetini okuduktan sonra da: Bana duaları sayesinde düşmanlara karşı oklarımızın hedefini hiç Şaşırmadığı bir gruptan ilişkimi koparmamı nasıl söylersiniz, demiştir. Bu sözleriyle mutasavvıfları kasdettiği açıktır.

Endülüslü seyyah İbn Cübeyr (ö.614/1217), Şam'a uğradığında, oradaki mutasavvıflara verilen değeri görünce, Şu cümleleri sarf eder; "Bu diyarların gerçek melikleri, burada yaşayan mutasavvıflardır". İbn Cübeyr 'in sözlerinden de anlaşıldığı üzere, o dönemde sûfîlere çok değer verilirdi. İbn Cübeyr başka bir yerde ise, Şam'a (Dımaşk) ziyareti sırasında Şu bilgileri aktarır: "Şam'da sûfîler için gözleri kamaştıran geniş avlulu saraya benzer hankahlar inşa edilmişti. 'Nûreddin, birçok hankah inşa edip bu hankahların idamesi için ise vakıflar tahsis etmiştir. Örneğin Şeyh Ebü'l-Beyan el-Kureşî el Şafiî ez-Zahid (ö.551/1156) için bir hankah inşa etmiş ve bu hangahın yapımında on bin dirhem harcamıştır. Birçok kişi, Selahaddin-i Eyyûbî'nin selefi olan Nureddin Zengî 'nin sûfî yönünü pek bilmemektedir. Oysa onu "Sûfî Sultan" lakabıyla nitelendirmemiz yerindedir. Nûreddin Zengî'nin sûfîleri sürekli kendine yakın tutması, mutasavvıflara değer vermesi ve yönetimi altındaki diyarlarda, onlar için ribat ve hankahlar açması, bunun kanıtlarından birkaç tanesidir.

Onun dönemlerde Fatımiler ne halde idi okuyucularım. Fatımiler, Şiî mezhebine mensup oldukları için bazı konularda Sünnîlerden farklı düşünürler. Fatımiler iktidarda oldukları dönemde, Islam dünyasının büyük bir bölümünde fikir, inanç ve kültür alanında değişiklikler yaptılar. Onların iktidarda oldukları dönemlerde islam dünyası tuhaf inançlar, enteresan hükümlerle dolup taşmıştı. Fatımilerin Ehl-i Sünnet tarzında tasavvufla ilgilendikleri söylenemez. Onların genellikle felsefe ilmiyle ve felsefe hakkında yazılan eserleri neşretmekle uğraştıkları görülür.

Eyyubiler bu döneme damga vurduğundan birkaç kalemimizden kelam çıkarmak işimiz olduğundan söyleyelim Eyyûbî ailesinin Kürt olduğu hususunda genel bir kanaat mevcut iken hala bazı tarihçilerin Eyyûbî ailesinin Arap kökenli olduğunu ısrar etmeleri de ilginçtir. Zira onlara göre tüm islam kahramanlarının bir şekilde Arap soyuna dayanması gerekmekte ve tüm üstün vasıflara sahip olabilmek, asalet ve medeniyet kurmak ancak Araplara mahsustur. Onlara göre Arap olmayan müslümanlar, liderlik yapamaz ve bu dine ne kalemiyle ne de kılıcıyla katkı sağlayamaz. Halbuki tarihi olay ve kaynaklar göz önünde bulundurulduğunda İslam'a katkı sağlayanların kahir ekseriyetinin Arap olmayan milletlerden olduğu görülecektir. Nitekim Fatih Sultan Mehmet ve Nûreddin Zengî bir Türk aileye mensup oldukları gibi, Selahaddin-i Eyyûbî de Kürt kökenli bir aileden gelmektedir. Ayrıca burada sayamayacağımız birçok islam büyüğü de acem kökenlidir. Hicrî 525 yılından çok kısa bir süre önce /miladî 1130 yılında Tikrît‟e vali olarak atanan Necmeddîn Eyyûb, kardeşi Esedüddîn şîrkûh ile birlikte bir süre orada valilik yaptı. Necmeddîn Eyyûb, sahip olduğu dinî değerlere bağlılık, iyilikseverlik, adil yönetim, misafirperverlik, insanlarla iyi ilişkiler ve ilim ehline oldukça ehemmiyet vererek onları yüceltmek gibi hasletleriyle halkın gönlünde taht kurdu. Necmeddîn Eyyub'un liderliğindeki Eyyûbî ailesi ilk defa 526/1131 yılında dönemin Abbasî halifesi Müsterşid ile Irak Zengilerinin başındaki İmamüddin Zengî arasında cereyan eden bir olay üzerine tarih sahnesine çıktı.