Ülkemiz, sosyolojik kodları gereği bir takım kavramlara özel bir değer atfetmiş ve bu kavramların pratik tezahürüne yapılacak en küçük olumsuz bir davranışa toplumsal infial bağlam ve düzleminde tepkiler göstermiştir.

Ülkemiz, sosyolojik kodları gereği bir takım kavramlara özel bir değer atfetmiş ve bu kavramların pratik tezahürüne yapılacak en küçük olumsuz bir davranışa toplumsal infial bağlam ve düzleminde tepkiler göstermiştir.

Birazdan maddeler halinde izahatını yapacağımız kavramları kendisi için kırmızı çizgi tayin etmiştir. Kırmızı çizgilerine halel getirecek sözlü ya da fiili her davranış ve sahipleri şiddetli bir tepki ile karşılanmıştır.

İslam, vatan, bayrak, ezan ve şehadet gibi bir takım maneviyata taalluk eden isim ve eylemlerle birlikte milli bir kimliğe tekabül eden kişileri de yine kırmızıçizgi olarak kabullenmiştir. Bu kavramlar her hangi bir siyasetçinin güzellemesine gereksinim duymayıp kıymeti kendinden menkul değerlerdir.

Halkın geniş kesimlerince kutsal kabul edilmiş bu kavramlar, ayrıca her hangi bir siyasetçinin kutsallaştırmasına ihtiyaç duyan kavramlar değillerdir. Bu özellikleri dolayısıyla istismar edilmeye son derece müsait kavramlardır.

Siyasetçinin, bu kavramlar ile olan ilişkisi bu kadardır ve bu kadarla sınırlı olmak ve kalmak zorundadır. Sadece saygı ile sınırlı tutulması demek toplumsal barışa zemin hazırlamasıyla birlikte istismarın da önüne geçecektir.

Siyasi parti demek, iktidar olmak demek, cemaat ve imam ilişkisi demek değildir. Zira bir ülke halkının çok çeşitli kültürel ve inanış farklılığı göstereceği içindir ki iktidar, kendi inanç değerleri ne olursa olsun dillendirmemeli ve bunu kendi özel dünyasıyla sınırlı tutmalıdır.

Bu anlamda devletin, yani iktidarın her din, dil, ırk ve etnisite ile olan ilişkisi ortak uzaklık ve ortak yakınlık ilişkisi üzerinden yürümelidir. Bu hassasiyet hukuki kurallara azami hassasiyet gösteren ve dolayısıyla adil bir devlet ve hükumet meydana çıkaracaktır.

Devlet yönetmek ve iktidar olmak, halkın değerleri ile günü birlik ve olur olmaz ilişki kurması demek değildir. İktidar evvela ve mutlaka adalet, eğitim, ekonomi ve ülkenin gelişim ile refah düzeyini yükseltecek girişimlerin gayreti içerisinde olmakla mükelleftir.

Bu şuur ve bilincin hakim olduğu bir yönetim tarzının, halkının bütün kesimleri ile barış içerisinde olması ve dolayısıyla adaletin, hakkın, hukukun ve bütün bunların doğal sonucu olarak mutlu, gelişkin, eğitimli ve ekonomik refahın hüküm sürdüğü bir ülke olacaktır.

Ana amaç ve gayesi bu olması gereken iktidar, salt mevcut değerler üzerinden yürümeyi ve üstelik bunu da baskın, tekrarcı ve ayrıştırıcı bir üslup ile yapması sonucunca önemli yarılmalar, devlet ve halk arasında soğukluk, iç huzursuzluk ve tabaalar arası önemli kavgalara kapı aralayacaktır.

Devlet ve dolayısıyla iktidar, değerler arası bir yarıştırma içerisine girmemeli ve tek bir istisna ile önemli bir kitleyi aynı hassasiyet ve denklem içerisinde ele almalıdır. İstisnanın kaideyi bozacağı inancı ve titizliği yönetim anlayışına hakim olmalı ve bütün bunlar dolayısıyla halkın dini, rengi, kültürü ve inanışları arasında hakkaniyet ölçülerine de azami dikkat göstermelidir.

İnançlar ve değerler bir tartışma, konuşma ve münazara alanı olmayı salt saygıya tekabül eden bir alan olduğu hem iktidar ve hem de halkın her kesiminin içselleştirmesi ve ivedilikle de pratik hayatının en başat aktörü haline getirmesi gerekmektedir.

İnançlar ve değerler üzerinden yapılan ve yapılmış tüm faaliyetlerin milleti ve millet ile devlet arasında ki durumun nerelere geldiğini göstermesi bakımından önemli bir ibret vesikasıdır. Yaşanmış onca tecrübeler bizlere fener misali ışık tutmalı ve herkesin bir başka kültüre ve inanışa olan hürmet ve saygısı en az kendi dini ve değerlerine gösterdiği saygı ve hürmete denk düşmelidir.

Hülasa iktidarın dini, millet ve onların değerlerinin hepsine saygı duyması ve milletin her anlam da huzur, mutluluk ve saadetini temin etmesi ilkesidir.