Türkiye’de kültür erozyonu sorunu-7

Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde başlayan, Cumhuriyet döneminde de devam eden modernleşme ve Batılılaşma akımının etkisiyle ortaya çıkan kültür erozyonunu örneklerle detaylandırmaya devam edelim. Dil, sosyal yaşam, eğlence anlayışı, müzik, mimari vb. alanlardaki yozlaşmadan sonra folklor, halk oyunları, ata sporları ve Osmanlı-Türk mutfağı ile yeme-içme kültürü konusundaki erozyona değinelim. Bizim çok zengin ve tarihi köklere dayanan folklorumuz, halk kültürümüz, halk deyişlerimiz, atasözlerimiz bulunmaktadır. Fakat gerek yabancı ve hakim kültürlerin etkisi gerekse de kendi toplumsal yozlaşmamız ve erozyon sonucunda atasözlerimize dahi yozlaşmış sözler sirayet etmiştir. Bunu belirmek bile üzüntü verici bir durumdur. Örnek: “Devletin malı deniz yemeyen domuz, sallabaşı al maaşı, vazifemi yaparım gözümü kaparım …” vb. şeklinde atasözlerimiz mevcuttur. Aynı zamanda ihtilas, irtikap, adam kayırma, yolsuzluk, rüşvet, torpil, kısa yoldan köşe dönmece, hak etmeden bir yerlere gelme, umudu şans ve talih oyunlarına bağlama, aşırı tüketim çılgınlığı, tasarruf yapmama, 1990’lı yılların başından itibaren özel radyo ve televizyonların yaygınlaşmasıyla sanat, spor, iş dünyasında ve televizyon alanlarında değerli olmayıp önemli ve şöhret olduğu söylenen insanların hayatlarının, ne yaşadıklarının ve günlük hayatlarının takip edilmesi veya dikizlenmesiyle peydahlanan sığ magazin kültürü ve Televole toplumu olma özelliği toplumsal yozlaşmanın beraberinde getirdiği olgular ve sorunsallardır.

Şimdi dönelim folklorümüze, halk oyunlarımıza, ata sporlarımıza, yemek kültürümüze. Kültür erozyonu sonucunda geleneklerimize, değerlerimize, töremize, tarihimize, halk oyunlarımıza, ata sporlarımıza, dünyada eşsiz bir tat ve lezzete sahip nadide kültür parçamız geleneksel Osmanlı- Tür yemeklerine sahip çıkamadık, koruyamadık, yüceltemedik, dünyaya yayamadık, tanıtamadık! Karadeniz’de kemençe ve horonu, Ege’de zeybeği, İç Anadolu’da bozlağı ve seymeni, Trakya havalarını ve oyunlarını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halay ve hoyratı, Türk Halk müziğini, Türk Sanat müziğini, klasik Türk musikisini Devlet ve Toplum desteğiyle sistematik olarak geliştiremedik, dünyaya tanıtamadık. Oysa bizim bu anlamdaki kültürümüz dünyada eşsiz ve benzersiz. Modern ve popüler müziğe, modern sanatlar ve halk danslarına gösterdiğimiz ilgi ve destek yanında, yerli ve milli müziklerimiz, halk oyunlarımız ve Türkülerimiz üvey evlat konumunda kalmıştır. Halk sanatçılarımız deyince aklımıza bildiğiniz gibi Aşık Veysel, Aşık Mahsuni Şerif, Karacaoğlan, Neşet Ertaş, Barış Manço… gelir. Türkülerimiz deyince Çanakkale Türküsü, Sakarya Türküsü, Yemen Türküsü, Hey on beşli on beşli, mehter… aklımıza gelir. Klasik Türk musikisi ve Türk Sanat müziği sanatçıları deyince aklımıza Dede Efendi, Itri, Sadettin Kaynak, Alaattin Yavaşça, Zekai Tunca… gelir. Sanat müziği deyince de aklımıza Kalamış, Aziz İstanbul, Senede bir gün… gelir. Maalesef bunları biz biliyoruz, dünya bilmiyor, tanımıyor. Biz bile bilmiyoruz, yeni neslimiz tanımıyor, yeni neslimize bile değerlerimizi aktaramıyoruz, tanıtamıyoruz. Fakat gençlerimiz Justin Bieber, Reanna, Beyonce, Fifty Cent… vb. isimleri; metal, rock, caz, hip hop, rap… vb. müzik tarzlarını çok iyi biliyorlar. Bu durum geleceğimiz ve Milli Kültürümüz açısından utanç verici bir durumdur. Yeni neslin, insanların dünya müziklerini bilmesi ve takibi anormal değil, anormal olan insanımızın başkasını ve yabancıları bilmesine rağmen kendi değerlerimizi, kültürümüzü bilmemesi ve takip etmemesidir.