Mevlevilikte bir önceki yazımızda zikirden bahs etmiştik yine aynı konuya devamla Ankaravî Mevlânâ’nın Allah ismini zikir olarak tercih ettiğini, bazan da hû ismini zikrettiğini söyler. Alınan ders ve zikir adedinin yirmi dört saat içerisinde tamamlanması gerektiğini bildirir.

Mevlevilikte bir önceki yazımızda zikirden bahs etmiştik yine aynı konuya devamla Ankaravî Mevlana'nın Allah ismini zikir olarak tercih ettiğini, bazan da hû ismini zikrettiğini söyler. Alınan ders ve zikir adedinin yirmi dört saat içerisinde tamamlanması gerektiğini bildirir.

Toplu zikir adabı: Şeyh Galib zikir telkinini temel erkan arasında saymasa da sabah namazı sonrası Mevlevi canlarının hep beraber yaptıkları cehrî ism-i celal zikrinin Mevlevîlik'te daima uygulanan ve asla terkedilmeyen bir rükün olduğunu haber vermektedir. Köseç Ahmed Dede'nin, şeyhin yapması gereken vazifeleri arasında açıkladığı bu zikir meclisi, tekkenin mescidinde dervişlerin sabah namazını cemaatle kılmalarının akabinde işrak vaktine kadar her gün yaptıkları toplu bir zikirdir. Divane Mehmed Çelebi'nin risalesinde bu zikre dair bir bilgi bulunmazken Ankaravî 'de belli belirsiz bir temas mevcuttur. Bu temas da her Mevlevî dervişinin eğer dergahta ise toplu halde her gece ve gündüz bu ismi, cehrî bir şekilde zikretmesinin vacip olduğunu belirtmesidir. Aynı şekilde Köseç Ahmed Dede zikrin nasıl icra edildiğine dair detay vermemekle birlikte zikrin sonunda yapılan uygulamalardan söz eder. Bu uygulamalar arasında şeyh tarafından yapılan dua, dervişlerin secde eder gibi başlarını yere koyup hû diyerek kalkmaları, şeyhin selam verip şeyhin oradan gitmesi mevcuttur. Ayrıca burada işrak namazını kıldıktan sonra dervişlerin hücrelerine gitmesinin uygun olduğu bilgisine de yer verilir. Azmi Dede, sabah namazından güneş doğumuna ve ikindi namazından güneş batımına kadar konuşmamanın sünnet olduğunu vurgulayarak bu iki vakitte cehrî(Sesli ve açıktan) zikrin ve murakabe(tefekkür) yapılmasının Mevlevîlik'te kanun haline geldiğini ifade eder. Mevlevî dergahlarının mescidinde her sabah namazı sonrası 'kalplerin ilahi çekim elde edip düzelmesi için' ihvan cehren ism-i celali(Allah) zikreder. Zikrin akabinde hücrenişinan(hücrede kalan Mevlevi Dervişleri) meydan odasına geçerek murakabe, şeyh ise teveccüh ile iştigal eder. Bu esnada meydan odasına yeni müritler de (nevniyazan) dahil olmak üzere hiç kimse giremez. Bunun sebebi yeni müritlerin ve insanların kalplerindeki zulmetin hücrenişinlerin kalplerine aksetmesini engellemektir. Hücrenişinlerin murakabesi sona erdiğinde nevniyazan matbahın(Dergahın mutfağı) meydan odasına geçerek işrak vaktine kadar murakabe yaparlar. Her sabah işrak vaktine ve her ikindi namazından akşam namazına kadar murakabe yapılması Mevlevî tarikatının kurallarındandır. Dolayısıyla Azmi Dede, Köseç Ahmed Dede ve Şeyh Galib'in cehrî ism-i celal zikrinin tarikat kuralı olduğu ifadesini tekrar etmekle birlikte bu kurala murakabeyi de ilave etmekte fakat ism-i celal zikrinin nasıl zikr edildiğine dair bir açıklama yapmamaktadır. Bu hususta geniş açıklama 'ism-i celal' terimiyle Aşçı İbrahim Dede, Gölpınarlı ve Hüseyin Top'un çalışmalarında bulunmaktadır. Buna göre sabah namazı sonrası, ihya geceleri denilen pazartesi-perşembe ve kandil geceleri yatsı namazı sonrası da icra edilen bu zikir şeyh, dedeler, canlar ve muhiplerin katılımıyla gerçekleşirdi. Önlerine iri taneli bir tesbih konulur, herkes tesbihin önlerine gelen tanesini öpüp iki eliyle tutar, şeyhin eûzübesmele çekip Allah demesiyle birlikte zikir başlardı ve zikrin adedi şeyhin tasarrufundaydı. Köseç Ahmed Dede'nin ism-i celal cehrî zikri sonrasında yapıldığını söylediği uygulamaları Aşçı Dede, Gölpınarlı ve Hüseyin Top'un tekrar ettikleri görülmektedir. Dua sonrası aşr-ı şerif ve Fatiha suresi tilavet edilmesi, şeyhin ellerini kaldırarak özel bir dua etmesi (sonraki kaynaklardaki haliyle gülbank çekilmesi), dervişlerin başlarını yere koyup hû diyerek kalkmaları, şeyhin dervişlere selam vermesi bölümleri ortak özelliklerdendir