Geçen yazımızın devamı olarak anlatılan rivayette Hacı Kâşi’nin şehir eşkıyaları tarafından öldürülmesi olayı ile tasavvuf ve tarikat geleneğinde yaygın bir inanış olan Allah dostlarını incitmenin manevi gazabı gerektirdiğine ilişkin bir mesaj verilmektedir.

Geçen yazımızın devamı olarak anlatılan rivayette Hacı Kaşi'nin şehir eşkıyaları tarafından öldürülmesi olayı ile tasavvuf ve tarikat geleneğinde yaygın bir inanış olan Allah dostlarını incitmenin manevi gazabı gerektirdiğine ilişkin bir mesaj verilmektedir. Bu husus tasavvuf tarihinde birçok tasavvuf büyüğüne atfen anlatılan menkıbelerde karşımıza çıkmaktadır. Bu inanış, verilen olayda adı geçen veli ile o olay arasında organik ve tarihi bir neden-sonuç ilişkisini göstermeden ziyade, meydana gelen bir olayı, kendi tarikat pirleriyle bir şekilde ilişkilendirerek pirin yüceliğinin vurgulanmasına yöneliktir. Bu hususa yine Mevlevî gelenekten bir örnek vermek gerekirse Mevlevî kaynaklarda Mevlana'nın babası Baha Veled'in gönlünün Harzemşah sultanına incinmesinden dolayı müritleriyle birlikte Belh'ten ayrılmasından sonra, bölgenin Moğollar tarafından işgal edilerek yağma ve yıkıma tabi tutulması, Mevlevî kaynaklarda Baha Veled'in gönlünün sultana incinmesinin manevi bir cezası olarak yorumlanır. Şimdi bu rivayetten yola çıkarak Belh'in Moğollarca işgal edilmesinde Baha Veled'in parmağı olduğunu söylemekle yukarıdaki rivayetten Mevlana'nın, Kaşi'nin öldürülmesinde ve servetinin yağma edilmesi olayında parmağı bulunduğunu söylemek arasında yürütülen 'mantık' açısından pek bir fark olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca rivayette olayın şehir eşkıyaları (rindan) tarafından işlendiği de belirtilmektedir. Yine Kaşi 'ye murakabe esnasında edebi terk ettiğini söyleyen Mevlana değil, Şeyh Sadreddin'dir ki, buna göre de Şeyh Sadreddin'in kendi dervişinin öldürülmesinde parmağı olduğu şeklinde yanlış bir sonuç daha çıkmaktadır. İnsan ve insan sevgisine ilişkin tutum ve düşünceleri bilinen Mevlana'nın bu tür entrikalar içinde olduğunun iddia edilmesi sanırız ehven tabirle maksadını aşan bir yorum olsa gerektir. Bu konudaki rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, Mevlana'nın Moğollarla direkt bir ilişkisi olmamış, ya kendisine onlarla ilgili bir soru sorulmuş ya da o dönemde meydana gelen bir olay üzerine bu konudaki fikirlerini beyan etmiştir. Mevlana'nın bundan öteye geçmeyen Moğollar hakkındaki tutumu yanında dönemin Selçuklu yöneticileriyle de mahiyetine ilişkin I. bölümde bilgi verdiğimiz karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Zira iddia edildiği gibi Mevlana, Anadolu'da Moğol çıkarlarına hizmet eden ve Moğollar nezdinde de bu yönüyle kabul gören birisi olsaydı, dönemin gündelik siyasetiyle ilgili olarak Moğolları ikna etmek ve onlarla iyi geçinmek için her türlü çabayı gösteren dönemin Selçuklu yönetiminde Mevlana'nın da etkin bir devlet adamı olması gerekirdi. Halbuki Mevlana'nın, etrafındakileri tasavvufî terbiye doğrultusunda yetiştirmeye çalışan bir gönül ereni olduğuna tüm yaşamı ve geriye bıraktığı eserlerindeki mesajı tanıklık etmektedir. Diğer yazımızda görüşmek üzere