Müellifimiz Sipehsâlâr, Selçuklu Sultanı Rükneddin IV. Kılıç Arslan’ın bir Türkmen Ahîsi olan Bezâgû/Buzâgû’yu kendine baba şeyh  edinip Mevlânâ Celâleddîn’in sultanı manevî evlatlıktan reddetmesi üzerine...

Müellifimiz Sipehsalar, Selçuklu Sultanı Rükneddin IV. Kılıç Arslan'ın bir Türkmen Ahîsi olan Bezagû/Buzagû'yu kendine baba şeyh edinip Mevlana Celaleddîn'in sultanı manevî evlatlıktan reddetmesi üzerine sultanın özür dilemek amacıyla sema' toplantısı düzenlemesi ve bu toplantıda sema' ile iştigal eden Mevlana Celaleddîn'in sultanı başsız bir şekilde görmesi ve bundan birkaç gün sonra sultanın yay kirişi ile boğdurulması meselesini 'Talihli sultan Rükneddin (Allah onun kabrini nurlandırsın) Hüdavendigar Hazretlerinin müridi ve oğul diye hitap ettiği kişilerdendi. Hizmetkarlarından bir topluluk Sultan Rükneddin'in yanına gelip, 'Şehre Buzagu adında bir pir [ihtiyar] gelmiştir ve aziz kişidir. Her gece cinler onu ziyarete geliyor' dediler. Bir gece Sultan birkaç kişiyle birlikte Buzagu'nun yanına gitti. Konuşma sırasında Buzagu bir defa Sultana oğul diye hitap etti. Sultan tavır ve davranışını incelediğinde onun halktan biri ve anlattıklarından da boş bir şahıs olduğunu görerek onu ziyarete geldiğine pişman oldu. Başka bir gün topluluk bu hadiseyi Hüdavendigar'ın kulağına iletti. Bu hadise Mevlana'ya ağır geldi ve 'Kolaydır, eğer onun başka bir babası ve Şeyhi olduysa, biz de başka bir oğul seçeriz' buyurdu. Bu halden Sultanı haberdar ettiler. Sultan da Emir Pervane'yi çağırdı ve özür dileme çaresini aradı. Emir, 'Hüdavendigar Hazretlerinin semadan başka hiçbir şeyde gözü yoktur. Bu işin çaresi bir sema tertip edip onu çağırmaktan ibarettir' dedi. Bunu bir çare düşündüler ve Konya'nın bütün büyükleri ve şeyhleriyle birlikte Hüdavendigar'ı da bu toplantıda hazır bulundurdular. Emir Pervane güzel sözlerle Hüdavendigar'dan özürler diliyordu. Bir süre sonra hepsi gümüş ve altın kaplarla dolu bir sofra hazırlandı ve sultanların adeti üzere şarkıcılar şarkı söylemeye başladılar. Ama Hüdavendigar Hazretleri semaya kalktı ve bunun üzerine hizmetçiler sofrayı toplamak zorunda kaldılar. Bu durum sultanın hoşuna gitmedi. Sultanın hoşuna gitmemesi de Hüdavendigar'a malum oldu ve sema esnasında şu gazeli söyledi: Allah'a yemin ederim ki, ne yağlıya, ne tatlıya, ne o altın dolu keseye ne de o altın kaba meylim var. Bu gazeli tamamladıktan sonra yüzünü ruhanilerin çelebisi Hüsameddin'e (Allah ondan razı olsun) çevirip 'Görüyor musun?' diye sordu. O da 'Görüyorum' dedi; Hüdavendigar oradan çıktı ve sema ederek kendi medresesine geldi. Ondan sonra Çelebi Hüsameddin Hazretlerine, 'Hüdavendigar'ın sema esnasında görüyor musun diye buyurmasının sebebi neydi' diye sordular. O da, 'Sultanı gösteriyordu ve baktığım zaman sultanın tahtta başsız oturduğunu gördüm' dedi. O günden itibaren Sultanın işlerinde bir eksiklik ve gevşeklik görüldü. Yine o tarihte Moğol emirlerinden bir topluluk Kayseri'ye gelmişti. Rum [Anadolu] emirlerinin söz birliğiyle Sultanı Kayseri'ye çağırdılar. Sultan da Hüdavendigar Hazretlerine gelip müsaade istedi, ama Hüdavendigar Hazretleri gitmesini uygun görmedi. Kaç defa gitmek için izin istediyse de onu gitmekten alıkoydu. Nihayet Sultan gitmek zorunda olduğu için Kayseri'ye hareket etti. Birkaç gün sonra Hüdavendigar Hazretleri kalktı ve arkadaşlar topluluğuna işaret edip, 'Bir aziz ahiret yolculuğuna çıkmıştır, onun için gıyaben namazını kılalım' dedi ve bu niyetle namaz kıldı. Birileri de bu tarihi tespit etti. Bu esnada semaya kalktı ve şu gazeli buyurdu: Sana oraya gitme, seni yakalarlar, zira eli çok uzun kişilerdir, ayağını bağlarlar demedim mi? Demedim mi sana, orada tuzak yem içindedir. Tuzağa düştüğünde seni nasıl kurtarırlar? Birkaç gün sonra hazretin bu işareti gerçekleşti ve sultanın şehit edildiği haberini getirdiler. (Allah'ın rahmeti üzerine olsun.)' 27 şeklinde aktarmaktadır.