Birçok televizyonda ilahiyatçı kimliğiyle programlara çıkan veya çıkarılan adamlara diyorum ki, inanın sizden bıktık, düşün artık Müslümanların yakasından! Bu sapkınlığın ve saptırmanın sonu nereye kadar? Yeter artık bu milletin çocuklarının imanına verdiğiniz zarar! Doymadınız mı doymayacak mısınız iman vampirleri?

Ehli Sünnet Vel Cemaat çizgisinde hareket eden ilahiyatçıları tenzih eder, saygılarımı sunarım.

Onlara fazlaca söyleyecek bir sözüm yok; ancak, televizyonlara çıkıp Müslümanları saptırmaya çalışan ilahiyatçılara karşı gereken mücadeleyi vermeyip sessiz kalanlara da en derin teessüflerimi iletir; hesap gününde bunun hesabının sorulacağını da hatırlatmak isterim.

Birçok televizyonda ilahiyatçı kimliğiyle programlara çıkan veya çıkarılan adamlara diyorum ki, inanın sizden bıktık, düşün artık Müslümanların yakasından!

Bu sapkınlığın ve saptırmanın sonu nereye kadar? Yeter artık bu milletin çocuklarının imanına verdiğiniz zarar! Doymadınız mı doymayacak mısınız iman vampirleri?

Allah(cc)'nın dostlarını bin bir hakaretle itibarsızlaştırmaya çalışmadığınız yetmedi, Hadis-i Şerif inkarcılığı şimdi de Ayet-i Kerimeleri kafanıza göre yorumluyor hatta bugün için geçerli olmadığını söyleyecek kadar da zıvanadan çıktınız!

-Derdiniz tasanız Hadis-i Şerifleri ve Ayet-i Kerimleri sorgulamak hatta tenkit etmek!

Allah(cc) rahmet eylesin Ordinaryüs Prof. Ali Fuat Başgil hoca 1949 yılında İsmet İnönü döneminde açılan ilahiyat fakültesinde uygulanacak müfredatı görünce 'Mevcut programla, bu okullardan alim değil, din münekkidi çıkar' değerlendirmesinde bulunup kaygılarını dile getiriyor.

Münekkid, tenkit eden sorgulayan manasına gelmektedir. Günümüz ilahiyatçılarını görünce değerlendirmesinin ne kadar doğru ve yerinde olduğunu somut olarak görmenin acısını yaşıyorum.

Hoca'nın bu değerlendirmeleri üzerine Ankara Üniversitesinde İlahiyat Fakültesi açılması öncesi yapılan değerlendirmelere baktım.

3 Mayıs1949'da zamanın hükümeti tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen kanunla ilgili özetle şu konuşmalar oluyor.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu(Kırşehir); '… Bir İlahiyat Fakültesi kurulmasından maksat medreseyi diriltmek değildir. Çünkü fakülte ile medreseyi ayıran çok temelli bir karakter vardır. O da şudur: Medresenin çalışması nassi yani Nas'a dayanır; fakülteler ilim evleri olduğundan, bunlar mukayeseye, müşahedeye ve en sonunda da mümkün olursa, izaha çalışmaktadır.

Yani birincisi sübjektif olduğu kadar, ikincisi objektiftir…O halde hükümetin şayanı dikkat olan isteği şudur: Bütün manasıyla ilim haysiyeti ve ilim karakteri taşıyan bir fakülte meydana getirmek. Öylesine bir fakülte ki, diğer fakültelerden hiç bir surette ayrılığı olmayacaktır…İlahiyat Fakültesini açmayı büyük bir olay olarak kabul ediyorum kendi hesabıma. Bunun feyizlerini ve nimetlerini daha sonra göreceğiz….'

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu'nun da dikkat çekici açıklamaları şöyle: '…kurmak istediğimiz bu müessese, Atatürk inkılabının bizi ulaştırdığı yeni medeni ve içtimai hayatı, şartlarıyla mütenasip ve yeni cemiyetimizin hüviyetine layık bir müessese olacaktır.

….Biz memleketimizde eski medrese tarzındaki tedrisatı yeniden canlandırmak ve onun yetiştirdiği tarzdaki adamları yeniden yetiştirmek düşüncesinde değiliz. Bundan kat'i olarak ictinap kararındayız. Mektep ve medrese yüzyıl müddetle, tanzimattan bu yana yanyana çalışmışlar ve memleketimizde iki türlü zihniyete sahip insan yetiştirmişlerdir. Bu iki türlü zihniyet sahibi insan bir asır boyunca süren dahili bir zihniyet mücadelesi içinde yuvarlanmışlardır.

Tesisine teşebbüs ettiğimiz İlahiyat Fakültesi bu zihniyetle çalışan bir müessese olmayacaktır. Memleketimizi, münevverlerimizi yeniden bu zihniyet mücadelesine asla düşürmemek kararındayız. Bu ilmi camia içerisinde teşekkül edecek bu müessesenin yetiştireceği yüksek din adamları sivil ve asker bütün münevverlerimizle aynı zihniyette, aynı emelde insanlar olacaklardır …'

Yukarıdaki açıklamalardan ilahiyat fakültelerinin ne amaçlı kurulduğunu anlatmaya gerek yok; çünkü, yaşadıklarımız her şeyi açık ve net olarak anlatmaktadır.

Elbette ki, toptancı bir yaklaşım sergilemiyorum; ancak, gerçeklere kör olmamamız ve bunlarla mücadele edilmesinin zaruretinin gerekliliğine de yüzde yüz inanıyorum.

Bunların açtığı telafisi mümkün olmayan zararların faturası her geçen gün artmaktadır. Her önüne gelen aklı yetsin yetmesin dini sorgulamakta her olumsuz olayın neden ve sonuçlarını İslam'a ve Müslümanlara bağlamaktadırlar.

Peygamber Efendimiz(sav)'in aşağıdaki Hadis-i Şerifini lütfen dikkate alalım; bizim için akıllı davranış budur.

"Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helak etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz." (Buharî, İ'tisam 2; Müslim, Hac 412, Fezail 130-131) Buyurmaktadır.

Çok fazla yoruma girmeden değerlendirmeleri size bırakıyorum.

Ne diyelim; Allah)cc) ıslah etsin, Müslümanları bu ilahiyatçıların şerrinden korusun!