“8 Mart Dünya Ezilen Kadınlar Günü” münasebetiyle kadın haklarına ilişkin medya organlarında birçok şey söylendi, söylenmeli de; ancak, en büyük kadın hakları ihlali olan ‘cinsel işçi kadınların’ hakları üzerinde nedense hiçbir şey söylenmiyor.

Oysa ki, ister kendi rızasıyla isterse rızası dışında olsun kadına yapılabilecek en büyük aşağılama ve zulüm kadının cinsel işçi olarak çalıştırılmasıdır.

Hele hele devletin verdiği ruhsatlarla meşru hale getirilmesi kadar vahim bir durum olamaz!

-Bir kadının bir günde birden çok erkekle cinsel ilişkiye zorlanması kadar büyük insan hakkı ihlali olabilir mi?

Neredesiniz ey kadının özgürleştirilmesi sloganıyla sokağa dökülen kadın hakları savunucuları!

-Neden cinsel işçi kadınlar için yürümüyor, bu kadınların çalıştırıldığı mekanların önünde eylem yapmıyorsunuz?

Yapmazsınız; çünkü, sizin derdiniz kadınların hakkı değil, “kadına özgürlük” tuzağıyla kadınları eşten, aileden en önemlisi değerlerinden koparmaktır.

Yapılan bazı anket çalışmalarında “bir kadın ne ister” sorusuna birçok cevabın yanında “özgürlük” cevabı oranının yüksek olması dikkat çekiciydi.

Unutmayın, kadınların özgürlük talebinin yüksek olması emperyalist bir planın başarıya ulaşmasının en önemli göstergesi olup kadın ve aileye kurulmuş çok büyük tuzaktır!

 Bugün kadınlarımızın bilinçaltında özgür olma isteği yatmaktadır ki, bu da birçok sorunun yaşanmasına özellikle de ailenin parçalanmasına zemin hazırlamaktadır.

Cahiliye döneminde olduğu gibi günümüz dünyasında da kadının durumu hiç iyi olmadığı gibi daha da kötü olup bu durum özgürlük maskesiyle gizlenmeye çalışılmaktadır. 

Ne kadar gizlenirse gizlensin Dünya Kadınlar Günü’nün tarihçesine bakınca kapitalizmin kadına yaptığı zulmü açık ve net olarak görebiliriz.

Dünyanın en vahşi devleti ABD’de haklarını aramak isteyen kadınlara yönelik çok büyük zulümler yapılmıştır.

Bunlardan biri 8 Mart 1908 yılında ABD’nin Chicago Eyaletinde 1000 kadın işçinin çalıştığı tekstil fabrikasını ateşe vermişler ve 120 kadın işçiyi cayır cayır yakmışlardır.

Son otuz yıl olmak üzere ülkemizde kadınının çalışma hayatına girişi belirgin düzeyde artmış, bu artma yalnızca sayı ve oranlarının artmasıyla kalmayıp Müslüman Türk geleneklerine uygun olmayan iş alanlarında da çeşitlenmiştir.

Bugün, kendini dindar tanımlayan insanlarda bile kadının çalışmasının İslami sınırlara bakılmaksızın makul görülme ve tek maaşla geçinilemeyeceği mutlaka çift maaşlı olunma algısı yerleştirilmiş durumdadır.

Yani, kadının özgürleşmesinin ön şartı olarak kadının iş hayatına atılması gerektiğine inanılması en  büyük tuzaktır!

Çok acı ama bu algı; hesapsız tüketim toplumu haline getirilmemiz ve yaşanan geçim sıkıntısıyla gerçeğe dönüştürülmüş durumdadır.

 Erkek ve kadın arasında yaratılıştan gelen farklı özellikler vardır ki, bu farklar kadının özgürleşmesiyle ortadan kalkmayacağı gibi özgürleşme fikrinin sorunları daha da karmaşık hale getirdiğine yaşanan birçok olayda tanık olmaktayız.

Kadının iş ayrımı yapılmaksızın çalışma hayatına katılması kadının sorumluluğunu artırmakta ve bu durum yaşanılması muhtemel sorunları kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bu sorunlardan bir tanesi de; işveren veya işyerinde çalışan başka birileri tarafından kadının cinsel tacize maruz bırakılmasıdır.

Şunu özellikle belirtmek isterim; kadının işe alınmasında kadın olması hasebiyle hiçbir şekilde pozitif veya negatif ayrımcılığa tabi tutulmamalı, erkeklerle aynı haklara sahip olmalıdır.    

Kadının iş hayatına katılımı ile ilgili hukuki olarak herhangi bir ayrımcılık olmasa da kadının iş hayatına atılmasının kadın aleyhine birçok olumsuz sonuç doğurduğu gerçeğini kabul etmeliyiz.

Hukuk sistemimizde cinsiyet ayrımcılığı ve cinsel tacize karşı yasal düzenlemeler bulunmakla birlikte işyerlerinde cinsel tacizlerin yaşandığını da görmezlikten gelemeyiz.

İş hayatında cinsel tacizin hangi oranda gerçekleştiği ile ilgili 2005 yılında yayımlanan ‘Dördüncü Avrupa Çalışma Koşulları Araştırması’ raporunda Türkiye’de çalışan kadınların %6’sının cinsel taciz mağduru olduğu yer aldığını bir makalede görmüştüm.

Bu araştırmanın güvenirliğini ve hangi oranda olduğunu bilemesek bile işyerlerinde tacizlerin yaşandığı gerçeğini dikkate almak durumundayız.

Yukarıdaki raporda yer alan %6 oranının gerçek olduğu varsayımıyla; genel oranın yaklaşık yirmi yıl öncesi olması, bugün itibariyle kadının daha fazla iş hayatının içine girmesi, birçok tacizin toplumsal nedenlerle ortaya çıkarılamaması bu oranın çok daha yüksek olduğunu ve daha fazla üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.

Kadının uygun şartlar içerisinde çalışmasına karşı olmamakla birlikte çok büyük zorunluluk olmadıkça kadının evde hayatına devam etmesinin gerek aile huzuru gerekse çocukların bakımı ve eğitimi açısından önemli olduğunu savunan bir kişiyim.

Özellikle erkeklerin yapabileceği tüm işlerde erkeklerin çalışması hem sosyal hem de ekonomik hayata daha büyük katkı sağlayacak; ayrıca, kadını ağır sorumluluk yükünün altından kurtaracaktır.

Tüm kadınlarımıza özellikle de Müslüman Türk kadınına tavsiyem; zorunlu olmadıkça iş hayatına atılmamaları, emperyalizmin bir tuzağı olan “kadına özgürlük” tuzağının gizemine kapılmamalarıdır.