Gerçi yazılı ve görüntülü medyada havanda su döğmeye teşne bir “sürü” namzet var. Ama biz bu ülkenin bir ferdi olarak ve mevcudiyetimizin devamı için bildiğimiz hakikatlere hatırlatmakta fayda mülahaza etmekteyiz.

Darbeleri değerlendirirken 'önünü' ve 'arkasını' dikkate almazsak, havanda su döğmeye devam ederiz.

Gerçi yazılı ve görüntülü medyada havanda su döğmeye teşne bir 'sürü' namzet var. Ama biz bu ülkenin bir ferdi olarak ve mevcudiyetimizin devamı için bildiğimiz hakikatlere hatırlatmakta fayda mülahaza etmekteyiz.

Geçtiğimiz hafta 27 Mayıs Darbesinden mebzul şekilde bahis edildi. Görebildiğim kadarıyla kimse 'önünden' bahsetmedi.

Bir meselenin 'önünden' yani öncesinden bahsedilmeden anlaşılması mümkün olabilir mi?

Öyleyse meselenin özünü teşkil ettiği kanaatinde olduğum bir kavram üzerinden giderek 27 Mayıs darbesinin 'evveliyatından' söz edeyim.

Ülkemizde yapılan bütün darbelerde anahtar kavram 'irtica' söylemidir.

Öyleyse 'irtica' kavramı ilk olarak ne zaman kullanıldı?

Cevap: 31 Mart vakası olarak ifade edilen o menfur olayda ilk defa 'irtica' kavramı kullanılmıştır. Ondan sonra bütün darbeciler tarafından mebzul şekilde kullanılmış ve kullanılmaktadır.

1909'da irtikap edilmiş olan 31 Mart İsyanının kaos ortamını 'kimler' kullanıp darbe yapmışlarsa, 27 Mayıs darbesi dahil olmak üzere ülkemizde yapılmış olan ve yapılacak olan bütün darbelerin 'yapımcısı' veya 'taşeronu' aynı kişi veya kişilerdir.

Bu cümleyi çerçeve içine alınız bir kenara koyunuz. Her zaman lazım olabilir.

Peki, o halde soralım:

31 Mart isyanının tertipçileri kimlerdir? Diye bir soru sormuyorum.

Sormuyorum zira bu vaka hala faili meçhuldür. Bizim memleketin faili meçhul meselesinde 'ihtisası' olduğu cümlenin malumudur.

Ama şunu soruyorum: 31 Mart isyanını 'darbeye' tahvil edenler kimlerdir?

31 Mart isyanını darbeye tahvil edenler İttihat ve Terakki'dir.

Öyleyse Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden 'darbe' geleneğinin bir numaralı faili İttihat ve Terakki'dir.

Bütün darbelerin teşvik ve terviç merciin dış mihraklar olduğunu söylemeye gerek var mı?

Şimdi sıra geldi 27 Mayıs darbesinin 'arkasını' anlamaya. Yani 27 Mayıs darbesinin devamında olup-bitenler ve 'figüranları' kim veya kimler olduğuna.

Hatırlayalım: 1997'de Batı Çalışma Grubu adında bir 'kurum' oluşturulmuştu.

Batı Çalışma Grubu (BÇG), postmodern darbe olarak bilinen 28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulanıp uygulanmadığının kontrolü maksadıyla kurulan bir yapıydı. .

BÇG, Güven Erkaya'nın komutanı olduğu Deniz Kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermişti. Fikir babası ise Genelkurmay 2. başkanı Çevik Bir'di.

'İrticai' faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla kuruluğu söylenen BÇG'nin 28 Şubat sürecinde 6 milyona yakın insanı fişlediği iddia edilmekteydi.

Gayrikanunî olarak kurulan bu teşekkül Mesut Yılmaz hükûmeti döneminde kanunî hale gelmiş ve birkaç yıl sonra lağvedilmişti.

28 Şubat darbesinin üzerinden 23 sene geçmesine rağmen halen bu darbe esrarını korumaktadır. Diğer darbelerle ilgili olarak nisbî de olsa tahlil ve analiz yapılmış olmasına rağmen 1997'de yapılmış olan 'Post modern' darbeyle ilgili kafi seviyede değerlendirmenin yapılmaması dikkat çekicidir.

Ayrıca 28 Şubat Post modern darbesinde, tarih boyunca bütün darbelerde boy hedefi olarak görülenlerin başında gelen mütedeyyin topluluklar olmasına rağmen F. Gülen'in 'hoş görü' ile karşılanması gözden kaçmamaktadır.

Bu durum, FETÖ'nün darbeci anlayışa uygun bir yapıda olduğunu gösterebilir. Daha tuhaf olanı ise bu yapının (FETÖ) 15 Temmuz darbe teşebbüsünde 'rol almış' olmasına rağmen halen 'Dinler arası diyalog' anlayışının bir kısım kamu kuruluşlarında mevcudiyetinin devam etmesidir.

Daha önemli ve vahim olanı dinler arası diyalog anlayışının Diyanet teşkilatının bünyesinde yer almasıdır. Diyanet teşkilatında 29 Aralık 1999'da teşkil edilen Dinler arası Diyalog Şubesi son derece düşündürücüdür.

Halkımıza sahih İslam inancını vermesi beklenen Diyanet teşkilatında böyle bir kuruluşun yer alması, kabul edilebilir olamaz.

2017 yılında bu şubenin isim değiştirerek 'Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Daire Başkanlığı' şekline getirilmesi, meselenin vahametini değiştirmez.

2017 yılının 15 Temmuz darbe teşebbüsünden bir sene sonraki tarih olduğunu hatırlatırım.

Bilmem anlatabildim mi?