BU VATAN HEPİMİZİN
Bir meseleyi anlamak için ona enstantane bakmak yeterli
değildir. Bir olayın bir vakanın anlık resmini çekmek o olay
hakkında fikir verebilir fakat tam izah edemez.
Diyelim ki, bir yangın var. Yapılması gereken ilk iş yangının
kontrol altına almaktır. Daha sonra yangının nasıl çıktığını tespit
etmeye çalışmak gerekir. Sadece yangın üzerine dikkatleri
yoğunlaştırırsak mesela; alevlerin büyüklüğü ve dumanların kesafeti
vs gibi hususlar üzerinde durursak vaka ile ilgilenmiş oluruz ama
yangının tekrarını önleyemeyebiliriz.
Halbuki yapılması gereken iki temel adım var. Birincisi ve acil
olanı yangının üzerine giderek önce kontrol altına almak ve
söndürmek. İkinci adım yangının kim tarafından çıkarıldığını veya
nasıl çıktığını tespit ederek tekrarına mani olmaktır.
Görüldüğü kadarıyla gerek görüntülü gerekse yazılı medyada 15
Temmuz hain darbe teşebbüsü hususunda yukarıda verilen örnekte
olduğu gibi birinci adımda yoğunlaşılıyor. Bu, eksiktir.
1859 yılında Sultan Abdülmecid’e karşı yapılan Kuleli Vakası’nı
istisna edersek Türk tarihinin en menfur ve en dehşetli darbe
teşebbüslerinden birinin FETÖ tarafından irtikap edilen 15 Temmuz
darbe teşebbüsü olduğunu söyleyelim.
14 Temmuz hain darbe teşebbüsünün irtikap edildiği geceyi enine
boyuna resimlemeyi tercih etmeyeceğim. Bendeniz menfur teşebbüsün
öncesini tespit etmeye çalışarak, bu benzeri ihanetin tekrarının
nasıl önleneceği hususuna temas edeceğim.
Yıl 2003. Yani Ak Parti iktidara geleli bir sene olmuş. Menfur
darbe teşebbüsünden 13 sene önce.
Bendeniz FETÖ’nün (o tarihlerde hemen hemen herkes “hocaefendi”
ifadesini ağızlarından düşürmüyorlar) nasıl dehşedengiz bir hareket
olduğunun farkında birisi olarak endişe içinde yakın çevremize ve
ulaşabildiğimiz her yere anlatmaya çalışıyorduk.
Ben ve benim gibi sayısı fazla olmasa da bazı vatandaşlarımız ,
FETÖ’nün çok tehlikeli olduğunu görebiliyoruz ama devlet
kuruluşlarımız ve o günkü iktidar sahipleri nedense
göremiyorlar.
Tam o günlerde F. Gülen’in gerçek yüzünü ortaya koyan üçlü CD elime
geçti. Bu CD’lerde F. Gülen’in dinlerarası diyalog konusundaki
görüntüleri ve bilgileri vardı.
Kendi imkânlarımda bu CD’leri çoğalttım.
Ulaşabildiğim herkese CD’leri gönderdim.
Başta Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, MİT, bütün siyasi parti genel
başkanlıkları, emniyet müdürlüklerine, valiliklere gönderdim.
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak yapılması gereken bu değil
miydi?
Her sağduyulu vatandaş bunları yapması gerekmez miydi?
Biraz da risk alarak bunları yaptım.
Ben F. Gülen ile ilgili bu üçlü CD’leri yukarıda bahsettiğim
mercilere gönderdikten sonraki günlerde kendini polis memuru olarak
ifade eden kişiler tarafından tehditlere maruz bırakıldım.
Öyle ya ben bu ülkenin bir ferdiyim. Karşımda devleti temsil eden
emniyet güçleri vardı.
Sonradan FETÖCÜ oldukları anlaşılan bu polisler işyerime gelerek
“hocaefendi ile ilgili sen nasıl bir böyle bir şey yaparsın?”
dediler.
Kısa bir süre sonra sabah vakti evime baskın yaparak “ihaleye fesat
karıştırmak ve örgüt üyeliği ithamıyla beni göz altına aldılar.
Malum FETÖCÜ hâkim ve savcılar tarafından yargılanarak sekiz ay
hapis yattım.
Şimdi ülkemizde benim gibi binlerce mağdur insan var mı yok mu?
Şimdi ben ve benim gibiler bu mağduriyetime sebebiyet verenlerden
hesap sormak hakkım değil mi?
Mağduriyetimin failleri yani FETÖCÜLER şu anda cezaevinde, tamam
fakat bunlara zemin hazırlayanlar yerlerinde duruyorlar.
Yukarıdaki örneğe dönelim ve tekrar soralım; Yangına odaklanmak
yangının tekrarına engel olmaz.
Yangının kontrol altına gerekirdi.
Bu yapılmaya çalışılmıştır. Fakat yangının tekrar etmemesi
hususunda yapılması gerekenin yapılmadığını söylemek
mecburiyetindeyim.
FETÖ’nün en büyük dayanağının siyasi merciler olduğunu bilmeyen var
mı?
Peki, siyasi mercilerde FETÖ ile ilgili herhangi bir soruşturma ve
tahkikat yapıldı mı?
23 Haziran 2019 İstanbul belediye seçimlerinden önceki
günlerde teşekkül ettirilen Cumhurbaşkanlığı Yüksek
İstişareKuruluna tayin edilen kişilere baktığımızda görüyoruz ki,
FETÖ ile ilgili tedbir almak bir yana yangının tekrarını
gerektirecek adımlar görülüyor.
Bazı kuruluşlarda sözleşmesi bir kısım personel, kendilerine oy
verilmediği bahanesiyle tasfiye ediliyor.
Hatırlatmak isterim ki, yakın tarihte bize “meşrutiyet olarak”
ifade edilen 1908 darbesinde iktidarı ele geçiren İttihatçılar da
kendilerinden olmayanları tasfiye ettiler.
Tasfiye eden tasfiye edilir.
Unutmamak gerekir ki, bu ülke hepimizindir.
Bizim başka bir vatanımız yok.
Vesselam.