Her anne şefkat âbidesidir. Bütün anneler evlatlarına titrerler. Ben bir babayım ve ben de evlatlarıma titrerim. Ama anne şefkati bir başkadır. Hiç şüphesiz bütün anneler böyledir.  Bir anne üzerinden meramımı ifade edeyim. 

Her anne şefkat âbidesidir. Bütün anneler evlatlarına titrerler. Ben bir babayım ve ben de evlatlarıma titrerim. Ama anne şefkati bir başkadır. Hiç şüphesiz bütün anneler böyledir. Bir anne üzerinden meramımı ifade edeyim.

İki gün önce mahallemizde bir anneye uğradım.

Hal–hatır sormak için.

Zaman zaman uğrarım.

Bu anne yalnız yaşıyor. Günümüzde artık anneler evlatlarının evlerine “sığamıyorlar”. Müslüman-Türk aile anlayışında genellikle evlatlar, annelerini evlerine kabul ederler/etmek isterler. Fakat anneler “rahat edemezler”. Bu sebeple “kendi evlerinde” ikamet etmeyi tercih ederler.

Ziyaretine gittiğim anne diyor ki, “evladım, beş evladım var. Hiç birinden şikâyetçi değilim. Hanımları evlerinin anahtarını veriyorlar bana. ‘İstediğin zaman evimize gel’ diyorlar. Ama ben evlatlarımın evlerinde rahat edemiyorum. Kendi evimde rahat ediyorum. Ben onların ziyaretime gelmelerini bekliyorum. Torunlarımı bekliyorum. Hususi kanape yaptırdım pencereden dışarıya bakayım diye. Yollarını gözlüyorum gelecekler diye. Ne olur gelemiyorlarsa telefon edemezler mi? Herkesin başına gelmeyecek mi bu yaşlılık?”

Şimdi soruyorum bu anne haksız mı?

Sempozyum için yurt dışlarına kadar gidiyoruz. Tatil için Akdeniz’e, Ege’ye ve bilmem nereye kadar gidiyoruz. Ama burnumuzun dibinde gözü yaşlı annelerimizi ziyaret etmeyi ihmal ediyoruz.

Nereye koşuyoruz?

Bu telaş ne?

Bayatlamış bir laf var “Çok yoğunum” diye.

Senin “yoğunluğun” yerin dibine batsın.

Senden bir telefon bekliyor annen.

Bir telefon.

Tuşlara basmak çok mu zor?

Bir sürü saçma-sapan mesajlar çekiyorsun şuna-buna.

Çok mu zor, “Anne nasılsın? Bir ihtiyacın var mı?” demek?

Anne duasını almasını bilmiyorsan, neye yararsın sen?

Anneler beddua etmezler ve etmiyorlar ama onları üzmeye hakkımız var mı?

İş telefonlarında saatlerce konuşuyoruz müşterilemizle.

Veya “muhabbet” ediyoruz arkadaşlarımızla telefonla dakikalarca.

Annemizi arasak ve birkaç cümle etsek ne olur?

Çocuklarımıza hatırlatsak ve desek ki, “baba annemizi arayalım, anne annemizi arayalım” desek ne olur yani?

Annelerimizi yalnız bırakmamak gerekir.

Her gün annelerimizin yanında torunlarından, kızlarından, oğullarından, gelinlerinden biri olmalı.

Burada bu vesileyle bir gerçeği itiraf edelim: Millet olarak bizim başımıza gelen “belalardan” biri darülacezelerdir. Batılılaşma ile aile bağlarımızı koparan bu kuruluşun adı günümüzde “huzurevi’dir”.

“Huzur evi” öyle mi?

Evlatları var fakat en muhtaç olduğu zamanda yanında değil ve “huzur evinde” huzurlu olacak öyle mi?

Böyle bir anlayışa yazıklar olsun.

Çok para kazanıyorsanız,

Anneniz sizin yolunuzu yaşlı gözlerle bekliyorsa,

Ve o beklemeler beyhude ise,

Yuh olsun sizin ervahınıza.

Böyle batılılaşmaya lanet olsun.

Annemin bir duası vardır. Der ki, “Allah bizi, sizin arkanıza koymasın”.

Annem Latin alfabesini okumaz/okuyamaz. Bunun ayrı ve haklı sebepleri vardır. Bu husus ayrı bir makale konusudur.

Fakat annemin “okuması” vardır. Kur’an’ı “okur” ve her daim dua eder.

Her evlat gibi annemin duasına her zaman talibim.

Annemin “okuması” vardır. Mesela der ki, “kilit dost içindir”.

Evet, kilit dost içindir. Düşman yani hırsız kilidi kırarak evlere girer. Ama dost için kapı kilidi “içeri girme” anlamına gelir.

Her anne şefkat âbidesidir.

Diyarbakır’da HDP’nin kapısının önündeki anneler de öyledir.

Terörle mücadele verdiğimiz şehitlerimizin anneleri de öyledir.

Annelerimizi üzmeyelim.