MESELE mühim… Daha fazla ihmâle gelecek bir konu değil… Zira yaşadığımız “Sosyal Utanmazlık” kaosundan başka türlü çıkışımız mümkün görünmüyor. Toplum için kafa yoran ve değer üretenlerin bu hususu artık görmezden gelmemeleri gerekiyor.

MESELE mühim…

Daha fazla ihmale gelecek bir konu değil…

Zira yaşadığımız 'Sosyal Utanmazlık' kaosundan başka türlü çıkışımız mümkün görünmüyor.

Toplum için kafa yoran ve değer üretenlerin bu hususu artık görmezden gelmemeleri gerekiyor.

Yoksa acı sonuçları daha fazla can yakacak.

Bu sebeple her birimiz konuya ciddi şekilde eğilmek ve çözümler üretmek zorundayız.

GEÇEN hafta Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı TV100'de konuyu masaya yatırdılar.

Enine boyuna diyebileceğimiz tüm ayrıntılarıyla üç ayrı alanın uzmanı olarak ele aldılar.

Üsküdar Üniversitesi Ergoterapi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sevda Asqarova'nın canlı piyano performansıyla sona eren program Tahsin Aksu ve Şaban Özdemir'in yapımcılığında Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesinde her hafta Pazar günleri saat 12.20'de gerçekleşiyor.

Takibe alınması gereken önemli bir seçenek…

SOSYOLOJİK bir olgudur değişim.

Bundan kaçamayız.

Görmezden gelip 'Nasıl olursa olsun' diyemeyiz.

Bir sözümüz olmalı konuya dair.

Bir fikrimiz bulunmalı.

Ki, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıklayabilelim.

Değişim, çağlar boyu iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında gidip gelen bir gerçektir.

Bunu gözlemek, üzerinde düşünmek tüm bireylerin görevidir.

Hocalarımızın bu konuda söylediklerini dikkate alarak eyleme geçmek zorundayız.

DEĞİŞİM kaçınılmazdır.

Muhakkak gerçekleşecektir, gerçekleşmektedir.

Mühim olan bunun yönüdür.

AYIPLAMAYI unutan bir cemiyet olduk.

Maalesef.

Bunun bedelleri vardı ve onları ödüyoruz.

Aile içinden başlayan yakınmalarımız bunu zaten derinden derine yaşadığımızın kanıtı...

MAHALLE kültürümüz vardı eskiden…

Köyün yazılı olmayan ahlaki kuralları söz konusuydu.

Alenen bir yanlış yapılamazdı.

Kusur işlenemezdi.

Kabahatlerin içine pervasızca dalınamazdı.

Modernizmin bize getirdiği 'Bireycilik' eski adıyla 'Ferdiyet' artık aile büyüklerinin bile bu konuda elini kolunu bağladı.

Aile üyeleri bile artık eleştiremez oldu. Yapıldığında bu büyük kavgaların ateşlenmesi anlamına gelmeye başladı.

OYSA mahalle bunlara engel olurdu.

Fırsat tanımazdı.

Uyarılırdı.

Ayıplanırdı.

Başkalarının aile, ahlak ve inanç değerlerini hedef alan toplumsal erozyona neden olabilecek eylemleri uluorta gerçekleştirmek kolay olmazdı.

Nevzat Tarhan Hoca bu konuyu harika bir şekilde özetliyor. 'Küçük yerin kanunu büyüktür.'

Köylerden şehirlere göç ettik.

Mahalleler büyüdü.

Kasaba halkı birbirini tanımaz bir sayıya ulaştı.

Ebeveynler artık evlatlarını diğer aile bireylerinin bile müdahale edemeyeceği sadece çekirdek ailenin bir ürünü olarak görmeye başladı.

Onları 'Biricik' olarak büyüttü. Dünyanın etraflarında döndüğüne inandırdı. Özel ve önemli olduklarını sürekli hissettirdi.

Ne oldu sonunda?

Kibrimiz arttı.

Egolarımız şişti.

Kendimizi kendi gözümüzde büyüttük.

Çıkarlarımızdan başkasını göremez olduk.

Toplumun içinde ne zaman patlayacağı belli olmadan dolaşan birer 'Narsisistik bomba' kıvamına geldik.

İNCE ayar yapma meselesini hesaba katmalıyız bu arada eleştirirken, ayıplarken.

Herkesin herkesi gelişigüzel 'Yıkıcı eleştiriye' tabi tutmasından bahsetmiyoruz elbette.

Travmatize eden bir ayıplamanın şüphesiz kendisi ayıplıdır.

İnsanız.

Her insan nezaketle davranılmayı hak eder.

Evrenin göz bebeği oluşunun icabıdır bu.

Elde kılıç saldırılamaz.

Ayrıca ayıplamayı yapanların ayıplı iş ve eylemlerden beri olması beklenir.

Kendisinde olanı aynalayarak muhatabına yansıtan bir anlayış hakkaniyetten uzaktır.

Ve sonuçsuz kalır.

NASİHATÇİLERİN nasihatlerinin topluma zerrece etki etmemesinin altında kendilerinin de aynı kusurla malûl olmaları yatmıyor mu?

Başkalarının evini taşlayanlar daha ne kadar kendi camlarını kırılmaktan koruyabilirler ki?

Kendi kusurunu minimize edip diğerinin kusurunu büyütmek politik arenanın üyeleri tarafından tercih ediliyor olabilir.

Ya da eski Türk filmlerinde köyün en aymazının kendisine yüz vermeyen namuslu bir kadınına karşı ahaliyi kışkırtmasından ne farkı kalır kendi ayıbını gidermeden başkalarının ayıbını afişe edip büyüten kişilerin?

Ayıplı mal satan esnaf karşı dükkanın sahibini hedef alan konuşmalar yapmamalıdır.

Eksik tartan teraziden bahsetmemelidir.

Hileli satışı adet edinenler dürüstlükten dem vurmamalıdır.

Demem o ki, ıslahata kendimizden başlamalıyız.

Ailemizden, çevremizden…

GÖNDERİLDİĞİ toplumu ıslah etmekle yükümlü olan Peygamberler, görevlerine ehlinden yani ailesinden başlamadılar mı?

Tarih bu pratik uygulamaların şahidi değil mi?

AYIPLAMAYI unutan, bu sosyal mekanizmayı olması gerektiği inceliklere ve insan fıtratının icaplarına göre uygulayamayan milletler her türlü kültür saldırısına açık olurlar.

Dönüşümler bizlerin istediği istikamette değil düşmanların öngördüğü yönde gelişir.

Bizlere ise çoğu defa olduğu gibi yazıklanmak kalır.

KİŞİLİKLER üzerinden değil olgular, eylemler üzerinden gerçekleşmelidir ayıplama…

Şahsı değil fiili hedef almalıdır.

Öldürücü darbeler tarzında değil diriltici nefesler şeklinde olmalıdır.

Gizli kibir taşımadan yapılmalıdır.

Kendini kusurdan ari görenler bu işi doğru yapamazlar.

Kendi nefsine de pay çıkararak geliştirilen söylemlerin kucaklayıcılığı ve şefkatli dilleri, elleri tarafından gerçekleştirilmelidir.

Ayıplanan, ayıbından vazgeçtiğinde onu artık kurcalamamalıdır.

Tecessüsten vazgeçmelidir.

Gıybetten uzak durulmalıdır.

Üzerine olumsuzluk etiketi yapıştırılmamalıdır.

Eski defterler çöp karıştırır gibi karıştırılmamalıdır.

Yani iyi zan üzere olunmalıdır.

Yoksa bu tavırlar kötülüğü çoğaltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Zira insan doğası sahici olan ile sahteyi ayırt etme konusunda çok mahirdir.

Bana üç hocanın yaptığı 'Akıl, Beyin, Kültür' programının çağrışımları bunlar oldu.

Fazlasını isteyenler Pazar günleri Üsküdar Üniversitesi'nin katkılarıyla her hafta gerçekleşen bu program ile randevulaşmalılar.

Ya Selam!