SABİTKADEM bir toplum idik. İşimizde, sözümüzde kararlıydık. Söz verdik mi yerine getirirdik. Yaptık mı, en sağlamını yapardık. Oynak değildi mizaçlarımız. Değişken değildi karakterimiz.

SABİTKADEM bir toplum idik.

İşimizde, sözümüzde kararlıydık.

Söz verdik mi yerine getirirdik. Yaptık mı, en sağlamını yapardık.

Oynak değildi mizaçlarımız.

Değişken değildi karakterimiz.

Rüzgargülü gibi her yana esmez istikametimizi değiştirmezdik.

Bir öyle bir böyle düşünmezdik menfaatlerimizi esas alarak.

Doğru, doğruydu. Yanlış ise yanlış.

Duruma, zamana ve zemine göre doğrular ve yanlışlar yer değiştirmezdi.

Neysek oyduk.

Özümüz farklı, sözümüz başka olmazdı.

Kıl kadar bile yön değiştirmez, kıblemiz şaşmazdı.

BİR akımımız vardı, doğru.

Hakka doğru akardık.

Hakikate çıkardı yolumuz.

Kur'an-ı Kerim değişmez aydınlığımız, Fahr-i Kainat Efendimiz şaşmaz rehberimizdi.

Enerjimiz buydu.

Gücümüzü buradan alır, başarıya buradan ulaşırdık.

Kendimizi seferle yükümlü sayardık.

Kaybedersek hatamızı arayıp bularak düzeltir, zafere ulaşmışsak kendimizden bilmez Rabbimize şükür secdeleri yapardık.

YOKSULUN elini tutar kaldırırdık ama bunu yaparken öz çekim aymazlığına prim vermezdik.

Hayrı göstermek yerine gizleyerek yerine getirirdik.

Göz göre göre evimize öteberi taşımazdık.

Sokağa girdiğimizde kendi çocuklarımızdan evvel komşunun evladını sevindirirdik.

İncittiğimiz birileri olursa bu kabalığımız sebebiyle biz daha fazla incinip, yıkılırdık.

Piarı değil rızayı gözetirdik.

Çünkü henüz yanlış akıntı toplumuna dönüşmemiştik.

AKINTIYA kapıldık sonra.

Çok değiştik.

Başarıyı putlaştırdık.

Diplomaları ya annemizin gelinlik sandığında saklardık ya da Mushaf-ı Şerif içinde muhafaza ederdik.

Arka duvarlarımızı süsleyen sertifika çılgınlığına henüz teslim olmamıştık.

Kariyer savaşları başlamamıştı daha.

İnsan olmanın gereği olan 'Fazilet Yarışı' ilk önceliğimizdi ve bu da sadece Hakka ayan idi.

Sevinmelerimiz ölçülü, ağlamalarımız tenhadaydı.

Sonrası mı?

Sonra çok açılıp, saçıldık.

Savrulduk daha doğrusu.

Renklendik…

Kalbimizde imanın rengi azaldıkça dışımız renk cümbüşüne döndü.

Yüzümüz, gözümüzün üstleri, saçlarımız…

Kıyafetlerimiz, ayakkabılarımız, çantalarımız…

ŞEHİRLER değişti.

Evler farklılaştı, yuva olmaktan çıktı, sıcaklığını kaybetti.

Avlular yok oldu, mahremiyeti temin eden yüksek duvarlar yıkıldı.

Kadın ve erkeğe göre ayrı olan kapı kulpları kalktı kimin geldiğinin ayırt edilemediği ziller devreye girdi.

Topraktan ve güneşten kopmanın fıtraten hemen gerçekleşmeyeceğini öngören akımı yöneten üst akıl geçici bir süre için Batı tarzı evleri cazip hale getirerek mezar yeri kadar balkonlara hapsetti bizleri.

Koca bahçelerden sanduka kadar balkonlara geçtik akıma kapılarak.

Gerçi o balkonları şimdilerde arar olduk.

Mutfak ve misafir odasını birleyen yeni moda mimari bu akımın ikinci adımıydı.

Demek ki, bizi dönüştüren bu akıntı hızla sürüyor. Bakalım daha neler göreceğiz.

TERS akıntı aslında bu.

Yönü yanlış, hedefi batıl, neticesi hüsran…

Kimlik karmaşası, benlik krizleri, kibir patlamaları…

Stresler, kaygılar, korkular, depresif tepkiler ve bir türlü kaybettiğimiz huzuru bulamama halleri.

Doğru akım vahiydir.

Kendimizi bu ilahî akıma kapalı tuttuğumuz sürece kim bilir daha hangi ters akıntılarla sürükleneceğiz?

Bir kütük gibi…

Öyle acı, öyle esef verici…

Ya Selam!