“YETİM olmak nedir?” sorusuyla açılış yapmıştı usta. Hepimizin bildiğimizi zannettiği bir olgu olduğundan peş peşe cevaplar geldi. Ama hiçbiri onun yüzünün aydınlanmasına yetmemişti.

'YETİM olmak nedir?' sorusuyla açılış yapmıştı usta.

Hepimizin bildiğimizi zannettiği bir olgu olduğundan peş peşe cevaplar geldi.

Ama hiçbiri onun yüzünün aydınlanmasına yetmemişti.

Belli ki, doğru sandığımız cevaplar değildi aradığı. Daha ötesini bekliyordu.

Ezberler başka türlü bozulamıyordu demek ki!

HEPİMİZ henüz çok gelişmemiş olsa bile elimizde mevcut bulunan akıllı telefonların marifetiyle aramalar yapmaya başlamış buradan devşirdiğimiz yalan yanlış bilgileri de aktarmaya başlamıştık.

Bazılarımız inci tanesinin iri olanından bahsederek tek olmasına rağmen bu şekilde isimlendirildiğini ve bu duruma da 'Dürr-î Yetim' denildiğini aktardı.

Şiirlerini keyifle dinlediğimiz edebiyata yatkın bir arkadaşımız meseleyi kendi alanına taşımış ve yalnız kalan bir mısra için söylenen 'Beyt-i Yetîm' kavramını dile getirmişti.

Netice yine değişmemişti.

BEKLENEN cevabı bulamamanın verdiği sancı hepimizi kıvrandırmaya başlamıştı.

Mahcubiyetle harmanlanmış bu acı için bir benzetme bulmakta zorlanıyorum.

Ezberlerimiz iyiydi ama tefekkürümüz kötüydü.

Yoktu hatta.

Oysa düşünce eylemi en büyük ibadet diye belletilmişti bize.

Ne yazık ki, ezberlerimizi uygulama sahası bulamadığımızdan ya da böyle bir pratik edinmediğimizden yine çuvallamış ve başımız önümüze düşmüştü.

'İMAN yönünden yetim kaldık' dedi usta.

Bu, bizim için bin voltluk bir elektrik ile çarpılmamız anlamına geliyordu.

'Hepimiz iman ehli değil miyiz?' sorusu beynimizi zonklatırken zihnimizde sorular bir orman halini almış hangisine cevap üreteceğimiz hususunda şaşalamıştık.

Mesele şu idi ki, hepimiz kendimizi iman sahibi görüyorduk ve bu doğruydu esasen. Kritik olan ise bu imanın Kur'an-ı Kerim'in bizden isteği şekilde olmamasıydı.

Birçok konu da tam tersi bir inanca sahip olmuştuk ve bunun doğruluna sadakatle bağlıydık.

Bu, yetim olduğumuz halde bunun farkına varmamak anlamına geliyordu ki, sonu hüsran idi.

YETİM kalan bir kalbimiz var.

Ne yazık ki, durum tam da bu.

Buluğ çağına ulaşmamış çocuklar için de kullanılan bu kavram aklî, kalbî, zihnî erişkinliğe ulaşamamış, doğruyu yanlışlara bulaştırmış, furkan özelliği kazanamadığından mümeyyiz olamamış bizler için de geçerli.

Kur'an'dan ayrı düşmek yetimliğin en acı vereni değil mi?

Fahr-i Kainat Efendimizin mübarek buyruklarının dışında kalıp Ondan ırak düşmek yine aynı şekilde yetimliğin en can yakıcı olanı değil mi?

Bunlara ilave olarak günümüz insanının en yakınlarına bile güven duyamayışı emniyet acısından yetimlik sayılmaz mı?

Kalbimizin sahici ve çıkarsız sevgilerden mahrûm kalması yetimliğimizi göstermiyor mu?

Merhametten, şefkatten, ilgiden eksik kalmak yetimlik değil mi?

Yaşadığımız gönül darlığı bunun en büyük işareti olmuyor mu?

Evlerimiz genişledi ama yüreğimiz daraldı.

Hızlı araçlar edindik ama ziyaretine gidebileceğimiz kişilerin azalması yine aynı kapıya çıkmıyor mu?

Kalbimizin katılığı ve infaktan geri kalışımız bunun göstergesi değil mi?

Yetim başı okşayamayışımız yetim oluşumuzun belirtisi değil mi aynı zamanda?

Ahlakî yozlaşmalarımız, erdem yönünden yaşadığımız kayıplarımız, konfor düşkünü haline gelişimiz bizi bu katagoriye sokmuyor mu?

SÖZÜN özü şu ki; kalben yetim kalışımız diğer mahrumiyetlerin kapısını aralıyor.

Kalp yetmezliği kadar kalbin iman yoksunluğuna önem vermeye başladığımız zaman mana kapılarından ışıltılı nurlar almaya başlayacağız.

Engin olacağız gönül darlığımız gittiği için.

Demem o ki, usta haklı.

'Sahih iman yönünden yetim kaldık.'

Bu ise kalbin yetim kalması demektir.

Allah bize tez zamanda bu yetimlikten kurtularak iradesini kullanıp özgürlüğünü kazanan ve sadece Hakka kulluk etme şuuruna ulaşan kalbî, aklî ve zihnî erişkinliğe ulaşma mecali lütfetsin.

Âmin.

Ya Selam!