Türkiye’de kültür erozyonu sorunu-4

Cumhuriyet dönemine baktığımızda kültürel erozyonun, kültürel çözülmenin yoğunlaşarak aynen devam ettiğini görürüz. Bilindiği gibi Osmanlının son dönemine Devletin çöküşünü durdurmak için ortaya çıkmış fikir akımları vardır. Bunlar: İslamcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık ve Türkçülüktür. Cumhuriyetin kurulmasıyla kurucu kadro tarafından Batıcılık ve Türkçülük fikirlerinin benimsenmesiyle, bu felsefenin etrafında oluşan düşünce sistematiği çerçevesinde her alanda reformlar gerçekleştirilmiştir. Her alanda yapılan inklapların yanında toplumsal alanda ve kültür alanında da Batıya benzemek, onlardan olmak adına çok önemli değişiklikler yapıldı. Nedir bunlar? Kılık ve kıyafet inklabı, şapka kanunu, ağırlık, ölçü ve tartı aletlerinin değiştirilmesi, miladi takvime geçilmesi ve alfabenin değiştirilerek Latin alfabesine geçilmesidir. Tabi burada şu söylenmelidir. Bütün bu değişiklerin yapılmasına gerekçe olarak Toplumun ilerlemesini sağlamak, modernleşmesini gerçekleştirmek, Batı toplumlarıyla entegresini sağlamak olarak gösterilmiştir.

Bu bağlamda neler yapıldığına geçmeden önce öncelikle dil alanında yeniden alfabe değişikliğine gidilmesi gerektiği söylemeyeceğim, ancak tespitlerde bulunmak zorundayım. Tabloyu net görebilmemiz için.

Şimdi neler olduğuna bakalım: Anadolu’da İslam inancında, İslam medeniyetinde ve Türk kültüründe yeri olmadığı gerekçesiyle şapka takmayanlar kanun gereği cezalandırıldılar ve idam edildiler. Başta İskilipli Atıf Hoca ve buna bezer pek çok isim. İskilipli Atıf Hocanın Mahkeme Başkanıyla (Ali Çetinkaya) diyaloğu bu anlamda çok önemlidir. Mahkeme Başkanı Atıf Hocaya neden şapka takmadığını ve en nihayetinde bir bez parçası olduğunu söyleyip sorduğunda cevap çok derindir. “Sizin arkanızda duran Türk Bayrağı da bir bez parçasıdır. Ona en nihayetinde bir bez parçası diyebilir misiniz?” Erkeklerde şapka takmak, kadınlarda başını açmak çağdaşlık, modernlik, aydınlanma, ilericilik olarak; tersi ise gericilik, yobazlık, çağdışılık olarak gösterildi. Alfabe değişikliği ile bir Toplum, Millet bir gecede cahil duruma düştü; tarihle, kültürle, geçmişle, medeniyetle, ruh ve mana köküyle ilişki bıçak gibi bir anda kestirilip atıldı. Bir Milletin hafızası bir anda yok edildi. Bu kolay bir şey değildi. Toparlanmak, kendine gelmek uzun sürdü. Millet aradan yaklaşık 100 yıl geçtikten sonra anca yeni yeni kendine gelmeye ve toparlanmaya başladı. Dost meclislerinin, toplantıların, düğünlerin yerini balolar aldı; rakı, bira, şarap, şampanya içmek çağdaşlıktan sayıldı, Batı tipi ilerici eğlence anlayışı olarak görüldü. Türkiye’de ilk kez 1932 yılında Cumhuriyet gazetesi tarafından Güzellik Kraliçesi yarışması (Miss Turkey) düzenlendi ve yarışmayı Keriman Halis kazandı. Yeni atanan bir köy öğretmeni elektriği, suyu, yolu, sokağı olmayan bir köye patika yollardan eşeğiyle giderken, yiyecek ekmeği ve ayağında giyecek çarığı olmayan köylüye Batıcılığı, çağdaşlığı ve modern sanatları anlatmak ve göstermek için eşeğin üzerinde yükü ile birlikte keman da götürmüştür. Öğretmen köylülere keman çalmış ve keman dinletmiştir. Sırf Batıcılık ve çağdaşlaşma adına ülkenin her tarafına sinema, tiyatro, bale, opera binaları açılmış, etkinlikler düzenlenmeye başlamıştır. Türk halk müziği, Türk sanat müziği, klasik musiki, klasik Türk mimarisi, yerli folklör, halk oyunları, ata sporları ve Osmanlı-Türk mutfağı unutulmuş, ihmal edilmiş, unutturulmuş veya sahip çıkılmamıştır. Yine Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Çağdaşlık, Batıcılık, modernlik, ilericilik adına çarıklı, poturlu ve şalvarlılar aptallar diye aşağılanarak, devrim kanunlarına ve çağdaşlığa aykırı olduğu gerekçesiyle, şehirlerin meydanlarına alınmamışlardır. Aşık Veysel de bunlardan biridir. Ankara’nın Ulus meydanına girememiştir. Ayrıca devlet dairelerinde, kamusal alanlarda ve eğitim kurumlarında mescit bulundurmak, namaz kılmak, Selamün Aleykum demek, kadınlarda başörtüsü takmak laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklandı, bunları yapan vatandaşlar horlandı, kinci sınıf vatandaş muamelesi gördü, cezalandırıldı ve gericilik, yobazlık, çağdışılıkla yaftalanarak makbul vatandaş olarak görülmediler, merkezin dışına itildiler. Laikliğin cahilce yanlış anlaşılması ve yanlış uygulanmasından dolayı yapılan bu yanlışlar, hak kayıpları ve gaspları, insan hakları ihlalleri daha yeni, 2000’ler ve 2010’lardan itibaren düzeltilmeye başlandı ve düzeltiliyor.