Günümüz dünyasında çeşitli açılardan ortaya çıkan karşılıklı bağımlılık olgusu, devletlerin birbirlerini etkilemede müdahaleye sıkça başvurmalarını kolaylaştırmaktadır.

Günümüz dünyasında çeşitli açılardan ortaya çıkan karşılıklı bağımlılık olgusu, devletlerin birbirlerini etkilemede müdahaleye sıkça başvurmalarını kolaylaştırmaktadır. Bilhassa bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi simetrik olmayan bir biçimde ortaya çıktığı söz konusu taraflardan birinin diğerine daha fazla bağımlı olduğu durumlarda, müdahalenin devlet arasında etkili biçimde olarak kullanılması ihtimali artmaktadır.

Devletlerin birbirlerine yönelik mücadele eylemlerinin yoğun bir hal alması durumunda, yıkıcı faaliyetlerden söz edilmektedir. Zamanımızda bilhassa terör ihraç etmek veya genişlemek isteyen devletlerin yıkıcı faaliyetler yoluna başvurduklarına sıkça rastlanmaktadır. Müdahaleye şekil; diplomatik ve ekonomik araçlarla olabildiğince gizli ve yıkıcı eylemler şeklinde ve askeri araçlarla da olabilir.

Bununla ilgili olarak; örnek verecek olursam batılı devletler 1878'lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu üzerinde sistemli bir politika izleyerek Osmanlı topraklarını parçalamışlarıdır. İzlenen yöntem şu idi; ilk gelişmeler okul ve eğitim sistemleri ile milliyetçi fikirleri yaymak, Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu ekonomik bunalıma rağmen koparılmak istenen bölgede insan hakları ve sosyo-ekonomik reformlar yapılmasında ısrar etmek ve mali sıkıntı içinde olan Osmanlı Devleti, bu reformları gerek gerçekleştiremeyenince, ortaya çıkan silahlı direniş hareketlerine yardımcı olmak bölgeye yarı otonomi istemek, reformlar da ısrar etmek ve söz konusu bölge ile ekonomik bağları sıklaştırarak, bağımsızlığı sağlamak, izlenen yol idi. Nitekim, batılıların ilk başta Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasında, Ermeni ayaklanmasında ve günümüz bölücü akımlarının canlandırılmasında izledikleri bu yöntem hala uygulanan bir yaklaşımdır.

Günümüzde Almanya'nın Baltık ülkeleri üzerinden Kuzeye, Hırvatistan üzerinden Akdeniz'e açılarak,Doğu pazarının tek yetkilisi olma isteği içerisinde olduğunu hepimiz görmekteyiz. Bu konuyla ilgili olarak, Türkiye ve Orta Doğu hakkında eski isteklerinin canlandığını söylemek mümkündür. Ankara ve Bonn hükümetleri arasında 1991 yılı içerisinde başlayan gerginlik, bölücü terör örgütü ile ilgili olarak ve Almanya Hükümeti'nin çifte standarda dayalı tutumuyla birlikte tırmanışa geçmiştir.

1991 Ağustos ayı başlarında, Nemrut Dağı'nda on alman turistin terör örgütü tarafından kaçırılmasında da Almanya terörü himaye etmiştir. Yine iki Almanya'nın birleşmesinden sonra Yugoslavya'nın dağılmasında önemli rol oynadığı ifade ediliyor. Hırvat milislerin elinde Alman Silahlı Kuvvetleri'ne ait silahlar vardı. Uluslararası platformda Almanya dalmış Sovyetler Birliği'nin yerini doldurma çabası içerisindedir. Balkanlar'da ve Orta Doğu'da gösterdiği davranışlar doğrultusunda bunun göstergesi diyebiliriz. Şöyle ki; Yugoslavya'nın parçalanmasıyla birlikte ortaya çıkan devletleri herkesten önce tanımıştır. Kendisini Avrupa ve Asya liderliğine layık gören Almanya, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, bağımsızlıklarını kazanan Türkiye Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında yaklaşımlardan rahatsız olmuştur.

Yine Almanya Sovyet Rusya'nın işsiz kalan nükleer teknisyenlerini kullanarak, nükleer silah yapımına girişen İran'a karşı verdiği demeçte gerekirse İran'ın bu teşebbüsü silah kullanarak durdurabileceğini belirtmiştir. Daha açık bir ifadeyle; BM, İran'a engel olmazsa Almanya bu işi silah zoru ile halledecektir anlamına gelmektedir.

Şimdilerde Almanya, Türkiye'de terörü önlemede Doğu Alman menşeli silahların kullandığı gerekçesiyle Türkiye'yi protesto etmiş ve Türkiye'ye silah sevkiyatını durdurduğunu açıklamıştır. Esasında Almanya'nın kendi bünyesinde terör odağı Bader Mainhoffçetesini hukuk dışı yöntemlerle bertaraf ettiği uluslararası arenada bilinen bir gerçektir. Bu şartlar altında bugün Türkiye'de Türk düşmanlığını Alman sınırlarını ötesinde yaymak isteyen bir bölücü bir Alman gerçeği vardır.