GENİŞ bir aileye doğmuştu. Yazılı olmayan hiyerarşik bir düzen vardı. Bunun en üstünde tartışmasız olarak “Hürmet” gelirdi. Her sözlerinde, her sorularında, her cevaplarında ve her hareketlerinde saygı başattı.

GENİŞ bir aileye doğmuştu.

Yazılı olmayan hiyerarşik bir düzen vardı. Bunun en üstünde tartışmasız olarak 'Hürmet' gelirdi.

Her sözlerinde, her sorularında, her cevaplarında ve her hareketlerinde saygı başattı.

Bu sistem onlara yaşanabilir bir hayat sunuyordu. Mutluydular.

Zira bu sistemde her şey yerli yerindeydi.

Kimse kimsenin alanına girmez, sınır ihlali yapmaz, hakka girmezdi.

Bundan dolayı empatik davranış bir iletişim biçimi şeklinde kendini açığa çıkarırdı. Herkes her hadisede 'Önce sen' diyordu.

'Emek çekmekte geride, ödül almakta önde olmak' gibi bir anlayışa sahip olmadıklarından birbirlerinin elinden tutar, yapılması gereken neyse hemen onu yaparlardı.

ÇOCUKLAR konusunda da temel yaklaşım buydu.

Kimse kendi evladını diğerinden ayırmazdı. Kendi çocuğu gibi yakından ilgilenir, hizmetlerini görüp bağırlarına basarlardı. Terbiye hususunda da yine herkes aynı yetkiye sahipti.

Kimse benim yavrumu neden azarlıyorsun gibi bir yaklaşımı benimsemezdi. Uyarılması gereken bir mevzu varsa bu yapılırdı ve hem anne hem de baba tarafından desteklenirdi.

Kimse kendi çocuğunu diğerinden üstün, önemli ve biricik görerek özel bir muameleye tabi tutarak şımartmaya tenezzül etmezdi.

Erkekler de de aynı hükümler geçerliydi.

Alışverişte kendi çocuklarına torpil geçilmezdi. Alınan neyse o eşit şekilde paylaştırılırdı. Dolayısıyla ne kardeşler ne gelinler ne de evlatlar arasında bir çekişme yaşanmamıştı.

Hanelerine husumet uğramamıştı. Kıskançlığa boyun eğmemişlerdi zira.

Her zaman yekvücut olmayı bilmişler pek çok bedende tek ruh olmayı başarmışlardı.

DIŞARIDAN bakanlar gıpta ederlermiş hep.

Ama haset edenlerde olmadı denilemezdi. Araya fitne ateşini atmak isteyenler olmuşsa da bunlarda mevcut olan bilinç istenen sonucu almalarına mani olmuş üstüne üstlük birliklerini daha kavi hale getirmişti. Bu bile onlar için şükür sebebi olmuştu zira test edilmişler ve netice yüz güldürücü olmuştu.

BÜYÜKLER birer birer öte aleme göçtü. Vazife tamamlandı ve dünyadan terhis oldular.

Dünyanın hali de gerçekten bir başka oldu.

Üçüncü nesil artık köylerinde değil kasabalara, büyük şehirlere gitmeyi yeğledi.

Kimi bir sanat edinmek için çırak oldu. Kimi gündelik işlerden rızkını temin etmeye yöneldi.

Artık o büyük aile çekirdek aileler çeklinde şehirlere dağıldılar ve hayat mücadelesine giriştiler.

Muvaffak olup müreffeh yaşayanlarda çıktı içlerinden savrulanlarda…

İlk zamanlar bayramları hepsi sökün edip köylerine geliyor baba ocağını tüttürüyor ve kapıyı açık tutuyorlardı. Ama zamanla burada da eksilmeler başladı.

Dördüncü nesil neredeyse birbirini tanımaz oldu. Kuzenler olarak sadece isimlerini biliyorlardı. Çoğu yolda karşılaşsalar muhtemelen aynı soyadı taşıdıkları halde birbirilerini tanıyamayacaklardı.

'İşte ben bunlardandım, beşinci halka nesildendim' dedi bana bunları anlatan kişi.

KEDERİN derin derelerinden canını zor kurtarmış gibiydi.

Acısı tarifsizdi. Hüznü alın çizgilerine yansımıştı.

Çırak girdiği yerde usta çıkmış, kendine bir dükkan kurmuş, çabalamış ve biraz da dünyalık yapmıştı.

Vakti geldi diyerek bir tanıdığının tavassutuyla evlenip aile kurdu. İlk yıllarda her şey yolunda gitti ama zamanla ayrışmalar baş göstermekle kalmamış husumete de dönüşmüştü. Ailede saygının mutluluğa nasıl temel oluşturduğunu büyüklerinde gördüğünden hep o eski günlere öykünüp durdu.

Çünkü kendisi bu nimete erişememişti.

Büyüdükleri ortamda solukları hava nedeniyle çocuklarından da beklediğini bulamadı.

Sevgi, saygı unutulmuştu.

Büyüğe hürmet, yaşanmışlıklara saygı, tecrübeden yararlanma arzusu buhar olup uçmuştu.

İşte tüm bunların bir hasılası olarak acıların kıskancında yaşayan biri olarak şöyle demişti:

'Evladım biz sosyal atık olduk.'

Çok şaşırdım zira böyle bir cümleyi hiç duymamıştım. Biraz teselli biraz durumu toparlama babında bir şeyler söylemek istedimse de muvaffak olamadım.

'Dilimiz, boşa dönen bir makine dişlisi gibi artık, kimse biz yaşlıları dinlemiyor, tecrübelerini önemsemiyor, fikir sormuyor, söylesek bile dinlenilmeye değer bulunmuyor.'

Söylenen bu cümleden sonra iflahım kesilmedi desem yalan olur.

Yaşlılarımıza kendilerini sosyal atık gibi hissetmemeleri konusunda çok dikkatli olmamız gerektiği gün gibi ortada. Biz kardeşlerim olarak anneme ve babama bunu yaşatmadık. Hep otoritelerini koruduk. Tecrübelerini her fırsatta anlattırdık. Babamın son yıllarında en çok hoşuna giden davranışım sabah kahvaltıdan kalkıp işe çıkarken 'Hacım müsaaden var mı?' dememdi.

Ya Selam!